Bir ilk: U2 ile röportajın hikayesi…

Mikrofonu alır almaz “Moon River” söylemeye başlıyor The Edge. Bono da katılıyor ona. Ürkek bir sesle ben de başlıyorum melodiyi mırıldanmaya. Torino Olimpiyat Stadyumu’nun ortasında bir yerde Bono, The Edge ve ben “Moon River” söylüyoruz. Bir an “The Joshua Tree”yi ilk dinleyişim geliyor aklıma. Elbette heyecanlıyım. Dünyanın en büyük rock grubu ve benzeri yaldızlı tanımları es geçen bir heyecan bu. Gençlik yıllarımın bir görüntüsü beni benden alan.

5 Ağustos 2010. Torino Olimpiyat Stadyumu. 360˚ Konser Turu’nun Avrupa ayağı Torino’da başlıyor. NTV adına Bono ve The Edge ile röportaj yapmak üzere stadyumun yolunu tutuyoruz. Kameraman arkadaşım Oktay Taşkın ve Pozitif’in meleği Işıl Kılkış’la daha takside gerginlik kahkahaları atmaya başlıyoruz. Stadyumun kapısında Universal’in Londra bürosundan Rob karşılıyor bizi. O kadar sıcakkanlı ve dostça davranıyor ki, gerilimimizin yarısını anında alıyor. Basın çıkartmalarımızı göğsümüze yapıştırdığımız anda kendimizi ekipten hissetmeye başlıyoruz. Oktay, stadyum önünde çadır kuranların, prova sonrasında grup üyelerini görme hayalleri kuranların detay görüntülerini almakla meşgul.

Stada girince Live Nation’dan Francis’le tanışıyoruz. Bütün bu röportaj işinin kilit ismi Francis. Tanıdığım en sıcak kanlı ve en profesyonel insanlardan biri. Kırk yıllık dostumuzmuş gibi davranıyor ama bir yandan da röportaj ile ilgili bütün detayları kontrol ediyor. Onun kontrolü olmadan tek bir adım atamayacağımızı anlamış durumdayız. Adımı telaffuz etmekte zorlanıyor, “Yek” diyor bana. O andan itibaren, iki gün boyunca beni her görüşünde, “e” harfini uzatarak “Yek” diyor. Röportaj için 5 dakika verebileceğini söylüyor. 7 dakika için pazarlık yapıyorum. Beşinci dakikadan itibaren sırtıma vurmaya başlayacağını söylüyor. “Ne olursa olsun yedinci dakikada keseriz,” diyor. (Sonuçta 11 dakika röportaj yapmayı başarıyorum ama aklımdaki soruların hepsini sormaya kalksam 30 dakikadan aşağısı kurtarmaz bizi. Kabul etmekten başka çaremiz yok!)

Ayrıca bir fotoğraf çekimi yapmak mümkün değil. Bono ve The Edge ile çekilmiş “röportaj hatırası fotoğrafı” hayali anında suya düşüyor.

Derken “Geliyorlar!” diye bir ses duyuyorum. Bono ve The Edge röportajı yapacağımız alana doğru geliyorlar. Bono, belini tutarak yürüyor. Kuliste başladıkları bir muhabbete devam ediyorlar, gülüşüyorlar. Ankara’da üniversite öğrencisi olduğum yıllarda, arkadaşlarımızla toplanıp “The Rattle and Hum” konserini VHS videolarda izlediğimiz günleri düşünürken Bono ile tokalaştığımı fark ediyorum. Gülümsüyor bana, adımı soruyor. The Edge de, Bono gibi sert-kararlı tokalaşıyor.

Oktay’a bakıyorum. Kayıt başlamış durumda. The Edge mikrofonu alır almaz, “Moon River” söylüyor. Şarkının bitişiyle konuşmaya başlıyoruz.

Bu röportaj için teşekkür ediyoruz. Avrupa’daki başlangıç noktanızdayız. Gelecek ay sizi Türkiye’de, İstanbul’da ağırlayacağız. Türkiye’deki hayranlarınız sizi yıllardır bekliyordu. Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz?

Bono: Türkiye’ye geleceğimiz için biz de çok heyecanlıyız. Özellikle de İstanbul’a geleceğimiz için, zira çok efsanevi bir şehir. İrlanda’da büyüdük. Büyük şair William Butler Yeats’in en önemli şiirlerinden biri İstanbul’la ilgiliydi. Bizim için efsanevi bir yer. Orada bizi dinlemek isteyenler olduğunu duyunca çok sevindik.

Bu büyük ve inanılmaz şovla ilgili bir şeyler anlatabilir misiniz?

The Edge: Ne bilmek istersiniz?

Siz ne anlatmak isterseniz.

The Edge: Bilet fiyatlarını düşük tutmak için dış mekanda çalmayı düşündük. Diğer yandan hayranlarımıza da yakın olmayı istedik. Arkamızdaki bu karmaşık yapı da, mümkün olduğunca hayranlarımıza yaklaşmamızın bir yolu. Böylesine büyük bir yerde samimi olma fırsatını yakalamak, saçma gelebilir. Ama şovu izleyince, etrafımızdaki herkes tarafından görülebilir olduğumuz için çok samimi bir sahne olduğunu görebilirsiniz.

