“Edebiyat d\u00fcnyan\u0131n en e\u011flenceli \u015feyidir”

Kediler Güzel Uyanır sonrasındaki söyleşilerden biri de, Can Yayınları binasında Ümran Avcı ile Habertürk Gazetesi için yaptığımız söyleşiydi. Bu söyleşileri Fil Uçuşu‘na alma nedenim, biraz da kendime arşiv oluşturmak gayesinden geliyor. Ümran’la uzun bir sohbet gerçekleştirdik, o sohbetten gazete sayfasına sığacak ölçüye gelen sözlerimiz 24 Kasım’da yayınlandı.

Kitapta, kısa, çok kısa öyküler var. Ama ne çok şey anlatıyor…

Bu kitabın metinlerin bazısının kısalığına rağmen çok geveze olduğuna, bazılarının da bir öncekinden daha uzun bile olsa daha sessiz olduğuna inanıyorum.

Derleme bir öykü kitabının hazırlığında eski öykülerle yenileri birleştirme çalışması yaparken geriye dönük okumayla ortaya çıkan geçmişle yüzleşme nasıl bir duygu?

Eski defterleri karıştırarak yazı üzerinden yapılan yüzleşmenin iki boyutu var. Bir, profesyonel bakabiliyorsun. Geçmişte yazdığınız metinleri şimdiki zihninizle, yazarlık bilginizle, donanımınızla, geçmiş yıllarda edindiğiniz tecrübelerle değerlendirerek kendinizden not kırabiliyor veya bütünlemeye bırakabiliyorsunuz. İkincisi, o notların alındığı zaman, defterdeki bir leke, o defterin elinizde, çantanızda dolaştığı günleri hatırlamak falan gibi bütün geçmiş zamandan, hayattan not kırıyorsun.

“Kim Önce Kırpacak Gözünü” adlı öyküde atama bekleyen öğretmenler de var. Neden girdiler öyküye diye sorarak edebiyat üzerinden de olsa onlardan bahsetmiş olalım istiyorum…

Yazarken o anki en derin hissimi ararım. O anki en derin hissime kadar gitmek isterim. O öyküyü yazarkenki dönemde, atama bekleyen öğretmenlerin gayet içten bir şekilde gür çıkardıkları sesin bile duyulmuyor olmasının isyanı, öfkesi vardı içimde. İnsana göz kırptırmayacak derecede gözümüzü tümüyle açık tutmamızı sağlayacak ciddi bir konu. Çıkarılan içten, canhıraş, yüksek bir ses ve bu sesin duyulmasını engellemek için kulaklara tıkılan tıkaçlar. Bir yandan da neden az okuyoruz sorusunun karşılığı kültür sanat politikalarının eksikliği tamam ama eğitim politikalarındaki hatalar işte. O yüzden de gözümüzü kırpmadan oraya bakmamız gerekiyor.

Aynı öyküde, “şiirin kaderinde yanan şairler” var. Hemen aklıma Metin Altıok geldi. “Tekinsizim size göre, ibret için yakılması gereken” diyen ve Sivas’ta yakılarak öldürülen şair…

Elbette ki bir simge isim olarak Metin Altıok ama onunla birlikte Türkiye’de fikri yakılmaya çalışılan, bu başarılamayınca bedenine kibrit çakılan onlarca, yüzlerce ne yazık ki aydın. Metin Altıok bu kaderi doğrudan kelime tanımıyla yaşamış bir insan. Ki, o hem şair, hem de yaşamı şiir olmuş bir isim. Ayrıca ne güzel bir bağlantı ki, – yazdıktan sonra ilişkilendirmiştim – atama bekleyen öğretmenler ve bir öğretmen Metin Altıok. O eğitimcilerin belki de simge ismi. Belki de aralarında Altıok gibi çıkacak öğretmenleri de biz kendi kaderlerine gömüyoruz. Metin Altıok tüylerimi diken diken eden bir günün, bir kaderin, o dönemin hala isini, pasını, o yangın yağını üstümüzde taşımamıza neden olan bir zihniyetin bizden aldığı çok önemli bir isim.

Bunlar bizim gerçekliklerimiz. Hemen arkasından tam da kitapta yer aldığı gibi “kitaplardan başka nefes alacağımız balkon kalmadı” galiba…

Bu gerçekler şehri bizi bizden o kadar alıyor ki. Bizim bu söyleşiyi yaptığımız gün, eksi 5 – eksi 10 derecede donan Van’daki insanlara uyanıyoruz. Bu röportajı yaptığımız gün, töre illetinin takip ettiği bir kurşunla ölmüş adamın cansız bedeni görüntüsüne uyanıyoruz. Kişisel hikayelerimizi insanların gündeminden ayrı tutamayız. Dolayısı ile o hikayeleri yarına ulaştırabilmenin neredeyse tek yolu oldu kitaplar, sanat… Gerçekten nefes almamız lazım ki bir yarın oluşturalım kendimize. Bizi sanattan daha iyi anlatacak birşey bilmiyorum. Birden konuşurken kendimi çok kibirli hissettim. Sanki birşeyleri anlamış, çözmüş de onlar üstüne büyük, küreklerle laf eden bir adam gibi hissettim kendimi. Ama aslında bunlar kibirden değil, çaresizlikten ettiğim laflar. Röportaj yaparken ben de, karşımdaki de ne halde olduğumu biliyor ama sonradan okuyunca o kadar soğuk ve kibirli geliyor ki. Yaşadığım gün karşısında kendimi çaresiz hissediyorum. Soğuktan ölen çocuk için kendimi çaresiz hissediyorum.

