Bir Kol Boyu Mesafe

Bir kafede otururken yan masada, yolda
yürürken otobüs durağında, fazla şekerli bir manzaranın önünde, gece
eğlencesinin en kahkahalı anında, elindeki akıllı telefonu yüzüne çevirmiş,
kendi fotoğrafını çeken birini görmeden gün geçmiyor. Artık herkes biliyor bu
eylemin adını; selfie. Yani bir kişinin telefon kullanarak
kendi fotoğrafını çekmesi ve daha sonra internette paylaşması. Kelime, 2013 yılı içindeki kullanım oranıyla Oxford Dictionary
tarafında yılın kelimesi seçildi. Çağın, dile yeni armağanı.
Suretine bir kol boyu mesafede duran insanlar.
Akıllı telefonu, avuç içlerinde maharetli bir şekilde tutan, yüzlerinin daha
iyi görülmesi için vücutlarını geriye doğru tatlı bir açıyla yatıran insanlar.
Objektifi üstte tutup, kısık gözlerle ve ördek gagası dudaklarla kendi
kendilerine seksi poz veren insanlar. Objektifi altta tutup, şişirilmiş
yanaklarıyla çizgi film karakteri taklidi yapan insanlar. Hatta objektifi
popolarına tutup bootyselfie/buttselfie
çeken insanlar. Liste uzayıp gider. Değişmeyen şey, ortaya çıkan fotoğrafın bir
kol boyu mesafede olması.
Oysa, hikayenin başlangıcı farklı. Tarih
yolculuğu yaptığımızda, ilk dönemlerde bu “kol boyu” meselesinin olmadığını
görüyoruz. Otomatik çekime kurulan makinelerin karşısına geçmek, ancak günümüz
selfie’lerinin ataları olarak kabul edilebilir. Bu bakış açısıyla bilinen ilk
selfie, 1839 yılında kameranın karşısında bir dakikadan uzun bir süre
kıpırdamadan durarak bu deneyi başarıyla sonuçlandıran Robert Cornelius’a ait. Cornelius’un
zorlu çekim sürecinin teknoloji sayesinde birkaç adım öteye taşınmasıyla, 1900
yılında çekilmiş selfie’ye bakınca çok daha derin bir okumayla karşılaşıyor
insan. Kodak Brownie makineyle çekilmiş bu fotoğrafta, objektifin karşısında
bir kadın var. İngiliz tarzı döşenmiş odanın bir köşesindeki raflar
fotoğraflarla dolu. Bunlara bakınca, konuyla ilgilenen, belki de profesyonel
olarak fotoğrafçılık işi yapan bir ortamda olduğumuzu anlıyoruz. Kadın bir boy
aynasını, koltuğun üstüne dayayarak, istediği açıyı yakalamış. Taşınabilir Kodak
Brownie’yi de bir sehpanın köşesine koyarak sabitlemiş. Netliği aynadaki
görüntüsüne yapıp beklemiş. Bakışlarında, günümüzün selfie’lerindekinden çok
farklı bir şey var: Bilimsel bir araştırmanın orta yerinde, sonucu merakla
bekleyen bir insanın gerginliği diyebiliriz.
Tarih yolculuğunu yaparken Velazquez’in
benzersiz Las Meninas’a uğramadan olmaz. Focault’dan Eco’ya çok sayıda ismin
mercek altına aldığı tabloda, aynanın sadece mekanda değil, düşüncede yarattığı
sürekliliğe şapka çıkarıp, merkezde yer alan küçük prenses Margarita Maria’ya
bakalım. Çünkü bu figür bizi  Rus
Granddüşesi Alexandra Nikolaevna’nın 1914 tarihli selfie’si ise bilinen ilk
ergen selfie’sine getiriyor. O tarihte on üç yaşında olan Nikolaevna, fotoğrafı
bir arkadaşı için çekmiş ve yolladığı mektupta da şöyle demiş: “Bu fotoğrafı,
aynaya bakarak kendim çektim. Ama çok zordu, çünkü ellerim titriyordu.”
Oysa 2000’lerden beri adı konmuş şekilde olan
selfie’lerde eller titremiyor. Görünürlüğü üstünde söz sahibi olmak isteyen
bireyin, suretiyle yeniden tanışması çağından geçiyoruz. Bulanıklık sadece
çözünürlükle ilgili bir mesele haline geliyor. Üstelik bunun tedavisi de olası;
akıllı telefon ve internet üstü çok sayıda uygulama ile selfie’ler daha da
özel/güzel kılınabiliyor. Kendinizi daha seksi, daha uzun, daha kısa, daha zayıf,
daha komik gösterebiliyorsunuz. Fotoğraf bir anda 70’lerin havasına da
bürünebiliyor ya da ucu yanık eski bir kare de olabiliyor. Seçenekler dünyası,
suretinizi yeniden üretmek ve dilediğinizce çoğaltmak/paylaşmak konusunda
benzersiz seçenekler sunuyor. Elipsis’in kurucusu Sinem Yörük, sanatatak.com
söyleşisinde, Fotoğraf, her an, herkesin yapabileceği bir eylem haline geldi. Bu da
onu son derece demokratikleştiriyor. Diğer yandan iyi olmak, farkına varılmak için
de çok daha fazla çaba gerektiriyor,”
diye başlıyor söze. Günümüzün akıllı telefon/uygulama/paylaşım siteleri
üçgeninde okunabilecek bu yorum, selfie’ler için de geçerli. Bütün bu
atmosferin pratikteki yansıması ile ilgili olarak da “Böylesi fotoğraflarla insanlar, çoğu zaman, kendilerini olduğu gibi
değil; aslında olmak istedikleri gibi ortaya koyuyorlar. Ayrıca her yenilen
yemek, içilen içki, giyilen kıyafet ve selfie’ler çok sıkıcı bir hal alıyor.
Etkilemekten ziyade tam tersi bir etki yaratıyor çoğu zaman. Herkes aynı
şeyleri yapıp, aynı yerlere gidiyor. İşi basitleştirebiliyor. Bakmaz hale
geliyorsun. Bu durumda, orijinal ve dürüst kalmayı başarabilen beni etkiliyor,”

