Total Guitar dergisine verdiği bir söyleşide “Race With Devil On Spanish Highway”in Steve Vai ve Zakk Wylde gibi gitaristlere ilham veren bir beste olduğu bilgisinden hareketle, bu gitaristler hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorulduğunda verdiği cevap ilginç:
“Sözlerime dikkat ederek cevap vermem gerektiğini biliyorum ama politik olmayı da beceremeyeceğim. Sözünü ettiğiniz gitar tarzının hayranı değilim. Bu isimlerin yaptıklarına saygı duyuyorum ve iyi yaptıklarını da biliyorum. Ama sonuçta ortaya dinlemek istediğim tarzda bir müzik çıktığını söyleyemem.”
Söyleşide beni asıl etkileyen, hayatımın tüm zamanlarını en çok etkileyen albümlerden biri olan “Friday Night in San Fransisco” ile ilgili söyledikleri oldu. John McLaughlin ve Paco De Lucia ile birlikte, kelimenin tam anlamıyla ‘döktürdükleri’ albümün oluşumu, öncesi ve sonrası ile ilgili açık sözlü yorumlar yapıyor Al Di Meola. Anlıyoruz ki, sürecin sonunda John MacLaughlin ile aralarındaki sürtüşme dayanılamayacak boyutlara çıkmış.
Bu müthiş gitar üçlüsünün birlikteliği için şöyle diyor: “Başlangıçta tümüyle eğlenceliydi. Ama giderek egolar devreye girdi. Ortam bir çeşit gitar Wimbledon’ıydı ve McLaughlin hep kazanmak istiyordu. Beni devirmek istediğinin farkındaydım, o da buna izin vermeyeceğimin farkındaydı.”
Egolar konusunda açık sözlü bir yorum duymak iyi. Bir yandan da ikilinin gitarlarla oynadığı tenis maçının izleycisi/dinleyicisi olmak durumu var. Sert servisler gibi gitar soloları, falsolu atışlara benzer şaşırtmacalar, nefes kesen melodiler, topu file önüne bırakan bir teknik… Ama bir yandan da o egolara yenik düşen ruhlar. Birlikte üretemeyen hırslı bakışlar. Ezip geçmenin, üstün davranmaya çalışmanın, yok etmenin şehvetine kapılmış dostlar. Üzücü. Çok üzücü.
Tarihi ne olursa olsun, üreticisi nasıl bir ruh haliyle yaratmış olursa olsun sanat yapıtı kalıyor geriye. “Friday Night in San Fransisco” da öylesi bir konser albümü işte. Dinlemekten bıkmayacağım bir albüm.