DOT: İki yeni oyun öncesi bir geriye-dönüş

DOT önümüzdeki günlerde iki yeni-çarpıcı oyunla seyircisiyle buluşacak. Bunlardan ilki izleyenlerin şapkasını yerinden uçuracak bir çalışma: Punk Rock. Simon Stephens’ın yazdığı ve yönetmenliğini Rıza Kocaoğlu‘nun yaptığı Punk Rock’ta Hakan Kurtaş, Tuğçe Altuğ, Gonca Vuslateri, Kaan Turgut, Emre Yetim, Gözde Kocaoğlu, Mehmetcan Mincinozlu yer alıyor. Diğer oyun ise Türkiyeli okurların ilgiyle izlediği bir yazarın, Hakan Günday‘ın kendi romanından oyunlaştırdığı Malafa ile gelecek. Murat Daltaban-Hakan Günday ortak çalışması, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde izleyiciyle buluşacak. (Hatırlatma; her ikisinin de biletleri satışta.)

DOT, izleyicisi olduğum özel bir tiyatro. Hatta daha önce “DOT ne yapmayacak?” diye sormuşluğum var. Merak eden bu yazıyı da okuyabilir.

Hazır, bu ruhumuzu değiştiren topluluk yeni kalp çarpıntıları yaratmaya hazırlanırken, geçen sezon bir maraton olarak sahneledikleri Mark Ravenhill imzalı Vur/Yağmala/Yeniden (Shoot/Get Treasure/Repeat) için defterime düştüğüm notları paylaşayım istedim.

Bazen geçmiş bir üretime bakmak, gelecek olanları mikroskop altına yatırmanın şifrelerini verebilir…

“Vur/Yağmala/Yeniden” ile Beş Duyu

1. Görmek: Tiyatronun panayırlardaki şaka aynaları gibi algılandığı/sunulduğu/izlendiği bir dönemde, Mark Ravenhill’in ince ve hassas bir gümüş tabakasıyla sırladığı cam levha Murat Daltaban’ın elinde neredeyse bütün dalga boylarını yansıtan bir aynaya dönüşmüştür. Salona girenler gösteren/izleyen/izleyeni izleyen eksenindeki yerlerini alırlar. Metin ve reji, oyuna yeni bir boyut eklemek konusunda birbirleriyle yarışmaktadır adeta. Sonuçta kazanan elbette izleyici olur. “Birlikte yaşamak” kalıplaşmış söylemini “birlikte iyi yaşamak” düşüncesiyle değiş-tokuş etmenin bireyci çocukları güvenlik duvarlarıyla çevrili bir dünyadan seslenmeye başlarlar. “Biz insan hakları diye yola çıktık, biz herkesin özgürlük ve demokrasinin nimetlerinden faydalanması için bilimi, teknolojiyi, sanatı sonuna kadar kullandık, biz kurtarmak istedik, biz bütün insanlığı yaşadığımız büyüleyici dünyanın bir parçası yapmak için elimizden geleni yaptık. Peki sen neden benim düşmanımsın?”

2. Duymak: Ravenhill son otuz yılın bütün seslerini biriktirmiş bir yazardır. Yeni sağın yükselişinden batının yeniden tanımladığı tüm dogmalara, özgürlük ve demokrasi bayrağının siyasi bir dalgayla göndere çekilmesinden gerçeğin görünmeyen/gösterilmeyen/yeniden kurgulanan yüzüne pek çok ses vardır Ravenhill’in satırlarında. Yazar, evrensel bir gerçeğe ulaşacağım palavrasını sıkmaz, durduğu yerden konuştuğunu özellikle belli eder. Bahçe malzemeleri satan bir dükkanda, karısının yanında alışveriş arabasını iten, çocuğuna emirler yağdıran bir adamdır o. Sabahları dinç uyanan, koşu bandında ter atan, sıkma portakal suyu içen, vitaminlerini almayı unutmayan, çok çalışan-iyi kazanan, markaların sosyal karşılıklarını ezbere bilen, güvenlikli sitelerinde güvenilir komşularıyla yaşayan, harika eşiyle haftada iki kez seks yapan, televizyonda haberleri izleyen “doğru” kadınlar/erkekler.

