Günden Kalanlar.12

• 13 Aralık, Oğuz Atay’ın ölüm yıldönümü. “Tutunamayanlar”ı bir kez daha okumaya karar verdim. Bu kaçıncı okuma olacak, bilmiyorum. Bu kez bir metot dahilinde okuyacağım; diğer okuduklarımın yanda, günde on sayfa. “Okumalıyım, bilmeliyim, okumalıyım. İşin içine girmeliyim; kendime acı vermek pahasına.”

• Afyon’a gidişimin yol kısmı, Hollywood yapımı-büyük bütçeli bir felaket filmi gibiydi. İnanılmaz bir kar yağışı, hatta fırtınası. 1-2 metre ile sınırlı görüş mesafesi. Rüzgârla keskinleşen soğuk hava. Yan yatmış, ters dönmüş arabalar, kamyonlar ve tırların arasında belirginliğini kaybetmiş bir yol. Karla kaplandığı için yanıltıcı şarampoller. Kapalı yollar, polis barikatları… Aslında bu kadar tehlikelerle dolu bir yolda, bu kadar inatçı olmamalıydım. Sonunda yaklaşık dokuz saatlik bir yolculukla Afyon Kocatepe Üniversitesi’ne ulaştım. Harika bir buluşma oldu. O gece orada olan herkese teşekkür ediyorum.

• Afyon sonrasında İstanbul Üniversitesi’nde, Avcılar Kampusunda “Kültür Kulübü”nün edebiyat şenliğine gittim. Sohbet, sorular falan bir yana, kimse kusura bakmasın ama bu oturumu, etkinliğin yapıldığı salonun soğukluğu ile hatırlayacağım. (Ah üniversitelerin bahanelere sığınmayı seven idari işleri ah, kimsenin öğrencileri böyle soğuk ortamlara “salmaya” hakkı yok!) Bir saatlik oturumun her bir dakikasında hastalığa yaklaştığımı hissettim ve sonunda gerçekten hasta oldum.

“Bir de Baktım Yoksun”, 7.baskıya ulaştı. Üstelik son baskıları daha yüksek adette yapılıyor. Dostum Murat Gülsoy’un olağanüstü öykü kitabı “Tanrı Beni Görüyor mu?” da, yayınlanmasından sadece bir ay sonra 2.baskısını yaptı. Daha da fazla okura ulaşacağına eminim. Bu arada çeşitli yayınevlerinden ardı ardına “öykü kitabı” haberleri geliyor. Bana sıklıkla söylenen bir sözdür; “Öykü iyi de, okurken sıkılıyorum, keşke roman yazsanız,” denir. Öyküyü romanın provası olarak gören zihniyet vardır bir de. (Aslında bu konuda daha uzun bir yazı yazmalı.) Okurun, son zamanlarda öyküye gösterdiği ilgi, bu acayip zihniyetlere dil çıkarıyor.

• 15 Aralık günü, İKSV’nin Şişhane’deki binası Salon’da “Doğan Hızlan’la Edebiyat Buluşmaları”nın konuğu oldum. Şişhane bölgesini çok severim; üstelik bu sevginin kişisel bir hikayesi de var. (Arada bir merak uyandırmak iyidir.) Bölgeye olan sevgim, metro ulaşımı ile iyice arttı. Yine Şişhane’ye yağmur yağıyordu. Ben de yayından çıktıktan sonra bindim metroya, taktım kulaklıkları, Pete Doherty dinleyerek gittim Şişhane’ye. Doğan Bey ve Görgün’le biraz sohbetten sonra çıktık sahneye ve başladık sohbete. İlk kez böyle bir deneyim yaşadığım için heyecanlandım açıkçası. Doğan Bey’in konuyu konuya bağlama, söylenen her sözü bir anıyla ya da düşünceyle ilişkilendirme yeteneğini ilgiyle izledim. Yazarlıktan dostluğa, Türk edebiyatından özel hayata girilmedik konu kalmadı. Bir saat ne derim, diye düşünürken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. (Çok güldüm ve biliyorum ki beni edebiyattan başka hiçbir şey bu kadar güldüremez; Doğan Bey’in kalem tamiri yaparken üstü başı mürekkep olmasın diye bir önlük yaptırdığını öğrenmekten daha eğlenceli ne olabilir?)

• Birkaç okuma önerisi…

– Bir arkeoloji detektifinin maceraları – Faruk Şüyün
Yıllar içinde ilerleyen bir arkadaşlığım var Faruk’la. Bu kitap, bilmediğim bir bakış açısını öğrenmeme neden oldu. Gezmeyi nasıl sevdiğini bilirdim de, bu gezilerdeki meraklı ruhunu, özellikle de arkeolojiye ve tarihe meraklı ruhunu nasıl beslediğini bilmezdim. Arkeolojiye, profesyonel olmayan okurla aynı mesafeden bakan bu kitap, adı geçen bölgelere giderken kesinlikle çantama atacağım bir kitap olacak.

