Günden Kalanlar.38

* Moskova deneyimi ilginç. Karşılaştırmalı bir şehir turu zor. Şehri okuyacaksan, hani varsa böyle bir isteğin, kendi dilinde-bilgisinde okuman gerekiyor. Üstelik türlü tevatürü ve yanlış tarih okumasını bir kenara bırakıp. Aslında bir şehre dalmanın olmazsa olmazlarında biri bu; bildiğini unutmak ve öylece yürümek. Ama bir yandan da olmayacak şey söylediğim; kişisel tarihinde biriktirdiklerinle, hayallerinle ve beklentilerinle giriyorsun şehrin ana kapısından.

* Moskova deyince herkes soğuktan dem vurdu. Soğuk dediğin ne ki, doğanın bir parçası. Asıl dert, insanın kargaşası; yani trafik. Gerçekten trafik delirticiydi. Pes!

* “Pes!” deyince aklıma geldi. Sevilmeyi anladığı kadar sevilmemeyi de anlamalı insan. Güzeldir sevilmemek. Bir denge getirir insana.

* “Sevilmemek,” deyince aklıma geldi. Bunu anlar da insan, sevmeyen insanın dilini anlamakta zorlanır. Eski bir dostum, en sevdiği şarkının “Don’t let me be missunderstood” olduğunu söyler ve bunu da şöyle gerekçelendirirdi: “Yanlış anlaşılmaktan öyle korkarım ki…” Kötüdür, fenadır yanlış anlaşılmak. Daha da fenası anlattığının bir duvara çarpması ve o duvarda sağının solunun kırılmasıdır. Kimi zaman nefret duvarıdır bu, kimi zaman öfke, kimi zaman kıskançlık. Hepsi insana dair duygular, bunda bir sorun yok. Ama o duvarda, karşı tarafın hikayesini bozmaya da kimsenin hakkı olmamalı. Yazıktır yahu…

* “İki Şiirin Arasında” çıktıktan sonra, adı çokça anılan öykünün “Öğretmen” olmasının benim için özel bir karşılığı var. Bu öykü bugüne kadar, gerçekliği içine en çok aldığım öykü oldu. Hatta kimi zaman, gerçekliğin ateşini kıstığım bir anlatı. Öylesine yürek yakıcıydı ki Antakya’da dinlediklerim, abartlı gelebilirdi okuyana. Zaten, aksini istememe rağmen, içli-dertli akan bir mürekkebim var. Gerçekliği olduğu gibi aktarsaydım vay halime… Çok daha sert, acımasız.

* Hayalperest Yayınları’nın güzel baskılı, özel tasarımlı kitabı “Modanın Tüm Öyküsü” pek ilgi alanıma girmez diye düşünüyordum. Kuşe kağıda, ciltli, kalın ve elbette pahalı bir kitap. Ama değer. Neden mi? Çünkü kitap, bildiğimiz anlamda moda konusundan çok, bu olgunun arka planına, tarihsel akışına ve kimi yerlerde sosyolojisine odaklanıyor. Japon hanedanınından Gaultier’ye, Ortaçağ’dan Madonna’ya çizgi çeken bir başucu kitabı. Bu aralar fırsat buldukça kartıştırıp duruyorum.

Leave a comment