Aman dikkat, klasiklere zarar gelmesin!

Klasiklerin çizgi roman formatına dönüştürülmesi kimilerine göre “hap” yapılmaları anlamına gelmişti. Aslında böyle seslerin yükselmesi sevindirici. Demek ki, klasikler ya da Türk ve dünya edebiyatının önemli eserleri, büyük bir hassasiyet ve sahiplenmeyle okunuyormuş da haberimiz yokmuş. Unutmayalım ki, 20-30 yıl öncesine kadar çoğu klasik, sadeleştirilmiş, çeviri kayıplarıyla basılmış, geçiştirilmiş halleriyle zaten “hap” olarak sunuluyordu bize. Gelin, bize dünya klasiklerinin özetlerini ezberleten eğitim sistemini tartışalım. Klasikleri kitaplardan okuyan değil, filmlerden izleyen bir kuşak var. Bu bilgileri bir kenarda tutarak şunu da söylemeliyim; çizgi romanlar ile romanların asıllarının mukayesesini çok da anlamlı bulmuyorum. Has edebiyat okuru, her zaman olduğu gibi eserin aslını arayıp bulacak, yazarın dünyasına sadık kalacaktır. Önemli olan –tıpkı sinema örneğinde olduğu gibi- uyarlamanın nasıl yapıldığı, çizgi roman çevirisinin ve baskısının ne derece özenli olduğudur. Biri, bir diğerinin “yerine” değildir bence.

İyi bir uyarlama, gerçek okurda –eğer okumamışsa- aslını okuma isteği uyandırır diye düşünürüm. Bence, okumayı bir boş zaman eylemi olarak gören zihniyetten ya da hafifleştiren bir bakış açısından daha sorunlu değildir çizgi roman uyarlamaları. Üstelik çizgi roman başlı başına harika bir dünya vaat eder okura. Sarsılmaz, kemikleşmiş bir okuma sevgisi var da, çizgi roman uyarlamaları bunu mahvedecek diye düşünen var mıdır gerçekten? Çocukluğumda, Milliyet Çocuk dergisinde, İsmail Gülgeç desenleriyle İnce Memed’i okumuştum. Harikaydı. Bu deneyim, eserin aslını okumamı ve büyülenmemi engellemedi elbette. O zamanlar, ticari bir algı olmadığı için herhalde, böyle tartışmalar olmamıştı. Şimdi şunu sormalı; klasiklerden uyarlanan çizgi romanlar geçen yılın gündem yaratan ticari başarılarına imza atmasaydı bu sorular sorulur muydu? Bütün dünyada yıllardır var olan uyarlamalardan-kitaplardan söz ediyoruz.

Sorun biraz da bizim “yeni” tanışıklığımız. Üstünde durulması gereken nokta bu tanışmanın gecikmiş olması. Bu kadar iyi çizerin olduğu bir ülkede bu konuda büyük bir sıçrama yapılamamasına üzüldüğümü söylemeliyim. Klasiklerden yapılan uyarlamaların çoğunu okudum. Sevdiklerim de oldu sevmediklerim de. Aslının çok altında kalan, hatta yanlış yorumlayan örnekler de vardı, sağlam desen ve senaryolarla hayal dünyamda yeni kapılar açanlar da. Edebiyatta olduğu gibi, çizgi roman dünyasının edebiyat uyarlamalarında da bir genellemeye gitmem. O ticari fırtınayla çok aceleye getirilmiş örneklerin basıldığını gördük. “Böyle bir kâr kapısı var, hadi biz de gidelim, yurt dışından şöyle ya da böyle bir seriyi satın alalım,” zihniyeti kısa sürede okurdan cevabını aldı sanırım. Okuru küçümsememek gerekiyor. İyi hava kötü havayı kovuyor neyse ki…

Yorumlar (5)

kitapların sinema uyarlamalarına tedirgin yaklaşımım vardır. genelde yazarın okuyucuya bıraktığı yorumlamalar, senaristler ve yapımın bütçesi, yönetmenin görüş açısıyla sınırlandığı için hayal kırıklıklığı yaratan yapımlar çıkıyor ortaya. klasikleri çizgi roman biçiminde sunmanın oldukça orjinal bir fikir olduğunu düşünmüştüm ntv kitap serinin reklamlarını yapmaya başladığında. ama "bir de böyle okuyun" çağrısına kulak vermedim. macbeth in bir parçasını evde bulduğum lise edebiyat kitabından okumuştum ilk okuldayken. o zamanlarda bile çizgi romanından olsa okumazdım dedim. kendim için yorumum bu oldu ama çizgi roman kültürünü hafife alacak kadar bu kültüre uzak değilim.

