Öyle gidivermiş işte. 25 Haziran’da. Bir tanıdığın, sıkı görüşmeli günler geride kalmış olsa da bir dostun ölüm haberini geç alınca, o garip kelimeyi acının ilk dalgası kıyıda eridikten sonra duyunca daha kötü oluyor insan. Usta perküsyoncu, komple müzisyen Hakan Beşer kalbine yenik düşmüş. Daha bugün duydum. Hemen üstüne de Bülent Ortaçgil’le bir söyleşiye gittim. Elbette Birol Ağırbaş da oradaydı. “Çığlık Çığlığa”nın her bir notası çığlık çığlığa dolaştı kulaklarımda. Hakan’ın perküsyon setinin başındaki deli halleri geldi gözümün önüne. Arnavutköy Eylül günleri, geceleri. Bir başka vedanın öznesi Sahir. Uluğ, Aycan, Tolga… Daha nice isim. Uzun gecelerin sonunda içilen bitki çayları. Dinlenen müzikten sonra konuşulan müzik. Hep “bir şeyler yarım kalmış hissi”. Öyle işte. Hakan gitmiş. Daha bugün öğrendim. Geç alınan her ölüm haberinde bir başka acıyor insanın canı.
Gece bitti deli Hakan, hadi eyvallah!
"Sen gittiğinde de böyle olmuştum. Gizli bahçemde bir ağaç devrilmişti. Demek duygular birbirini andırıyormuş, öyle mi? Ya da biz devşiriyormuşuz onları halden hale. Katmerleniyorlarmış, derinleşiyorlarmış,dallanıp budaklanıp daha başka türlü acılar veriyorlarmış her yeniden hissedildiklerinde. Mesela şimdi veda ettiğim bir başkası. Ama ben hem onun hem senin hem tüm kaybettiklerimin yasını birden tutuyorum. "
10 yıl geçmiş… Sanki dün gibi ilk tanıştığımız gün aklıma geliyor. Seninle gittiğimiz bir konser aklıma geliyor. Geç tanıdım, erken kaybettim…