TÜYAP’ta “Edebiyatın gayrımeşru çocuğu öykü” adlı bir tartışmaya katıldınız Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy ile bereber. Tanımlama üzerine konuşmak istiyorum.

Bu başlık Ayfer’in bulduğu bir başlık. Öykünün edebiyat algısı içindeki yeri, zaman zaman konuştuğumuz bir konudur. Şunun çok net farkındayız ki, öykü romanın yancısı ama şiire ulaşamayacak kadar da arada kalmış bir tür olarak gözü bağlanmış olarak – piyasa koşulları tarafından – kendi yolunda nereye gideceğini bilmeden yürümeye bırakılmış gibi. Bir yandan sorduğunuzda öyküyü çok severim, çok okurum diyen bir okur kitlesi görüyorsunuz, bir yandan Türkiye’nin gürül gürül akan iyi bir öykü damarı vardır. Ama bir yandan da öykü kitapları çok da okunur durumda değil. Çok da satmıyor. Ya da öykü basan dergiler çok büyük ilgiyle karşılaşmıyorlar. Ki, öykünün asıl yaşadığı yer benim bakış açımla dergilerdir. Öykülerin nefes aldığı yerdir dergiler. Ve şunu biliyorum ki edebiyat insana iyi geliyor. Bana iyi geliyor en azından. Öykü ana bakabilme yeteneğini kazandırır bize. Edebiyat dünyanın en eğlenceli şeyidir. Hüzünlü, acı, bizi bizle yüzleştiren bir kitabı okuduğumuz zaman da ruhumuzun bir yerinde bir eğlence kırıntısı vardır.

http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/691093-edebiyat-dunyanin-en-eglenceli-seyidir

Yorumlar (4)

Bu kitabı okuduğumdan beri benim evimdeki, odamdaki, içimdeki kediler de güzel uyanıyor! Burada yarattığın sayısız dünyaya ne çok ihtiyacım varmış meğer, teşekkürler güzel konukluğun için.

Az evvel bitirdim "Kediler Güzel Uyanır"ı. Aslında bitmedi daha çok kez elime alacağım ve içinden rastgele öyküler okuyacağım ara sıra.. Bundan böyle başucumda.

Sanki matbaa da değil de elde yazılmış, bahsi geçen dolma kalemle: o kadar naif, bir o kadar kırılgan ve zarif bir el yazması.. Kimi mavi oluyor mürekkebin rengi, kimi siyah.

Ve öyküden öyküye geçerken çay kaşığının bardaktaki her dönüşünde çıkardığına benzer şarkılar duyuyorum fonda..

Elinize sağlık. Beklenmedik bir an'da karşılaştık, şimdi mutluyuz. Hepsi bu.

"Sadece ilk on sayfası dolu ajandalar" ile bir kez daha doğru akıntıyı yakaladığımı düşündüm.

Roman da çok okunmuyor. Aslında okunmuyor. Ya da ne okunuyor? Ve "Edebiyat" sıradan insanın günlük yaşamında nerede? Yoksa sadece şanslıysa bilebileceği bir ders adı mı?

Yüreğinize sağlık, sonsuz teşekkürlerimle.

NB. Günbegün sosyopatlaşan bir yerde, çaresizce de olsa farkında olabilmek ayrıcalıktır.

HER KEDİ NE YAZIK Kİ GÜZEL UYANAMIYOR

*Düğme *gıbı..
Adı bu mınık yavrunun..
O, kötu ınsanlar yuzunden bir gözunu Tek gözuyle hayata devam etmek zorunda..
…………….

Merhaba,
Kedılere olan sevgınızı bıldıgım ıcın
sıze yazma ıhtıyacı duydum..
Ben cumartesı sabahı cok ZOR durumda olan bı kedı buldum
Henuz yavru
Bir gozunu ne yazık kı kaybetmıs
Dıger gozu de az goruyor
Şu an onu bır veterınere goturdum Orda bakımı yapılıyor
orda kalıyor..

orda bı sure bakımı yapılıp ıyılestıkten sonra
onu cok seven bırılerıne ıhtıyacı olacak..

Ola kı ılgılenırsenız
ya da cevrenızden gercek bı hayvansever ılgılenırse
cok mutlu olacagım
bu sevımlı yavru ıcın bılgıler

1.
http://beyazkedi-silbastanbaslamakgerekbazen.blogspot.com/2011/12/dugme.html

2.

http://beyazkedi-silbastanbaslamakgerekbazen.blogspot.com/2011/12/ben-artk-cok-dayankszm.html

okur ve ılgılenırsenız bana yazın lutfen..

Sevgıler.

bir yorum bırakın