Ben bu furyayı iki şekilde anlamlandırıyorum.

Birincisi daha önce okuduğum bir romanı hatırlamak istediğimde çok faydalı oluyorlar. Örneğin geçenlerde Boutique Yayınları'nın "Odysseia"sını okudum. Hem çizgilere daldım, hem de okuduğum o koca kitabı hatırlamış oldum.

İkincisi ise, okumak isteyip okuyamadığım kitaplara giriş yapıyorum. Misal Fahrenheit 451'i yakın bir zamana kadar okumamış/izlememiştim. Çizgi romanı görünce hemen aldım, hikayeye bayıldım ve ertesi gün gidip romanı da aldım.

Burada okuyucuların dikkat etmesi gereken nokta kitabın asıl yazarının izniyle çizgi roman haline dönüştürülmüş olmasıdır diye düşünüyorum.
( Örneğin okuduğum F.451 çizgi romanının ön sayfasında "yazarı Ray Bradbury'un izni ve ön sözüyle" diye bir başlık vardı. Kitapta olmayan bu ekstra önyazıyı okumak oldukça keyifliydi.)

Ben işe iyimser tarafından bakıyorum. Belki kitap okuma alışkanlığı olmayan çoğunluk, çizgilerin büyüsüne kapılıp çizgi romanlardan başlar okumaya…

Yazınızı okuduğumda ilk aklıma gelen ''Kramer Kramer'e Karşı'' romanının okuduktan sonra,filmini sonradan izlediğimde, film güzel olmasına karşın kitabın verdiği hazzı alamadığımı fark etmiştim ve bu filme aktarılan her kitap için böyle oldu.Klasiklerin çizgi roman olarak çizilmesi yada beyaz perdeye aktarılmasına çok sıcak bakmasam da,çizgi romanlardaki yazı ve renklerin harekete dönüşmesi ve uygulamadaki çoğulcul başarı sinema perdesinden kimi zaman gözüme daha başarılı gözüktü…

Yapıtların aslı, başka bir sanat dalıyla harmanlandığı zaman her zaman salt olan çizgiyi aşmak zorundadır. Ki böyle olmalıdır da zaten. Bir romanın sinemaya birebir aktarılması bence hikayenin görselleştirilmesinden başka bir şey değil. Fakat romanın aslına sadık kalınmayan, hatta hikayenin en önemli noktalarını es geçildiği, sadece heyecan uyandıracak bölümlerin çekilip sunulduğu binlerce film var.
İş klasiklerin çizgi-roman serilerine gelincede bu tehlikenin gerçekleşmesi de kaçınılmaz olacak ama ben de umutluyum bu durumdan. Kafka'nın Dava'sını çizgi-romandan okuduktan sonra, romanı tekrar okudum ve zihnimdeki imge daha da zengin ve karanlık oldu. Çizgi-roman türüne çok yabancıydım üstelik. İlk deneyimimdi de diyebilirim. Ama benim için farklı bir dünyaya açılmış kapıdır.
Keşke herkes aç gözlü okurlar olsa. Kitap okumayı boş zamanları doldurmak için okuyan kitleyi biraz olsun karşı kıyıya geçirme olasılığı taşıya bilir. Ve belki de etkilenip aç gözlü okurlar olabilirler…

Kitaptan çizgi romana veya sinemaya uyarlanan eserlerin bilinçsizce eleştirildiğini düşünüyorum.Her sanat eseri kendi gerekilikleri ölçüsünde uyarlayacağı kısmı ele alır. Kendi yapısına zarar vereceğini düşündüğü fazlalıkları ise çıkarır. Bu fazlalık diye adlandırdıklarım kitap okurunu en derinden yakalayan yerler olabilir. Ancak, sahneler arasında bir tekrara sebep oluyor ya da eserin özü için yanlış ise (sinemadaki diyaloglarda sanatlı bir dil olmayacağı gibi) sanatçı tarafında görsel sanat eserlerinden bu sahnelerin çıkarılması gerekir. Aslında tüm sanat eserlerinin yapısı hakkında fikir sahibi olunursa eleştiriler daha sağlıklı olur. Paul Auster'in Cam Kent romanının çizgi roman uyarlamasını okumuştum. Beni daha önce hiç okumadığım Auster'in kitaplarını almaya sevketmişti,çok iyi olmuş aslında. Sizin de benimle aynı fikirde olduğunuzu görmek ise beni ayrı bir sevindirdi.

bir yorum bırakın