– Pasif Devrim (İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi) – Cihan Tuğal
Sultanbeyli’deki radikal İslam’dan ılımlı İslam’a geçişi, Gramsci’nin “pasif devrim” kavramı üstünden okurken, mahallenin etnografisi üstünden değerlendirmeler yapan, yazılış (araştırmanın yapılışı) süreci ile de dikkat çekici bir kitap.

– Kaç Zil Kaldı Örtmenim? – Filiz Aygündüz
Filiz Aygündüz’ün bir roman yazmakta olduğunu bilmiyordum. Ayak üstü okumaya başladığım ilk dakikalarda satırlara kapılıp gittim. Çok akıcı, rahat bir dili var kitabın. Temel amacı hikayesini anlatmak. Bunu da başarıyor. “Diyarbakır’ın bir köyüne atanan 23 yaşında bir öğretmen,” deyince, aklıma hemen muhteşem film “İki Dil Bir Bavul” geldi. Benzer çıkış noktasında, roman kendi yolunu kısa sürede buluyor. “Ora”ya “bura”dan baktığını itiraf ederek ilerleyen hikaye, dil-insan-insanlık hattında sordurması gereken soruları sorduruyor.

– Kazı Başkanının Karavanası (Arkeolojinin Delikanlısından Yemek Tarifleri) – Muhibbe Darga
Zeka dolu kitaplara bayılıyorum. Bu kitabın çıkış fikri de o kadar yaratıcı ki. Muhibbe Darga’nın kim olduğunu söylemeye gerek yok; o arkeolojimizin delikanlısı, pırıl pırıl bir deniz feneri. Darga’nın, Anadolu’nun dört bir yanında çalıştığı, başkanlık ettiği kazılarda öğrenci ve işçilerine kendi elleriyle pişirdiği yemekler, çevre köylerden aldığı tarifler, o kazıların hikayeleri ve arkeolojiyle birleşince, tadına doyulmaz, zeka fışkıran bir kitap olmuş.

Yorumlar (6)

Dün akşamki heyecanınız sizi daha yakından tanımamızı sağladı. Güzel bir geceydi, ben de üzerine notlar düştüm. Teşekkürler 🙂
http://www.tramvayduragi.com/bu-kez-yekta-kopan-konuktu/

Ben de Tutunamayanlar'a yeni başladım. İlk kez bu kadar kalın bir kitap okuyacağım. Gözüm de korkmuyor değil hani.

Tutunamayanlar'ı bundan 16-17 yıl önce, bir kült (kiç?, klişe?) sayıldığı bir dönem ve ortamda, hayata dair bütün idealleri, heyecanı, toyluğu ve bunalımlarıyla 18 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak okumuştum. Kitabı o kadar büyük bir keyifle okuyordum ki, yarısını bitirmişken sınavlar yüzünden okumaya ara vermek zorunda kalınca sonrasında aynı yerden devam etmek yerine tekrar baştan başlamayı tercih etmiştim.

Kitabın içinde hiçbir noktalama işareti olmayan yaklaşık 70 sayfalık bölümünü okumaya resmen törenle hazırlanmıştım. Bu bölümü özenle bir Cuma akşamına denk getirmiştim. Öğrenci evindeki mütevazı odamda konsantrasyonumu bozmayacak güzel ve hafif bir müzik ayarlamış, yeterli içki, sigara stoklayıp geceyarısı dışardan gelen sesler kesildikten sonra başlamıştım okumaya. Kitabı o bölüme kadarki kısmını öyle sindirmiştim ki, cümlelerin nerede başlayıp nerede bittiğini, kimin susup kimin konuşmaya başladığını anlamam hiç zor olmamıştı.

Benim de bu aralar kitabı tekrar okuma planım var. 18'inde yolun başındaki bohem, toy deliklanlıyla şimdi 35'inde yolu yarılamış, iki çocuk sahibi konformist babanın hissettikleri ne ölçüde benzeşecek veya ne kadar farklı olacak çok merak ediyorum.

Şişhane taraflarında geçen bir öykü yazmak için dolaşıp notlar mı alıyorsunuz yoksa? 🙂

keşke süleyman demirel üniversitesine de gelseniz.

Ben de bir kere daha okumaya kara verdim Tutunamayanlar'ı, yalnız değilim ne güzel …

bir yorum bırakın