3. Koklamak: Ravenhill’in kurduğu dünya ekşi kokmaz. Büyük alışveriş merkezlerinin en cafcaflı/promosyonlu mağazalarından alınmış, reklamlarında en seksi yıldızların kullanıldığı kokular gelir burunlara. O kokuların yapımında hayvanlara eziyet edildiği haberleri çıkacak olursa televizyon haberlerinde, hemen protesto mailleri atacak bir kitle daha pis bir kokuyu kaldıramaz zaten. “Ben” diyen kapitalist bireyi, “öteki”nden hemen ayırır bu kokular. Güzel kokan bir insanın özgürlük ve demokrasi kavramlarının düşünsel temellerinden uzak bireyden ne kadar farklı olduğunu her saniye görürüz televizyonlarda, gazeteler bunu yazar, reklamlar çığlık atar.

4. Tatmak: Sabahları portakal suyu ve mısır gevreği, öğlen güvenlikli plazada iş arkadaşlarıyla fast-food, akşamları kent rehberinin ya da gazetelerin pazar eklerinin önerdiği gözde mekanda, gözde müzikler ve sana benzeyen figürler arasında bir yemek. Sabah karınla/kocanla, öğlen iş arkadaşlarınla, akşam en sevdiğiniz aile dostlarınızla sohbetler: “Biz” olmanın güzelliği ve “öteki”lerin bu güzelliğe, bu dünyaya verdiği zarar. Gerçekliğin yeniden üretildiğini/kurgulandığını bildiğin halde üretenlerden biri olmanın, sahtelikler üreten sistemin bir parçası olmanın özgüveni. Sorgular gibi yapmak ama sınır noktasında kaçmayı başarmak. Sorgulamamak. Düşüncelerine engel olamadığın anda yanında olan ilaçlar. Kredi borcu da olsa evim, başarılı karım/başarılı kocam, en iyi okullara giden/gönderdiğim çocuklarım, limiti sürekli yükseltilen kredi kartlarım, reklamlarında özgürlük ve güven vurgusu yapılan cipim, aralarında kendimi “iyi” hissettiğim sosyal çevrem… Peki ben neden mutsuzum? Murat Daltaban’ın rejisi, izleyenleri bu soruya sürekli ortak eder. Mekan-ışık-ses kullanımı izleyene bu sorunun cevabını arama zamanı bırakır. Oyuncular, hem rejinin yapısı hem de içlerinden gelen sarsıcı enerjiyle sert toplar atmaktadır izleyene. Ayna çatlamadan yansıtır; peki ben niye mutsuzum?

5. Dokunmak: Vur/Yağmala/Yeniden oyunları izleyenle/izlenen arasındaki mesafeyi kısaltır, giderek yok sayar. Belli bir noktada yer değiştirmeye izin verir. Doğru bildiklerimiz ve önyargılarımız olay örgüsü ve diyaloglar arasından gülümser bize. Sahnedeki olağanüstü oyuncuların “gerçekliği” kimi zaman gülümsememize, kahkaha atmamıza neden olur. Rejinin bir başarısı da kahkaha alanından sonra “ben şimdi neye güldüm yahu” alanına yer açmasındadır. Oyuncular bu ikinci alanda çoktan yeni bir saldırıya başlamışlardır bile. Saldırı kelimesinin seçimi tümüyle Ravenhill’in kurduğu dünyanın bir sonucudur. “Ben seni anlamaya çalışıyorum, ben seni bu dünyanın bir parçası yapmaya çalışıyorum, bak bunun için yaşananları nasıl da farklı yönleriyle düşünüyor/sorguluyorum ama sen böyle olmaya devam edersen bana saldırgan olmaktan/yıkmaktan başka seçenek bırakmazsın.” Dürüst ve iyi bireyler pek de örtük olmayan bir disiplin anlayışının sözcüsü oluverirler bir anda. O disiplin artık izleyene dokunan, onu sarsmaktan hatta itip-kakmaktan çekinmeyen bir disiplindir. İyi birey olmanın bir koşulu da bu disiplini içselleştirmekten geçer ne de olsa.

Leave a comment