Görsel Hafıza Oluşturmak

Basit bir merakla imgelerin peşine düşüyorum. Önce kütüphanemde bir tarama yapıyorum. Ardından Google’a başvuruyorum. Yusuf Atılgan’ın fotoğraflarını arıyorum. On taneyi bulmuyor ulaşabildiklerim. Çoğu YKY tarafından basılan kitaplarının kapağında kullanılmış fotoğraflar. Çoğu aynı yıllarda, 70’lerin ikinci yarısından sonra çekilmiş fotoğraflar. Okuduğum her eseriyle beni sarsmayı başarmış bir yazarın, bu kadar az fotoğrafını biliyor olmamıza şaşıyorum.

Yazarın görünürlüğü ve yazar imgesinin kitapların önüne geçmesi sıkıntılı bir konu. Yusuf Atılgan’ın fotoğraflarını ararken yine aynı konuyu düşünüyorum. Atılgan’ın (ya da fotoğraf ile arası iyi olmayan bir başka ismin) bu kadar az fotoğrafının olmasının elbette çeşitli nedenleri olabilir; yazar fotoğraf çektirmekten hoşlanmamaktadır, çektirdiği fotoğrafları beğenmemektedir ya da bunları göz önüne çıkarmak istememektedir. Birkaç fotoğrafın, görünürlüğü için yeterli olduğuna inanmaktadır. Aslında fotoğraf albümü doludur dolu olmasına da, çoğu kişisel anılarla yüklü özel karelerdir, gizli kalsın istemektedir. Ya da yeterince dolu değildir albüm, yaşadığı zamana ve coğrafyaya bağlı olarak çorak kalmıştır. Yazarın çok sayıda fotoğrafı vardır da mirasçıları ya da yayıncısı üç-dört tanesiyle yetinmektedir. Olasılıklar artırılabilir. Kafamı kurcalayan bu değil. Bir yazarın yazdıkları bilinmeden, görüntüsünün markalaştırılması meselesi, günümüzün şöhrete dayalı sistemi içinde ayrıca konuşulmalı. (Yazarın imgesinin giderek turistik bir ürüne dönüştürülmesi de, bu bağlamda tartışılması gereken ayrı bir konu: Prag’a gidip de, bir Kafka hediyeliği almayan-görmeyen var mıdır?)

Ancak, Yusuf Atılgan örneğinde olduğu gibi, kimi okur, hayranı olduğu-etkilendiği-beslendiği kitapların yaratıcısının izini sürmek isteyebilir. İmzanın, eserin önüne geçmesinden nefret eden bir okur olarak, bunu bir çoklu-okuma deneyimi olarak görürüm. İsteğim yazarın içi boşaltılmış bir görüntüye dönüştürülmesi değildir tabii ki. Lafı dolandırmadan, çok net söylemek gerekiyor; görsel hafıza oluşturmak. Hafızasız, unutkanlığa sığınarak yürüyen kolaycı bir toplum algısını, deyim yerindeyse “açığa düşürmek”.

Yusuf Atılgan sadece bir örnek. Bir başka okur, bu yazıdaki özneyi değiştirip, bir başka ismi öne çıkarabilir. Dediğim gibi, belki de Atılgan’ın kendi isteğidir geriye bu kadar az görüntü bırakmış olmak. Ayrıca bu durum, olağanüstü bir yazar olmasını hiç etkilemeyecektir; kalıcılığını, nesiller boyu okunacak olmasını da. Ancak bireyden yola çıkarak yapılacak bir toplum okumasında, görsel hafıza gücünü gösterecektir.

Her tür görüntü işleme tekniklerinin olduğu günümüzde bile böyle bir hafıza oluşturma çabası var mı; bilemiyorum. Yazarların tanıklıklarını ve buradan yola çıkarak oluşturulacak “edebi sivil tarih”i önemsiyorum. Fotoğraflar, görüntülü söyleşi kayıtları, belgeseller… Hadi uzatmadan söyleyeyim, video kayıt çılgınlıklarının yaşandığı 80’lerden günümüze, Yusuf Atılgan’ın, kendi ağzından hayat hikayesini anlattığı, Aylak Adam sohbeti yaptığı görüntülerin ulaşmamış olmasını, büyük bir eksiklik olarak görüyorum. (Bu durum, sadece edebiyatta değil, her alanda söz konusu. Günümüzde Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin “Türk Sineması Görsel Hafıza Projesi”nin hakkını vermek lazım.)

Yazarın imgesi ve bir imgenin içeriğin önüne geçmesi konusuna arada bir değinmek gerekiyor. Ama şimdilik diyeceğim budur; daha geç olmadan “Türk Edebiyatı Görsel Hafıza Projesi”nin başlatılması gerekiyor.

