Az Yaşam Üstü Az Roman

Sözü önce
José Ortega Y Gasset alsın. “Roman Üstüne Düşünceler” isimli denemesinin ilk
satırlarında şöyle diyor üstat: “Yayıncılar, roman piyasasının daraldığından
yakınmaktalar. Gerçekten de eğilim, aslında eskiden olduğundan daha az sayıda
roman satılıyorken, ideolojik içerikli yapıtlara olan talebin artması yolunda.
Bu yazınsal türün çökmekte olduğunu ileri sürmek için romanın, kendinden
kaynaklanan daha içsel nedenler bulunmasaydı bile, kuşkulanmak için bu istatistiksel
veri yeterdi. Kimi dostlarımdan, özellikle de bazı genç yazarlardan bir roman
yazmakta olduklarını işittiğimde, bunu nasıl olup da sakin bir ses tonuyla
söylediklerine pek şaşıyor, onların yerinde olsam tir tir titrerdim diye
düşünüyorum. O sükûnetin altında büyük çaplı bir bilinçsizliğin yattığından
kuşkulanıyorum, belki de haksızımdır, ama başka türlüsü elimden gelmiyor işte.
Öyle, çünkü roman yazmak her dönemde pek güç bir iş olmuştur.”

Bu
satırlar 1925 yılında kaleme alınmış. (Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman
Üstüne Düşünceler / Çeviren: Neyyire Gül Işık / YKY)
Farklı bağlamlarda da
olsa, roman sanatının çöküşü konusunda zamanının ötesinde bir tahminde bulunmuş
José Ortega Y Gasset. Bu satırların neredeyse doksan yıl sonrasında, bir
çöküşten değil ama ana akım roman anlayışında kısırlaşmadan ya da bel
bükülmesinden söz etmek mümkün. Bu tahmini, doksan yıl öncesinden bugüne
okuduğumuz kadar, bugünden yarına da okuyabiliriz rahatlıkla. Romanı, olay
örgüsüne ve/veya edebi “ben bilirim”ciliğe teslim edenin vay haline. Gasset,
Sanat yapıtı maddesinden fazla biçimiyle yaşar, özünden yayılan güzelliği,
yapısına, organizmasına borçludur,”
derken, romanı meydana getirenin konusu
olmadığına vurgu yapıyor. Romanın malzemesinin her şeyden önce hayalî psikoloji
olduğunu söyleyen yazar, türün “şişkinlik” değil “yoğunluk” gerektirdiğine
işaret ediyor. Romanın çöküşünü engelleyecek olan da, anlatıda-dilde-kurguda ve
dış dünya-yazın dünyası dengesinde o yoğunluğu yakalayacak cesaret.

Orhan
Duru
, elinde cesaretten bir bastonla girişmiş “Az Roman”ı yazmaya. Duru’nun
ölümünden sonra, o dönemde asistanlığını yapan Burak Fidan tarafından yayına
hazırlanmış roman. Tanışmalarının ertesi günü, Orhan Duru’nun evinde “koşullar
gereği” kaldığı gecenin bir yarısı “Burak uyan, bizi kıyak bir otele
kaçırmışlar,” bağırışıyla uyanır Burak Fidan. “Az Roman”ın yolculuğu tam da o
anda başlar. Şimdi de sözü Burak Fidan’a verelim: “Az Roman, yazarı tarafından
tamamlanmış bir roman mı? Bu sorunun yanıtını Orhan Duru’nun zengin düş gücünde
aramak gerekiyor. Düşünün ki bir adam, gerçekliğin de, düşlerin de üzerine
sıçrayarak, yarattığı roman kahramanına, bana, ölümünden sonra romanının
kaderini bıraksın. Böylece kendi yarattığı roman kahramanı yapıtını tamamlasın.
Prodikos’un “Hastalıkla sağlık, ölümle yaşam arasında fark yoktur” dediği gibi,
Az Roman’la yaşam arasında da fark yoktur. Bu yüzden romanın kurgusu yazar
tarafından tamamlanmamış olsa biler yazarın yaşamı tarafında tamamlanmıştır.”

Romanı
okurken, bir yanıyla dünyayı ve edebiyatın ölçü birimlerini umursamayan, bir
yandan da kendiliğinden görkemli bir şiir yazan bu sahne gözümün önündeydi. Bir
büyük yazarın, ömrünün son günlerindeki “taze yazarlık günleri”. Olağanüstü.
Kimi zaman, “Az Roman’ın yazılma süreci bir tiyatro oyunu olsa keşke,” diye
düşündüğümü itiraf etmeliyim.

Şimdi
sözü, sözün sahibine, Orhan Duru’ya 
verelim: “Niye az roman? Hiiiç. Belki de güncele yaşamımızda içine
düştüğümüz saçmalıkları yazıda da yürütmek istiyoruz. Ve bu yaptığımızın klasik
romanla bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Bu yazış biçiminin salt bize ait
olduğunu söyleyemeyiz. Romancılığın babası Cervantes, Don Quijote’u yazarken
toplama ve yığma yöntemini kullanmıştı. Biz de bir bakıma aynı şeyi yapıyoruz.”

Yaşamı
romana, romanı yaşama dönüştürmek-eşleştirmek olgusu, kısa-vurucu-gelenekten ve
gelecekten beslenen dili, bir olay örgüsü içinde olaysızlaştırma yetenekleriyle
gencecik bir roman elimizdeki. Dolayısıyla “Az Roman”ı sadece yazılış süreci ya
da bir ustanın ilk ve son romanı olması üstünden değerlendirmek fena halde
yanlış olur. O noktada “Raskol’un Baltası” kafamıza iner.

Bu
noktada da sözü “Edebi Şeyler”in yayın dizisi Raskol’un Baltası’na ve serinin
manifestosuna verelim: “Edebi hiza aramıyoruz, çağımız hakkında kişisel
patlamalar arıyoruz. Anlatıyı kısıtlayan kuralları tanımıyoruz, kuralların
alaşağı edilmesinden zevk alıyoruz. Genç yazarlara yazmaya devam edecek mi diye
bakmıyoruz, tek kitap olsun ama yazarla çağı arasında bir çarpışma olsun, biz
sahiciliği arıyoruz. Yüksek edebiyat bize alçak geliyor, yüksek edebiyatın
baskısına hayır diyen yazarları arıyoruz. Roman, hikâye nasıl yazılır diye yaratıcı
yazarlık kurslarına giden yazarları değil, içindeki kimyaya teslim olan
cesareti arıyoruz. Çatışkan Raskolnikov’lar arıyoruz.”

Raskol’un
Baltası serisi ve serinin diğer kitapları başka bir yazının konusu. Genç,
dinamik ve çağıyla çarpışan bir anlatının peşinde koşanlar için Orhan Duru’nun
“Az Roman”ıyla bitirelim sözü: “Şimdilik az pilav gibi Az Roman da azar azar ve
dikkatli bir biçimde çoğalıyor.”

İyi
okurun, böylesi bir çoğalmaya her zamankinden çok gereksinimi var. Elinde
Raskol’un Baltası ile zamanın ötesine yürüyen Orhan Duru’ya selam olsun.

 

Yorumlar (1)

yazılarınız çok güzel olmuş bende hikaye sitesi yapıyourm siteniz bana ilham verdi. taktirlerimi sunarım.

bir yorum bırakın