Bono: Birçok rock şarkıcısını dinlerken müziği duyarsınız ama grubu göremezsiniz. Her bir koltuğun, çok geride bile olsa tüm koltukların en iyi yer olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Bu tecrübenin herkes için eşsiz olması için bir yapı hazırlamaya karar verdik. Bunun arkasındaki düşünce buydu. Birçok konser izlemiş biri olarak bazı büyük konserlerde hayal kırıklığı yaşadığım oldu. U2 hayatta olmakla ilgili. Müziğimizden, albümden büyük ölçüde memnunuz ama yalnızca… Ne diyebiliriz? Bu bir başlangıç. İlk nokta. Sesler büyüyor ve bazı hayatları değiştiriyor. Eğer müzikle ilgilenen biriyseniz bizi izleyeceğiniz yer burası.

Her zaman çok görkemli konserler veriyorsunuz. Küçük kulüplerde, barlarda çalmayı özlüyor musunuz? Daha az sayıda dinleyici karşısında belki.

The Edge: Onu da yapıyoruz. Ara sıra onu yapıyoruz. U2’nun müziğinde böyle büyük mekanlara uyan bir şeyler var. Gittikçe konser mekanlarımız büyüdü. Daha önce “Bundan büyük olmasın” dediğimiz oldu, ama baktık oluyor. Kendimizi çok rahat hissediyoruz.

Bono: Müziğimizin tepesinde bir çatı yok. Opera tarzında bir müzik. Film yapımcılarını düşünün. Francis Ford Coppola’yı… Büyük boyutlarda çalışan kişileri. Fellini’yi… Büyük duygular söz konusu. Dünyanın her yerinde sahne aldık. Amerika’da, İngiltere’de. Bir kulüpte 11 kişiye çaldık. Çok dolaştık ama bu tür mekanlarda bir heyecan var. Eğer mekanla, müzik uyum sağlarsa. O zaman çok özel bir deneyim oluyor. Ama müzikle uymuyorsa, hoş olmuyor. Çok futuristik bir hava hakim. Uzay gemisini andırıyor. Kendi şovumuzdan söz etmiyorum. Bu stadyumlar böyle. Şehrin dışında tuhaf görünümlü yerler. Biz de uzay gemisiyle oraya iniyoruz sanki. Çok 21’inci yüzyıl tarzı. 21’inci yüzyıl için…

Tabii Orta Doğu konusunu konuşmak isterim. Şu anda Orta Doğu’daki politik durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Obama’nın ve David Cameron’ın politikaları hakkında düşünceleriniz neler?

Bono: Bildiğiniz gibi biz İrlandalıyız. Belki de benzeri şekilde tatsız ve karmaşık durumlar yaşamış bir milletteniz. Orta Doğu’da olanlar İrlanda’da olanlardan çok farklı değil. İrlanda’da asla barış olmayacağı söyleniyordu. Kontrol altına alınması zor bir durumdu. İki taraf da İrlanda’da olup bitenler hakkında çok ateşli, çok öfkeliydi. Bir kelime var. Kötü bir kelime haline geldi, ancak dilimizdeki en güzel kelimelerden biri. O kelime “uzlaşma” İrlanda ödün vererek huzurlu bir yer haline geldi.

Bill Clinton, Tony Blair gibi liderler, sınırın iki tarafındaki İrlandalı liderler sayesinde. Orta Doğu’ya baktığınızda her yerde adaletsizlikleri görüyorsunuz. Bahçelerinin üstünden roketler yağan İsraillilerden, kümeslerde yaşamak zorunda kalan insanlara. Her yerde insan haklarının ihlal edildiğine tanık oluyorsunuz. Grubumuz her zaman Uluslararası Af Örgütü’nün üyesiydi. İnsan haklarının ihlaline karşıyız. Nerede olursa olsun. Taraf olmuyoruz. İrlanda’daki mücadelede de taraf tutmadık. Hiçbir mücadelede taraf olmadık. Ödün denilen o çok değerli kelimeye inanıyoruz. Liderler cesur olur, riske girerlerse, yapabileceklerini düşünmedikleri şeyleri yaparlarsa Orta Doğu’ya barışın geleceğine inanıyoruz.

Son iki sorum. Jack White ve Jimmy Page ile bir araya geldiniz. Gerçekten muhteşemdi. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

The Edge: Büyük saygı duyduğum iki gitarist ile bir araya gelmek harikaydı. Az kalsın yoğunluğum yüzünden yapamayacağım bir projeydi. Ama ne kadar yoğun olsam da, bunun gibi harika bir şeye vakit ayırmalıyım dedim. Gerçekten de müthişti.

Benim de en beğendiğim gitaristlerden birisiniz. Son sorum. Türkiye’deki dinleyicilerinize ne söylemek istersiniz? İstanbul’da onlarla buluşmadan önce söyleyecekleriniz var mı?