diyor Sinem Yörük. Orijinal ve dürüst kalmanın olanaksızlaşmaya başladığının
farkında bir yorum.
Kişinin,
bir kol boyu mesafeden, varlığını görünür kılma çabasının, popüler örnekleri
her gün karşımızda. Hollywood yıldızlarından politikacılara, Türk dizi oyuncularından düşünürlere, herkes bir kol boyu mesafeden kendisine bakmaya
uğraşıyor ve dünyayı da bu görünürlüğü ‘beğen’meye davet ediyor. Chomsky’nin
bile selfie’si var sonuçta. “İyi Bir Selfie Nasıl Çekilir?” kitaplarından,
yapılmaması gerekenler kurallarına, görünürlüğü çoğaltmak için kullanılacak
‘hashtag’ listelerine kadar çok sayıda dinamik uçuşuyor ortalarda. Tuhaf
haberlerle de karşılaşıyoruz kimi zaman. Geçen aylarda Birmingham’da bulunan Alabama
Üniversitesi’nde öğrenci olan bir genç kızın, Instagram üzerinden paylaştığı
fotoğraf, sanki etik bir sorgulamayla değil, “Neden bunu daha önce ben
düşünemedim?” gerginliğiyle ayağa kaldırdı dünyayı. Genç kız, üniversitenin
biyoloji departmanında bulunan kadavraların arasına girerek çekmişti
fotoğrafını. Düşlerini göstererek güldüğü selfie’nin arka planında bir ceset
vardı yani. Gelen şikayetlerle Instagram fotoğrafı kaldırdı, okul yönetimi de
inceleme başlattıklarını duyurdu. Haber takibi yapmayacağımız, sonucunu merak
etmediğimiz bir inceleme. Ama emin olduğumuz tek şey, bu fotoğraftan sonra,
genç kızın takipçi sayısında ciddi bir artış olduğu. Belli ki, kızın orijinal
ve dürüst davrandığını düşüneneler çoğunlukta.
Televizyon yayıncılığından reklam sektörüne yayılan bir etki söz
konusu. Bütün bu karmaşa içinde tektipleşen, yok olan bireyin, kendini yeniden
konumlandırmak için bulduğu yol, yeni bir tektipleşmenin başlangıcı.
Özgürleşmeye kaçarken, yeni bir çerçevenin içine sıkışma hali. Etkileri sadece
fotoğraf sanatıyla ya da plastik sanatların farklı disiplinleriyle sınırlı
kalmayacaktır. Otoportrenin mesafesi giderek daraldı. Artık kendimize bir kol
boyu mesafeden, ışığı yüzümüze düşürecek açıları eğilip bükülerek belirleme
kaygısıyla, dünyanın her köşesinde kelimeleri aynı olan bir cümlenin ezberiyle
bakıyoruz.
Yine de arada bir o selfie’lerin fonunda neler olup bittiğine
bakmakta fayda var. Dünyanın garip yolculuğu kendini o detaylarda gösteriyor.

Yorumlar (5)

ne selfieler gördük zaten vardılar..

Harika bir yazı, bayıldım, müthiş tespitler ve göndermeler. Ve sanırım selfienin en güzel sözlük anlamı; bir kol boyu mesafeden varlığımızı görünür kılma çabamız…
Kendi blogumda da paylaştım herkesin okuması için, elinize sağlık.

Bir kol boyu mesafeden kendimizi tanımlama çabamız… Bayıldım!

Merhaba,

Yazınızı yarın ki yazımda, blog umda paylaşabilirmiyim. Link vererek tabi??

Kolaycı anne

güzel bir yazı olmuş, yazınızın bazı bölümlerini aldım, tabi alıntı yaparak. Teşekkürler.

bir yorum bırakın