“Dağ başını duman almış, gülüşelim arkadaşlar!”

radikal.com.tr’de 30 Temmuz 2014’te güncellenen yazı.

Bayram ziyaretinde, hatırladığı az sayıda anıdan birine
sığınıyor annem.
1955 yılında Bursa’da Dağcılık Kulübü’nün düzenlediği bir
eğlence. Kimileri sadece gelip boy göstermek kimileri sahnede olmak istiyor.
Tangodan halk oyunlarına geniş bir yelpaze var. Annem ve kendisinden üç yaş
büyük olan dayım, ‘Rakın Rol Dansı’ yapmaya karar veriyorlar. Zorlu figürler
var. Havaya atıp tutmalar, bacak arasından kaydırmalar, belde çevirmeler falan.
Günlerce iki katlı ahşap evin taşlık avlusunda prova yapıyorlar. Dizler,
dirsekler çürüyor. Geceleri de oturup tül astarlı tafta eteğini dikiyor annem. Dayım
takım elbisesini alabilmek için ek işler yapıyor. Sonunda eğlence günü gelip
çatıyor. Beş vakit namazını bir gün aksatmayan anneannem kapıdan okuyup
üfleyerek uğurluyor çocuklarını.
O kadar beğeniliyor ki iki kardeşin ‘Rakın Rol Dansı’, alkışlarla
bir kez daha sahneye çıkıyorlar. Herkes ayağa fırlıyor, tempo tutuyor.
Tezahüratlar ve kahkahalar eşliğinde figürler konuşturuluyor, etekler
savruluyor. Eğlenceye doyamayan kızlı-erkekli grup ertesi gün bisikletlere
atlayıp Uludağ yoluna çıkıyor. Siyah-beyaz bir fotoğrafta parlıyor kahkahalar.
Kimilerince Cumhuriyet modernleşmesinin başarılı bir
karşılığı var bu hikayede, kimilerince temeli zayıf bir taklit. Benim içinse
sosyolojik ve/veya siyasi değerlendirmelerden çok uzakta bir yerde, annemin kahkahasında
duruyor. Alzheimer zihne keskin bir bıçak saplıyor ama o kahkahayı silip
atamıyor. Eliyle ağzını kapatarak gülme mahcubiyetinin ezberletildiği ikiyüzlü
erkek diline aldırmadan, güle oynaya anlatıyor annem Rakın Rol anılarını.
Bayramın ilk gününde, annemin gülüşü gözümün önündeyken
geliyor o tuhaf açıklama. Uzun bir metnin içinden sadece kahkaha bölümünü
cımbızlamak yakışıksız olabilir, o bölümü paragraf olarak hatırlayalım: İffet kadın için de, erkek
için de bir süstür. Erkek, zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Çocuklarını
sevecek. Kadın ise, o da iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin
içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak,
iffetini koruyacak.”
Böyle buyuruyor siyasetçi.
Konuşmanın tamamında televizyon dizilerinin kötü etkileri,
ergenlik yaşı, internet, seks, cep telefonları gibi noktalar var. Kapsamlı bir
ahlak manifestosu anlayacağınız. Konuşmanın yapıldığı yer Bursa.
Sosyal medya başta olmak üzere bütün alanlarda “kahkaha
konusuna” odaklanılmış olması, çok değerli bir konuşmanın içinin boşaltıldığı
anlamına gelmiyor. Erkek için iffetin belirleyicisi ‘zampara olmamak’, kadın
içinse ‘uluorta gülmemek’. Kadın katillerine uygulanan tahrik ve iyi hal
indirimlerinin kaldırılması beklenirken, siyasetin dili uluorta gülmeye de
davetiye çıkarıyor. Bu konuşmanın sadece gündem değiştirmek, kişisel düşünce
beyanında bulunmak ve hatta saçmalamakla açıklanamayacağı ortada.
Şimdi sorulacak çok sayıda soru var. Bu soruların
muhatapları siyasetçiler. Hangi siyasetçiler mi? “Uluorta gülmeyin, fazla seçici
olmadan bir an önce evlenin, kadın mıdır kız mıdır bilemem, sizin bacak aranızı
çekip gazetelere basarım ve şeyini şey ettiğimin şeyi,
” gibi benzersiz
açıklamalarıyla, maşist bir dilden konuşan ve düşünen siyasetçiler. Örneğin bu
siyasetçilere “Kadın Cinayetlerini
Durduracağız Platformu”
nun beş temel isteğini hatırlatalım ve soralım: Bu
konularda ne yapıyorsunuz?
1.    
Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclisteki bütün
parti liderlerinin kadına yönelik şiddeti kınaması.
2.    
6284 sayılı Koruma Kanunu’nun etkin uygulanması.
3.    
Ceza Kanunu’nda caydırıcı ceza.
4.    
Kadın Bakanlığı kurulması.
5.    
Cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini esas alan
yeni anayasa.
Bu soruları sorarken, erkekliğin “vermek-vermemek” eksenine
indirgediği
çirkin dil konusunda kendimize de bir çuvaldız batırmalıyız.
Son günlerde internet üstü şaka videolarından “Mmm, mmm, vermiycem, vermiycem, benim değil mi vermiycem,” diyen
kızın paylaşım rekorları kırması, sizce kadın meselesinde hangi düşünceye
hizmet ediyor? “Yahu küçük bir geyiği ne kadar da ciddi bir meseleye çevirdin,”
diyenler olabilir. Onlar “Vermiycem, vermiycem,” diye dolaşmaya devam etsinler.
Bu erkek egemen dilin içinde dönüp durmaya devam ettikçe
kadın bedenini, cinselliğini ve daha da ötesi varlığını özgürleştirmek zor.
Sanatın ve edebiyatın gereği ve gücü de bu noktada devreye giriyor. Yoksa,
ortalık şehvetli bir kahkahayla mesir macunu kapışmaya çalışan erkeklere
kalıyor. Gerçi bu bayramda öğrendiğimiz kadarıyla, o mesir macunlarını
zamparalık yapmak için tüketmiyorsanız sorun yok. İstediğiniz gibi gülün
erkekler. Otuziki diş göstermeden olmaz.

8 Ağustos Cuma günü
saat 19.30’da Tünel’den Galatasaray’a doğru yürüyecek kadınlar.
Öldürülen
kadınların aileleri de orada olacak. Kadınların adım seslerini dinleyeceğiz.
Sağlığı izin verseydi annem de orada olurdu. Yürüyüş başlamadan Bursa anılarını
anlatırdı çevresindekilere. Birlikte şarkı söylerlerdi. Elleriyle ağızlarını
kapamadan, uluorta gülerlerdi. Yürüyüş başlayınca da militarizmin vurgularını
değiştirerek bir marş tuttururlardı: “Dağ
başını duman almış, gülüşelim arkadaşlar!”

Yorumlar (1)

Yekta bey elinize yüreğinize klavyenize sağlık harika bir yazı olmuş.Gülüşelim :)))))

bir yorum bırakın