• Blog yazılarına gelen yorumlara cevap yazmak konusu yine kafamı kurcaladı. Hangi yoruma yazmalı hangisine yazmamalı derken, sessizliği tercih ediyorum. Aynı şey twitter için de geçerli. Arada bir “Hadi, herkese cevap ver,” diyorum, sonra ne diyeceğimi bilemiyorum falan. Bu da böyle bir ruh hali işte.
• Akşam Thomas Bernhard okudum. “Ses Taklitçisi” bir el feneri gibi duruyor orada. O akışkanlığa erişmek büyük iş. Bazen kendime “Yazdığın her şeyi bırak, delice bir sadeleştirme işine gir,” diyorum. Sadece yazıda değil, tümüyle bir sadeleştirme. İlk duyduğumda bunu, matematik dersinde, bayılmıştım: “Sadeleştiriyoruz!” Bir kalem darbesiyle, sadeleştirebilmek, azaltabilmek. Ama azaltmak istiyormuş gibi yapmadan, bunu bir çoğalma silahı olarak kullanmadan. (Önümde o kadar yoğun bir hafta var ki; bunları söylerken, kendime bile dürüst değilim.)
• Yaron Herman Trio’nun “Follow the white Rabbit” albümünü dinledim. Yaron Herman, 1981 Tel Aviv doğumlu bir piyanist. Sakatlık yaşamasaymış basketbolda ilerleyecekmiş. 16 yaşında piyano çalmaya başlamış. Trio’sunun diğer köşelerinde kontrbasçı Chris Tordini ve davulcu Tommy Crane var. Tertemiz ilerleyen albümde iki de sürpriz var: Kurt Cobain şarkısı “Heart Shaped Box” ve Radiohead şarkısı “No Surprises”. (Böylece son iki günde, DOT’un “Kutlama”sından sonra Radiohead bir kere daha kapımı çaldı.)
• Ellerine bakıyordu, günden güne yaşlanan ellerine. O şişmiş damarın maviliğinde anladı son on yılın nasıl geçtiğini…
O suskunluğunuz neden oluyor acaba diye istemeden düşünüyor insan..halkla diyolog içinde olmanın sonuçları nedir diye düşünüyorum..Sanırım ortamın sanallığının verdiği bir şey belki de diyorsunuz,saygısızlıktan çekiniyorsunuz..Buradan yazmak kolay gibi görünse de sizi takip eden insanların boş-boğaz olamayacağı kanısı içindeyim..
Bence size meşakkatli geldi her yoruma cevap verme fikri, ki düşününce evet haklı olabilirsiniz.Fazlasıyla yoğun görünüyor bizim takip ettiğimiz yerden yaşam seyriniz.Ama Can Bey'e boşboğaz olmadığımız konusunda katılıyorum. 🙂
• Ellerine bakıyordu, günden güne yaşlanan ellerine. O şişmiş damarın maviliğinde anladı son on yılın nasıl geçtiğini…
ne kadar güzelmiş.
Şapkadan sanarız ama ellerdir tavşanı çıkaran yürekten, sürprize gebe olsun günler…
aynı anda her işi yapamayacağınız gibi, aynı anda herkese de cevap yazılamaz ki:)
ama arada bir tombaladan çıkana, şanslı tavşana laf atsanız fena olmaz 🙂
Ben cevap vermemeye devam etmeniz konusunda ısrarcıyım. Zaman zaman yersiz polemikler içerisinde buluyor kimi insanlar kendilerini ve o güne kadar sahip oldukları intibayı yerle bir edip, saygınlıklarını kaybediyorlar.
Öte yandan yazılarını,kitaplarını okuduğum, sesini dinlediğim, kendisini izlediğim insanlarla -kısaca sanatçılar da diyebilirim- iletişim kurmak isteyen bir insanım. Ancak sanal ortamlarda, hızla verilmiş cevaplar yerine, rakı masasında saatlerin takip edilemediği muhabbetleri veya herhangi bir yerdeki lafın lafı açtığı sohbetleri yeğlerim. Takdir edersiniz ki ikincisi pek mümkün bir istek değil, dolayısıyla iletişim kur(a)mamayı "tercih ediyorum".
Tabi bunun tam tersini düşünen insanlar da olacaktır. Cevap vermeme kararınızı bir de onlar açısından değerlendirmelisiniz…
Yorumlara cevap yazma konusundaki çekingenliğiniz edebiyatın belki de ilk defa bu kadar interaktif bir hale gelmesi, bununla ilgili de önceki yazarların yazdıklarından öğrenilebilecek bir yazar duygusu, tavrı bulunmaması olabilir mi? Yeni çıkmış bir kitap, bir imza günü, bir roman karakterini oluşturmak nasıl bir histir, nasıl yaşanır, pek çok yazarın hakkında yazmış olduğu konu. Ama bitmiş bir yazının ardından daha parmaklar sıcaklığını kaybetmemişken yazının yorumlandığını görmek? Tolstoy'un başına gelse onun da nutku tutulurdu bence, canınızı sıkmayın 🙂