Yorumlar (7)

Yazarın görselliği dikkatli okuyucu açısından önemlidir.Okuyucu yazara meraklıdır bir kere.Ezberlediği cümlelerin sahibini arar çoğu kez.Bu sahibin elini çenesine koymuş resmini gördüğünde,yazarın görüntüsüne şahit olduğunda hafızasının en ılık bölgesinde saklar o resmi.Çoktan arkadaşlığı derinleşmiştir onunla.Yazarla okuyucuyu arasındaki bağı belirginleştirir görsellik…

Benim de bu görsellik durumunu tam da sizinle ilgili yaşamışlığım vardır. Google resimlerde genelde bir program sunucusu Yekta Bey'i görürken, Twitter'a koyduğunuz o doğal resimle öykülerini okuduğum Yekta Kopan'ı görmek çok daha farklı bir duygu yarattı bende. Kelimelerle kurduğumuz yakınlığın görsellikle birleşince daha içten daha sıcak hale geldiğini hissettim.

Eskiden yazarlarin gorselligi on plana pek cikmazdi. Biz de onlarin nasil gorundugunu merak etmezdik zaten. Bizim icin okudugumuz kitaplarin ruhumuza hitab etmesi cok daha onemliydi. Yazarlarimizla kitaplari vasitasiyla ozdeslesir, bulusurduk. Neyazikki bu internet ve elektronik dunyada bu degisti. Simdiki nesiller yazarlarini starlastiriyor, sadece kitaplari yetmiyor, onlardan bir de yuzlerini istiyorlar. Daha cok, daha cok…Yakinda ruhlarini da alip, onlari kitap yazamayacak hale getirecekler diye cok korkuyorum.

Yazarlar için geçerli olan bu durum kitaplar için de geçerli aslında. Okuduğum filmlerin, kitaplarin çetelesini tuttuğum, bazılarını yorumladığım bir blog’um var. Misal, geçtiğimiz haftalarda sizin “Karbon Kopya” isimli kitabınızı okudum. Blog’uma eklemek için grafiklerde kitabin kapak resmini arattığımda çıkan sonuçlar şöyle:

http://www.google.com.tr/images?hl=tr&q=%22karbon%20kopya%22&um=1&ie=UTF-8&source=og&sa=N&tab=wi

Nitekim blog’a kitap kapağını üzerinde yayınevi ismi ile birlikte koymak zorunda kaldım.

Blog adresim, http://oceanlandtoo.blogspot.com/

Keşke filmlerde film afişi kavramı olduğu gibi kitaplarda da “kitap afişi” kavramı olsa. Böylece hem kitaplar hem de yazarlar için bir görsel hafıza oluşturma imkanı olabilir.

Not: Karbon Kopya’nın dipnotlarında “bir gün bir yerde buluşuruz ey okur” demiştiniz. Çok geçmeden bu vesile ile buluşmuş da olduk 🙂

Öneriniz belki "edebi sivil tarih" açısından önemli olabilir lakin okuyucu açısından sevimsiz bir durum bence.

Kendimden bir örnek vermek gerekirse Ahmet Altan'ı yarattığı karakterlerle tanımıştım,aynı zamanda kendisinin de ikinci adı olan ve bir karakterine verdiği "Hüsrev"'den neler neler çıkarmıştım,nerelere varmıştım…

Oysa bugün sık sık adını duyduğum,vidyolarına eriştiğim, her konuda ne düşündüğünü bilebileceğim bir Altan hiç ama hiç cazip gelmiyor.Büyümem değil neden, göz önünde olanın ilgi çekmemesi.

Okuyucu sanırım yazarın kendisine verdikleri ile kalanı tamamlamak istiyor ki sizin öneriniz neredeyse tamamını vermek.

Bir yazarın sözcükleri vardır,fotoğraflarına vidyolarına gerek yok.

Eğer vidyolarla konuşan biriyse zaten yazar olmuyor o. Ben şahsen böyle birini ciddiye alacağımı,üzerinde düşüneceğimi,yazdıklarını uzun uzadıya değerlendireceğimi sanmıyorum, çünkü inanın büyü bozuluyor işin işine sözcükler dışında bir şeyler girince…

Yusuf Atılgan örneği benim için çok değerli bir örnektir. Aylak Adam'ı okurken YKY'nin kapağa koyduğu Ülkü Tamer'in elinden çıkma Yusuf Atılgan fotoğrafı tüm kitap boyunca aklımdan çıkmamıştır. Elbette yazarın hayatından kesitleri sunduğu bu kitapta kahramanı inatla Tarık Akan misali bir adam olarak canlandırmaya çalışırken yazarın silüeti önüne geçti bunun. Bazen iyi midir kötü müdür bilinmez.

"Aylak Adam" okunmuştur örtmenim!

bir yorum bırakın