Günden Kalanlar.40

Fil Uçuşu’nda açtığım başlıklar var. Seri yazılar. Emma Peel bunlardan biri. Daha eski yıllarda Bayan Tekil Birey serisi vardı. O Esnada Başka Bir Yerde var mesela… Farklı başlıklar. Günden Kalanlar da bu başlıklardan biriydi. Bir çeşit günlük. Son olarak 39 numaralı Günden Kalanlar’ı 2015 yılında yazmışım. O tarihten bu yana günlük yazmadığım anlamına gelmiyor bu suskunluk. Defter sayfalarında çokça not-yazı vardır. Ama düzenin bozulduğu da bir gerçek.

Bu yılın ilk yarısında çok seyahat ettim. Yurt dışı seyahatleri de var; İngiltere, Almanya, Avusturya. Kendi yurdumda sıklıkla sorguladığım iyilik-kötülük kavramlarını da düşündüm bu gezilerde. O ülkenin gündelik yaşam pratiklerini gözlemeye-anlamaya çalışarak. Bir kafede, sokaklarda, bir müzede ya da gittiğim bir etkinlikte. O ülkede buluştuğum insanlarla yaptığım sohbetlerde. Onların dünyanın haline bu çerçeveden bakıp bakmadığını anlamaya çalışarak.

Her ikisi de muğlak kavramlar. İyilikten yana olmak ve umutlarımı oradan yeşertmek istiyorum. Ama kime göre iyilik? Hangi yaşam biçimine, algısına ve öğretisine göre iyilik? Mutlak bir tanımı olamayacak bir kavramın peşinden gitmek yorucu. Felsefi olarak tartışıldığında bile din ve ahlak kavramlarının da pencerelerini açmak gerekiyor. Bu kavramlardan uzak tutarak, sadece gündelik bir yaşam pratiğinin içinden tanımlamak da mümkün değil. Çünkü o zaman, bana göre iyi ve kötü olan, bir başkasına göre aynı şekilde algılanmayabilir. Felsefe tarihi boyunca tartışılan ve insanlık var olduğu sürece de tartışılacak olan kavramlar. Çünkü sonuçta iyilik de kötülük de insana dair.

Belki tam da buradan bakmak gerekiyor. İnsana dair. Bir insanın bir diğeriyle “olabilme” hali, bunu mümkün kılacak bir zemin.

Kimse kimseyi sevmiyor, anlamak istemiyor, hatta dinlemiyor artık. İyiliğe bu kadar basit bir başlangıç noktasından bakmak mümkün. Anlamaya çalışmak ve daha da önemlisi dinlemek. Bir diğeriyle “olabilme” haline zarar verecek eylemlerden uzaklaşmanın da yolu bu; öteki’ni dinleyerek kendi içindeki öteki’nin cevaplarını bulabilir insan. Bir başkasıyla “aynılaşmak” değil bu, birlikte “olabilme” hali sadece.

Ama dinlemek zor. Ya da zor geliyor herkese. Bağırmak, karşındakinin konuşmasına izin vermemek, gürültü çıkarmak ve giderek kendini de o gürültünün içine hapsetmek daha kolay geliyor. İşte kötülük de burada başlıyor. Çünkü o gürültü insanların istediği gerçekliğin sesi. Herkesin ortak noktada buluşabileceği gerçekleri sessizleştiren, duyulmaz hale getiren bir gürültü bu. Diyalog değil, kakofoni. Çevremizdeki bütün kötülüklerin gürültücü, üsttenci, dinlemeyen, hakaretçi ve kendi doğrusunu dayatmak için baskı kuran insanlar olması boşa değil. Kötülük, kendisini hemen belli edebiliyor.

Dünyanın kötüye teslim olduğu bir çağdayız. Belki de bütün çağlar böyleydi. Ancak günümüz kötülüklerin çok daha hızlı ve net bir şekilde görülmesini sağlayan aygıtlara da sahip. Sosyal aygıtlar bunlar. O aygıtları iyilikten yana kullanıp kullanmamak da bizim elimizde. Dileyen, bütün bu aygıtları kendi gürültüsünü yaymak için kullanabilir. Dileyen de kalan gücünü iyilikten yana kullanabilir.

Gücümüz kaldıysa…

bir yorum bırakın