Gümüşlük’ü severek öldüreceğiz!

Gümüşlük’ü herkes çok seviyor.

Bu köyün en büyük sorunu da bu zaten.

Sevgi, ikiyüzlü ve bencil bir duygu çünkü.

Köylüleri çok seviyor Gümüşlük’ü. Sonradan yerleşenler fena halde hayran. Tatile gelenler ba-yı-lı-yor!

Bu sevgi öldürecek Gümüşlük’ü. 

Yerlisi-köylüsü bir yandan gelişmesini istiyor bu küçük köyün, bir yandan da cebinin derdinde. Hem sahil şeridi bozulmasın istiyor, hem de “sezonluk kazanç” için her tür cinliğe hazır. 

Sonradan yerleşenler günlerini ‘ilenmekle’ geçiriyor. Tek dert, yeni gelenelere eskiden buranın ne kadar güzel olduğunu anlatmak. İnsanımızın bitmek bilmez “bir zamanlar” takıntısı burada da kendisini gösteriyor. Bugüne ya da geleceğe bakmaktansa, geçmiş zaman kipine sıkışıp kalmak bizi bitirecek.

Tatilciler, “Biz buraya sessizliğine hayran olduğumuz için geldik,” diyor ama bir yandan da ‘İstanbul usülü’ eğlenceden uzak duramıyorlar. “Balıkçılar çok kazık olmuş” dertlenmesi ile balıkçıda çekilmiş günbatımı selfie‘sini Instagram’a koymak arasında bir hayat. 

Mekan sahipleri ve özellikle bu yılın ‘en derin’ konusu olan ‘yüksek sesli müzik’ ayrı bir konu. Kimsenin iyi bir müziğe, bir başkasının yaşam alanına girmeden sürüp giden gece eğlencesine itirazı yok. Ama kimse bunun nitelikli bir şekilde gerçekleşmesi derdinde değil. İlkokulda yaramaz arkadaşlarını öğretmene şikayet eden “muhbir vatandaş” hemen parmağıyla öbürünü gösteriyor: “N’apiiim, o başlattı.” Suçlu hep bir başkası. Oysa ortada suç falan yok. Doğru yönetilmeyen bir süreç var sadece… Yönetilmek mi dedim? Ses paneli, desibel ölçümü gibi konularla çözümün öncüsü olabilecek yerel yönetim nerede mi? Ben bilmiyorum, bilen varsa söylesin.

Bu kadar basit ve çözüm üretilebilecek bir konuda, ayrışmayı başarmış bir halk var burada ey insanlık! Eğlence isteyenlerle, sessizlik isteyenler birbirlerine nefretle bakıyor. Benim gibi hem müziği-eğlenmeyi, hem sessizliği-sükuneti sevenler için hayat zor. Bir kampa ait olmak zorundasın, çözüm üretmeye çalışmak boşuna. Bizim sevgimiz, ayrışmak üzerinedir a dostlar!

(Hemen bir not düşeyim; gürültü konusunda kahve köşelerinde vıdı vıdı eden amcalara döndüm. bu halimi sevmiyorum. Çözüm önerileri de içeren bir yazı yazmak istiyorum. Zamanla o da olur.)

Gümüşlük sevgisinin, ülke sevgisinden farkı yok. Severek öldürmenin eşiğindeyiz.

İkiyüzlüyüz çünkü.


(Not: Bu yazıyı Arriba’da yazıyorum. Mücahit Dinçer yanıma geldi, Gümüşlük hakkında yazdığımı görünce “Kendi çıkarımızdan başka bir şey düşünmüyoruz burada,” dedi. “Bir şey çıkarımıza ters düşünce kükremeye başlıyoruz. Günümüzü kurtarabiliyorsak süt dökmüş kedi gibiyiz.” Mücahit, bunları da özellikle yazmamı istedi.)


Şimdi, dileyen bu yazıdaki Gümüşlük öznesinin yerine isteyen beldenin adını koyabilir. Belde isimleri değişiyor ama çıkarcı-ikiyüzlü zihniyet değişmiyor.

Belki de beş yıl sonra anlamı olmayacak bir yazı bu. Beş yıl sonraya kalır mı bu küçük köy?

Yorumlar (3)

Merhaba,

Öncelikle elinize sağlık.

Yazıyı okurken, henüz siz demeden özneyi değiştirdim ve "Gümüşlük" yerine Akyaka'yı koydum. Her ne kadar "yüksekseslimüzik" gibi bir problemi üst düzeyde yaşamıyor olsak da anlattığınız Gümüşlük değişimi ve bu değişime yaklaşımı Akyaka'da olanla benzetiyorum.

Kendimize saygımız yok ki yaşadığımız çevreye saygımız olsun; ama olmalı. Mutlaka olmalı. Çünkü yine dönüp dolaşıp biz yaşıyoruz.

Bu yazının İstanbul adaları için de birebir alıntılanır olduğunu düşünüyorum. Gümüşlük sözcüğünü boş bırakıp her adanın hatta doğal güzellik için koşup onarılmaz çirkinliklerle terkettiğimiz her mekanın adını koyabileceğimiz kadar doğru bir yazı. Teşekkürler. Ne yapmalı ?

Elinize sağlık kesinlikle çok doğru… Ülkemizin Gümüşlük gibi kim bilir kaç sahil kasabası bu durumda güzellikleri tüketmek de neden bu kadar acımasız olduk bilmiyorum sevgiler…

bir yorum bırakın