Bütün fiiller çaresiz kalır


“Bu kitap, benim kitabım değil,” diyor Sibel Oral. Bu cesur söz aslında kitabın dilinin -anlatı dünyasının da belirleyicisi bir anlamda çünkü Sibel Oral, Roboskî Katliamı gibi kanatıcı ve zorlu bir konuyu ele alırken, kitabı doğrudan kendi kitabı olmaktan uzaklaştıran bir mesafeyi yeğliyor. Zorlu bir karar bu. Tanıklığın en can acıtan hallerinde bile -olabildiğince- öznel kalmaya çalışmak. 
“Roboskî’yi ezberden anlatıyordum, boşlukta bir yerden… Hiç gitmediğim, katliamdan öncesine kadar adını bile bilmediğim bir yeri nasıl da ezberden anlatıyor, adaletin tecelli etmesini bekliyorlar, diyordum aileler için. Öyle ezberden anlattıkça suçluluk duygum da artıyordu.” “Toprağın Öptüğü Çocuklar”ın hemen başlarında yer alıyor Sibel Oral’ın bu itirafı. O andan itibaren Oral’ın, Roboskî başta olmak üzere, insanlığın nice derdine uzak olan herkesin ‘sorumluluğunu-yükünü’ omuzlayacak bir yolculuğa çıkacağını anlıyoruz. Kitabın gücü de bu bakış açısından, kendisiyle yüzleşme cesaretinden geliyor zaten.

Söz gerçek sahiplerinde
 
28 Aralık 2011. Şırnak’ın Uludere ilçesinde bir köy. Kimilerine göre Roboskî, kimilerine göre Ortasu. Bu isim farklılığı bile çok şey anlatıyor aslında. Saat 21.39 ile 22.24 arasında atılan dört bomba. Çoğu 18 yaşın altında 34 kişinin öldürülmesi. 28 aynı aileden 34 kişi. Ve katırları… Sibel Oral “Toprağın Öptüğü Çocuklar”da birçoğumuz için ‘uzaklarda yaşanan facia’ ya da ‘operasyon kazası’ olan olayı, hem siyasetin resmi dilinden hem de basının ‘rüzgara göre eğilen’ dilinden uzaklaştırıp, sözü gerçek sahiplerine bırakıyor. Üç yıldır adalet bekleyen Roboskî halkına. Toprağın öptüğü çocukların analarına, babalarına, kardeşlerine… Zorlu bir karar bu. Çünkü Sibel Oral’ın yapmak istediği (ve sonunda yaptığı), sadece halkla söyleşiler kitabı oluşturmak değil. Roboskî Katliamı’nın bütün cümlelerinden oluşan bir sivil tarih metni oluşturmak. Kitabın “Roboskî Katliamı’nın Türkiye Medyasına Yansımaları” başlıklı ikinci bölümü sadece bir toplumsal tanıklık ve sivil tarih metni olmaktan çıkıp iletişim fakültelerinde okutulacak bir metne dönüşüyor. Gazetelerin ve internet sitelerinin olayı nasıl gördüğü, hangi manşetlerle sayfalarına taşıdığı (ya da taşımadığı), nasıl fotoğraflar ve fotoğraf altı metinleri kullandıkları hem istatistiksel verilerle hem de fotoğraflı örneklerle önümüzde duruyor. Özellikle köşe yazarlarının konuyu işleyişlerini tek tek ve arka arkaya okuduğumuzda sadece Roboskî’yle değil, medyanın günümüzdeki haliyle de hesaplaşıyoruz. Bu hesaplaşmadan umutlu çıkmadığımız da bir gerçek. Kitap sadece bu bölüm için bile, herkesin kütüphanesinde bir ‘yüzleşme belgesi’ olarak yerini almalı kanımca.
 
“Elmayı çok severdi”
 
Sibel Oral’ın ailelerle konuştuğu birinci bölüme gelince… Çaresizlik fiilinin sıklıkla geçtiği, bütün fiillerin çaresiz kaldığı bir metin bu. Abisinin ölümünden sonra aklını yitiren D.’nin hikayesini okurken, kanı çekiliyor insanın. O ruh haliyle saçlarını kesiyor genç kız, dertli anneye o saçları buruşuk bir poşette saklamak düşüyor. Saçlara kıyıyor, akla kıyıyor yaşanan öfke…
 
Sibel Oral’ın “Ne okumak istiyorsun?” sorusuna, “Eskiden hemşirelik okumak isterdim ama şimdi ‘adalet’ okuyacağım,” diyen bir başka kız, sadece bu olaydaki değil Türkiye’deki hukuksuzluğu yüzümüze çarpıyor. ‘Adalet okumak’… Daha ne denir ki?
 
Evladını toprağa vermiş bir annenin “En çok ne severdi oğlunuz?” sorusuna verdiği cevap ise, siyasetin öfkeli, aldatıcı ve çıkarcı dilinden çok daha gerçek ve acı bir tokat: “Elma, elmayı çok severdi…”
 
Kitap, kurduğu dil ve dengeyle, kapağındaki ‘İnceleme’ tanımından çok daha fazlasını veriyor. Kimi yerlerde sarsıcı bir roman, kimi yerlerde bir medya eleştirisi… Yazarın, ince bir ipin üstünde elinde öznel -nesnel denge çubuğunu tutarak düşmeden yürümeyi başarmasıyla, son yılların en katkı sağlayıcı ‘kitap’larından birini okumuş oluyoruz.
 
Tuhaf bir benzetme olacak belki ama “Toprağın Öptüğü Çocuklar” bir büyüme öyküsü sanki. Hiç büyüyemeyecek çocukların hikayelerini takip eden okurların büyüme öyküsü. Okuduğumuz her bir satır, bizi bir cümle daha büyütüyor. Yüzleşmeden ve hesaplaşmadan büyüyemeyecek bir toplumun sorumluluğunu yüklenen Sibel Oral sayesinde, korunaklı dünyamızdan çıkıp büyümeye başlıyoruz. İşte bu yüzden “Toprağın Öptüğü Çocuklar” herkesin okumasını istediğim bir kitap. Suça ortak olmak istemeyen, o vicdan yükünü sadece yazarın taşımasına izin vermeyecek herkesin… Şimdilik geride bir cümle var: Roboskî hâlâ adalet bekliyor.

Leave a comment