Cüneyt Cebenoyan: “Yeni Türk Sineması bir regresyon sinemasıdır!”

Cüneyt Cebenoyan, yazılarını ilgiyle takip ettiğim bir gazeteci, sinema yazarı dostum. Altyazı’nın Eylül 2010 tarihli, 98 numaralı sayısında “büyük resme” bakan bir yazı kaleme almış. Cebenoyan, Polonya’nın Wroclaw kentinde düzenlenen Era Yeni Ufuklar Festivali’nde yakın dönemin pek çok yerli filmini tekrar izleme olanağı bulmuş. Bu yoğun izleme (ve paneller, söyleşiler) süreci sonucunda, kişisel olarak geldiği noktayı, ilginç karşılaştırmalar, önemli değerlendirmeler ve farklı bir bakış açısıyla metinleştirmiş. Önemli bir yazı olduğunu düşünüyorum. Yazıdaki kimi noktalar, elbette daha önce çok konuşuldu, yazıldı. Ancak ortaya çıkan tabloyu bir kavram çerçevesinde değerlendirdiğimizde 1990’larda başlayan Yeni Türk Sineması dönemi üstüne, beyin jimnastiği yapma olanağı buluyoruz. Cebenoyan “pek de iddiasız olmayan bir kavram atacağım ortaya; Yeni Türk Sineması bir regresyon/gerileme sinemasıdır,diyor. 12 Eylül’le başlayan bir toplumsal dönüşüm sürecinin beyazperdedeki yansımasının, insani, psikolojik, sosyal açıdan bir gerilemeyi içselleştirdiğini ve teorize ettiğini söylüyor.

Cüneyt Cebenoyan, yazısının bağlamını sadece 12 Eylül’e değil, dünyada neo-liberalizmin yükselişine de oturtuyor. Perspektif genişledikçe değerlendirme detaylanıyor elbette. “Demirkubuz’un Erkekleri” ve “Taşranın Masumiyeti” ara başlıkları yazının genel hatları konusunda bir fikir verecektir. Benim amacım, burada yazının bir özetini vermek değil. Gerçek ilgilinin, yazının aslını okuyacağına eminim.
Ama dikkat çekmek istediğim bir nokta var. Yazının son paragrafını önemli buluyor ve bu bölümün biraz daha detaylı gösteren bir merceğin altına yatırılmasını istiyorum. Şöyle diyor Cüneyt Cebenoyan:

“Yeni Türk Sineması (da) bu çağın insanının geriye bakan, gerilemiş hallerinin temsilini sunuyor. Özellikle erkek tipleri patolojik özellikler gösteriyorlar. Erkek yönetmenler çoğunlukta ve erkek öykülerini anlatmayı tercih ediyorlar ya da bunu yapabiliyorlar. Gördüğümüz erkekler ise kadınlarla ilişki kuramayan, cinselliği ya pis bir şey (Uzak) gibi ya da doğrudan tecavüz ya da tecavüze yakın bir tarzda (C-Blok, Gemide, İklimler, Barda, Yazgı…) yaşayabilen erkekler. Bana rahatsız edici gelen ise, bu regresyon durumunun mutlaklaştırma, teorize edilme eğilimi. Bu regresif durumun tarihsel, toplumsal, ekonomik ve psikolojik nedenlerinin es geçilerek, insanın kötülüğü gibi metafizik bir açıklamaya ya da tamamen nedensizliğe doğru gidilmesi. İyilik ve kötülüğün analitik kavramlar olmadıklarını düşünüyorum. Yeni Türk Sineması’nın temsil ettiği insanlardan daha gelişkin bir sosyalleşme potansiyelimiz olduğuna ve bu yönde çabalamamız gerektiğine inanıyorum. Hepimiz aynı gemideyiz.”

Üstünde konuşulması gereken bir değerlendirme. Bu değerlendirmeyi, regresyonun oturduğu, yerleştiği ruh halinin beyazperdedeki temsili olarak Kosmos’un antisosyalliğe ilahi bir öz arama çabasını göstermesi ile birlikte okumakta fayda var. Yukarıdaki paragrafın ve kavramın tartışılması, Yeni Türk Sineması’nın yarınlardaki yolunu da ışıklandıracaktır. Elbette daha konuşulacak çok şey var, zaten Cüneyt Cebenoyan da merkeze bir kavram koyarak dikkatimizi buraya çekmeye çalışıyor. Bir sinemasever olarak kendisine teşekkür ediyorum.

Bir başka teşekkür de böyle yazıları okuyabildiğimiz, her satırı aydınlatıcı Altyazı dergisine. Altyazı için şapka çıkarma heyecanımı, 100.sayıya bırakıyorum.

Not: Konu hakkındaki fikirlerini Cüneyt Cebenoyan ile paylaşmak isteyenler için: http://twitter.com/cebenoyan

Comments (1)

Maço filmler sinema dünyasında yeni birşey değil. Ama Türk sinemasında da yeni değil aslında. Cebenoyan'ın örnek verdiği 2 fil dikkatimi çekti. Barda ve Gemide.
Yeni sinemacılık akımı olarak ortaya çıkan ekolde her iki film de Serdar Akar'ın filmleri.Serdar Akar'ın bana göre yeni değil bir ara döner gibi olan sinemasını hem beğenir hem de eleştiririm. Erkek filmleri konusunda cinselliğin farklı boylamlarını temsil eder. Daha çok kenar mahallenin sert delikanlılarını. Kaldı ki Gemide'nin devamı niteliğindeki Laleli'de Bir Azize'yi unutmamak gerek. Zeki Demirkubuz fimlerini ise ayrı tutuyorum bu yorumumda.Açıkçası yazıyı okumaya başladığımda, endüstrileşen Türk sineması konulu olacağını tahmin etmiştim ama yanılmışım. Çünkü gerileme sineması, bana göre endüstrileşmenin iyi olmasına karşın piyasa işi filmlerle gişeye çalışan bir ''tür'' sineması olmasıdır.syg/

Leave a comment