Bono: İstanbul’da bir dinleyici kitlemiz var. O sıradışı şehirde, o sıradışı kültürde. Öylesine karmaşık, öylesine büyüleyici bir kültürde. Umarım şarkılarımızı dinleyenler vardır. Umarım normalde radyoda şarkılarımızı çalmayanlar, şarkılarımızı çalar. Böylece şarkılarımız öğrenilir. Ve umarım konserimizi izlemeye gelenler, hayatlarının en güzel gecesini geçirirler. Çünkü sahneye çıktığımızda bunu istiyoruz. Bizim için her gece, hayatımızın en güzel gecesi. Sahneye bu düşüncelerle çıkıyoruz. Dördümüz için çok özel bir duygu. O kimyayı yakalamak. Biz Dublin’den çıkmış, basit bir gruptuk. Rock and roll’un ana renkleriyle yola çıktık. İçinde birçok duygu barındıran, adaletsizlikle yüzünden öfke barındıran, hayat ve sevgi konularında tutku içeren bir müzik yapıyoruz. Siz de bunlara sahipseniz, güzel bir gece geçirebilirsiniz. Eğer sahip değilseniz, konserimize gelmeyin.

Siz Türk dinleyicilerinize bir şeyler söylemek ister misiniz?

The Edge: Sonunda Türkiye’ye gideceğimiz için çok mutluyuz. Bono’nun söylediği gibi, tarihi açıdan çok zengin bir ülke. Türk lokumunu çok severdim. Doğuya açılan kapı orası. Gitmeyi dört gözle bekliyoruz.

Bono: Boğaziçi Köprüsü’nden yürüyerek geçmek çok özel bir an olacak. Çok teşekkürler.

Beşinci dakikadan itibaren Francis sırtıma dokunmaya ve sürenin bittiğini hatırlatmaya başlıyor. Hatta yedinci dakikada “son iki soru” olduğunu belirtmem gerekiyor. Francis son soru olmasında ısrar ederken, Bono araya giriyor ve “İki olsun,” diyor. Politika, müzik, kişisel meraklar… Sorulacak çok şey var ama zaman bitiyor. Türkiye ile ilgili fikirlerini sorup noktalamak zorundayım.

Tokalaşıyoruz. Bitiyor.

Sonunda U2 ile röportaj yapan ilk Türk televizyonu NTV oluyor. Oktay’la işimizi yapmış olmanın rahatlığıyla eşyamızı topluyoruz. Bütün bu operasyonu rahat bir geziye dönüştüren Işıl’la sarılıyoruz birbirimize.

U2 röportajını mümkün kılan herkese teşekkür ediyorum. Pozitif, İKSV, NTV, Universal, Live Nation ve bu gezide bizimle birlikte olan gazeteci dostlar; Zülal, Mehmet, Barış, Artanç, Elif, Burcu… Herkese teşekkür.

Gerisi 6 Eylül’de İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda… Bakalım U2 üyeleri, hayal ettikleri gibi Boğaziçi Köprüsü’nden yürüyerek geçebilecekler mi?

Röportajı izlemek isteyenler için: http://video.ntvmsnbc.com/u2-ntvye-konustu.html

Comments (3)

Sevgili Yekta Kopan,
Kıskandım demek yerinde olacak.U2 ile karşı karşıya gelmek, konuşmak inanılmaz.Çok güzel ve akıllı sorularla hazırlanmış bir röportaj.Ortadoğu konusundaki fikirleri ne kadar doğru. Ben de hep düşünmüşümdür.Gelmiş geçmiş en büyük terör örgütü IRAnın ve bitmez denilen terörün bıçak gibi kesilip atılması o dönem siyasilerinin büyük başarısı.Ama iki tarafta dökülen kanlar o kadar fazla oldu ki sanırım sonunda çözüm kendiliğinden geldi.Ortadoğuda uzlaşma için daha çok kanlar akacak korkarım. U2 6 Eylül konseri için sanıyorum İstanbul 2010 kültür başkenti kapsamında geliyor.En önemli detay, U2 konser için gittiği şehrin Çevreci olması şartını koşuyor.İstanbulda şarkılarını ezbere söyleyen kitlelerle karşılaşınca şaşacaklar belki ama İstanbulu çevreci sanıyorlarsa vay hallerine!

ellerine sağlık! biz ölümlüler istanbul'a geldiklerinde göreceğiz ancak onları! kıskandım sanırım biraz:) bu çevrecilik meselesi zorlar biraz onları burada. en basitinden bir boğaz gezisine çıkarsalar (ki kesin çıkarırlar) çöp görmekten yalı bakamazlar. neyse bize bol şans.

sen röportaj yapmış olabilirsin ama ben sahneye çıkarıp dansettiği deli hayranı olmak istiyorum. o yüzden 6 eylül'ü izin aldım stadyum önünde kamp kurup sahne önü şanslılarından olmayı planlıyorum… şaka maka yine kıskandım seni, sevgiler 🙂

Leave a comment