Ankara dediğin bir büyük yalan Şekip!

Levent Cantek, Dumankara/Hayat Bir Yangındı
cildiyle başlattığı Ankara Üçlemesi grafik roman dizisine Emanet Şehir’le devam
ediyor. 
Yanında da önceki cildin iki öyküsünde birlikte çalıştığı Berat
Pekmezci var.

Cantek bu anlatısında, Dumankara ile
başlattığı havayı sürdürmekle kalmıyor, yapıyı bir basamak yukarı çıkarıyor. Cumhuriyetin
kurucu kadrolarının elinden aldığı itibarla, kendini önemli hissetmeye başlayan
ve neredeyse bu yalana inanır hale gelen 1940’ların Ankara’sını sadece dekor
olarak kullanmayan, doğrudan hikayenin önemli bir karakteri haline getiren bir
grafik roman var elimizde. Neredeyse vücuda gelip salınan Ankara’nın ve
Şekip’in hikayesinde fon ise o yılların siyasi haritası ve tümüyle dünya. Üstelik
bu siyasi coğrafya ve Cumhuriyet tarihi kazısında, bir başka açıdan da cesur
karar veriyor Cantek. Anlatının kahramanı/merkez figürü, mitoman
diyebileceğimiz bir yalancı. Kendi yalanına inanan Ankara’yla yalanlarla
yürüyen Şekip’in buluşması benzersiz bir alt okuma olanağı veriyor. Siyasi ve
entelektüel bir çevrenin içinde omurgasız ve değer yargısız bir karakter olarak
salınan Şekip, bir anlamda övgülerle ve başarı menkıbeleriyle aktarılan
Cumhuriyet Projesi resmi tarihine, ters köşeden ve sivil bir cevap olarak
karşımıza çıkıyor. Şekip’in dokunduğu kişileri de birer alt hikayeyle, diyalog
özellikleriyle tip olmaktan çıkarıp karaktere dönüştürebiliyor hikaye. Levent
Cantek’in en büyük başarısı da burada gizli; yazdığı bütün karakterlere aynı
mesafeden yaklaşabiliyor. Bütün karakterleri eşit ölçüde anlamaya çalışan bir
yazar var karşımızda. Bu da okurla hikaye arasındaki olası zaviye farklarını
ortadan kaldıran bir tercih.
Evet, ortaya benzersiz bir Ankara manzarası,
dönem aktarışı çıkıyor çıkmasına ama gelin biz yine de büyük resmi oluşturan
küçük hikayelere odaklanalım. Fahriye’nin hikayesine vurulalım örneğin.
Orhan’ın ani parlayışlarında bir kuşağın varoluşuyla yüzleşme tedirginliğini
görelim. Doktor’un cümlelerinde aklın sesini arayalım. Ya da isterseniz bütün
bunları bir kenara koyup, bir okur olarak benim aklımı başımdan alan o
olağanüstü Emel hikayesinde kaybolalım. Levent Cantek bu yazıyı okuyorsa bilsin
ki, Emel hikayesi kıskandırıcı güzellikte. Başlı başına bir film, bir roman
konusu yatıyor orada. Müthiş.

Berat Pekmezci, sadece karakter tasarımında
değil kareleme ve her bir karede oluşturduğu bakış açısıyla da okuru hemen
anlatının içine alan bir iş çıkarmış. Siyah-beyaz dengesini, karakterin ruh
halini iyi yansıtan gölgelemeleri, konturları seven ifadeler önemli bir katkı
sağlıyor. Nurullah Ataç gibi gerçek karakterlerin hemen anlaşılacak sadelikte
aktarımı kadar, Cantek’in senaryosundan gelen Orhan Veli, Mithat Cemal Kuntay
gibi isimlere gönderme yapan karakterlerin tiplemeleri çok iyi. Dönemin
gerçekliğini ve ruhunu iyi yakalayan Pekmezci, grafik romanın panellerine
yerleştirdiği sürprizlerle hikaye içinde bir hikaye yaratmayı da başarıyor. Hem
dengeli, hem detaycı. Okurlara özel ricam, karelerde sadece konuşma
balonlarının içine bakmakla yetinmeyip detaylara odaklanın. Genelde
karakterlerin göz seviyesinden gördüğümüz kareler, hikaye ile aramızdaki
mesafeyi daraltıyor ve çok daha hızlıca o yılların Ankara’sında dolaşmamızı
sağlıyor. Üstelik Berat Pekmezci kitabın tasarımıyla da şapka çıkarmamızı
sağlıyor. Tasarım dediğimizde, bir hayranlık cümlesi de “Sonsöz” için olsun. Bu
bölüm, özellikle kitabın geçtiği dönem hakkında bilgi sahibi olmayan okurlar
için bulunmaz kaynak. Başlı başına edebi bir metin.

Emanet Şehir, sadece grafik romancıları değil,
edebiyat tarihinden siyasi tarihe, zamana yayılmış büyük anlatılardan küçük
insan hikayelerine odaklanmayı seven herkesi mutlu edecek. Şekip, Levent
Cantek’in edebiyatımıza armağan ettiği bir karakter olarak hafızalarımızdan
silinmeyecek.

Rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Emanet Şehir,
Levent Cantek ve Berat Pekmezci’nin, Türkiye’de grafik roman alanına takla
attıracak bir katkısı olmuş. Bugüne kadar bu alanın çok seçkin örneklerini
gördük, o yüzden “ilk/tek” gibi abartılı sıfatlara girmeyeceğim, takla attırmak
tam da bu anlamda kullandığım bir yakıştırma. Anlatısını zamana yayışı,
atmosferden yoğunluklu yararlanışı, meselesi ve özellikle de karakterlerin
yazılışı ve çizilişi ile alanına ters takla attıran bir kitap Emanet Şehir.

Ama aklıma gelmişken Levent Cantek ve Berat
Pekmezi’ye, Şekip ile Orhan’ın hamama gittiği sahne ile ilgili bir soru. Acaba
o yıllarda hamamda plastik terlik mi giyilirdi ahşap takunya mı? Aslında cevabı
da belli: Kadı kızında kusur arayan okurdan uzak durunuz!

bir yorum bırakın