“Neden hiç dostunuz yok?” diyorum.
Derin bir nefes alıyor. Duvardaki tablolardan birine takılıyor gözleri. Onunla birlikte ben de bakmaya başlıyorum. Sorumun cevabını o karmakarışık lunapark görüntüsünde aramaya başlıyoruz.
Tablonun merkezinde bir dönme dolap var, hemen yanındaki atlıkarıncanın sol tarafı fırça darbelerinin belirginleştiği bir karanlığa hapsedilmiş. Sanki atlıkarıncaya binen çocuklar dönüşlerini tamamlayamadan, içlerinden yükselen ilk kahkahayı bırakmadan karanlık tarafından yutulacaklar. İç sıkıcı bir günbatımı; güneşin vedası kendini pamuk helvacının arkasına düşen kızılda belli ediyor. Kızıllığın aldatıcı daveti dışında karanlık bir tabloya bakıyoruz. Zaman onun istediği hızda akıyor.
Konuşmuyor. Bir bilgenin sınavından geçiyor gibiyim. Başarı ölçüsünün huzursuz bir iç çekiş olduğu, sorusu belirsiz bir sınav. Kafam karışıyor; soruyu soran ben değil miydim?
Dönme dolabın arkasındaki binaya takılıyor gözüm; korku tüneli galiba. Biraz daha dikkatli bakınca, ahşap binanın üstündeki brandayı görüyorum; yeteneksizce boyanmış bir iskeletle kan emici kont… Gülümsüyorum. Resim içinde resim. Tuval üstünde branda. Sorumun cevabı bu binada gizli olabilir mi? İç karartıcı bir yalnızlığın nedenini anlamak için korku tünelinden içeri mi girmeliyim? Korkularımla yüzleşmem için bir çağrı mı yapıldı?
Duymuyorum. Çağrı duymuyorum, zil sesi duymuyorum. Duysam hemen fısıldayacağımı biliyorum, en çok hırsızlardan korkarım diye.
"Kızıllığın aldatıcı daveti dışında karanlık bir tabloya bakıyoruz."
Nedense bu cümle beni çok etkiledi.
"Neden hiç dostum yok?"diyorum.
"Annenden başkasını bir daha bulamayacaksın."diyor karşımdaki görüntü.
Ellerinize sağlık.İyice özümsenmesi lazım öykülerinizin.Hemen okunup unutulacak cinsten değil yazdıklarınız.Bizi bize arattığınız için teşekkürler…
Korkuları mayalandıran şeylerden biri olsa gerek çalınmak. Aslında hayatın geçici olduğunun kulağına çalınması, kapının hep duyamayacağın anlarda- mesela kendini arındırırken- çalınması, hatmettiğin bir ezginin farklı tonda tekrar çalınması, uzun süre vermek istemediklerinin tam vermeye yeltendiğin anda çalınması… Ama illa bir parça çalınmak. Çalmaksa vicdan azabının mayası…
İnsan kendi mabedini çoğu zaman yine kendi elleriyle yıkıyor. Yanılgılarımızla birlikte bazen renklendirilmiş bir biçimde yaşıyoruz. Kimi zaman bunun, farkındalık kadar yakın kimi zamansa tercih etmek zorunda kalmayacak kadar uzak olmasını diliyoruz.
Bu arada, genelde duyurmazlar zaten.
Hali hazırda bir de aklıma nedense güzel bir türkünün bazı cümleleri geldi:
Seyir var seyir içinde…
…
Arı inler bal içinde
-neden hiç dostunuz yok?
-dost dediğin insanın içinde ne korku bırakır ne karanlık. çalarlar hepsini senden… ve ben en çok hırsızlardan korkarım.
Neden hiç dostunuz yok ? Bilmiyorum ama zaten hep kızıllığın davetinde karanlıklara bile bile yürüyen bir yığın yok mu ?
Ömür Bitmeden Umut bitmesin…