Hoşgörü

Pek rahatlıkla kullandığımız bir kelime: Hoşgörü.

Olumlu anlamlar, iyi niyetler yüklediğimiz, sevdikçe sevdiğimiz, üstünden politikalar ürettiğimiz, yerli yersiz arkasına sığındığımız, zamanlı zamansız sohbete aldığımız, gündem yarattığımız, tüm zamanların değerlisi.

Ne kadar da kibirli bir hali var oysa, buram buram iktidar kokuyor.

Türk Dil Kurumu sözlüğü şöyle tanımlıyor bu pek sevdiğimiz kelimeyi: (isim) Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans.

Birileri birilerine hoşgörü gösteriyor, göstermesi gerekiyor, göstermeliyiz diyor. Kim bunu diyenler? Kim bu “her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görenler?

Geçenlerde Rumeli Kavağı civarında bir çıkmaz sokak gördüm. Adı “Hoşgörü Çıkmazı”. Fotoğrafını çekip instagram’a koydum ve bu fotoğrafın adına da “Çıkmaz… Gerçekten çıkmaz…” dedim. Beğenenler oldu, beğenmeyenler oldu. Yorumlar yazıldı. Kimileri bunu Türkiye’nin bugünüyle örtüştürdü. Hoşgörüsüz bir toplum olduğumuz vurgusu yapıldı sıkça. Oysa benim için kelimenin kendisi başlı başına bir çıkmaz. Çoğunluğun, azınlık üstündeki iktidarının bol şekerli ve kendinden emin bakışı.

“Ben çoğunluğum, aslında olumlamıyorum bu durumu ama olabildiğince hoş göreceğim, anlayış göstereceğim, kabul etmek için sınırlarımı-kurallarımı-kanunlarımı gevşeteceğim. Korkma ey azınlık, elimde tuttuğum iktidarın vahşi gücüne rağmen, hoşgörüm sayesinde sana da yaşam hakkı tanıyacağım, nefes alma alanı vereceğim.”

Hadi oradan!

Boş yere “Hoşgörü, zayıfların erdemidir,” dememiş Marquis de Sade. Bu nasıl bir kibirdir, bu nasıl bir yıkıcı iktidar anlayışıdır? Doğanın hangi parçası bir diğer parçası üstünde böylesine bir tahakküm kurabilir? Düşünmüyoruz. Düşünmemize gerek de yok, çünkü daha doğumunda kelimenin  göbeği iktidar sahiplerince olumlanarak kesilmiş. İktidar kendinden zayıf gördüğüne karşı hoşgörülü olma yalanıyla, erk alanını elinde tutmanın derdinde.

Elbette kelimeyi kullanırken bu tuzağa düşmeyenler de var. Elbette günlük hayatımıza o kadar yerleşmiş ki, iyi niyetle de olsa farkında olmadan kullandığımız anlar var. Elbette, herkes bu kelimeyi o yok edici iktidar duygusuyla kullanmıyor. Ama bu “elbette”lerin arkasına sığınmadan, geniş bir çerçeveden bakabilmek gerekiyor.

Birileri, birilerinin hayatını belirliyor. “Hayat duruşun şöyle olmalı, bu konularda şöyle davranmalısın, dediklerimi yaparsan sana karşı şu kounlarda hoşgörülü olabilirim,” diyor. Tekrar soruyorum; kim bu birileri? Onlara Nietzsche’den alıntıyla cevap verilebilir mi: “Senin kendine göre bir yolun var, benim kendime göre. Doğru yol, yanlışsız yol, tek yol diye bir şey yok.”

Arada bir bu konuda konuşmak gerekiyor. Hata yapmaktan korkmadan. Yapılan hataların hoşgörülüp, görülmeyeceği tedirginli,ğini yaşamadan. Hata yapabilirim, düşebilirim, düşkünlük gösterebilirim, saçmalayabilirim ve arızalarımı sonuna kadar sevebilirim. Kime ne? Üstelik daha bir gün önce “alıntı”larla ilgili notlar düştüğüm hayatımda, bir gün sonra “hoşgörü” meselesinde alıntılar yaptığım bir yazıda söylüyorum bunları.

Önce dildeki kibiri yok etmek gerekiyor. İktidar, her şeyden önce dili kirletiyor.

 

Yorumlar (6)

Yazınızı okurken, sanki ekran buğuluydu hiç bir şey görünmüyor:adeta karaltıyı okumaya çalışıyordum."Kelimeler, cümleler hızla geçiyor" derken 'buğu' yavaş yavaş kalktı.
Sanırım bu aralar etrafınızda bir "kibir" dolaşmakta."Alıntı" yazınızda da böbürlenme falanla başlıyordu, bunda doğrudan tespit, kibir.
Bunu söyledikten sonra sizin için dua etmemi yada iyi dilek sunmamı bekliyorsanız, yanılıyorsunuz.Etrafınız da "kibir" olduğu için ben bu yazıyı okuya bildim.Bu kadar da komplocu ve çıkarcıyım 🙂

Tabi ki hatalarımız oldu ve de olacak. Bunun karşılığında kendimizi ve affettirmek ve hoşgörülmeyi beklemek de gayet doğal. Ama "hoşgörü" kelimesi içerisinde biraz sosyal statü barındırmıyor mu? Ben senin yaptıklarını hoşgörüyorum derken, hoşgörülene bir yukarıdan bakma söz konusu değil mi?

ayrıca birilerine başkalarından bahsederken 'çok zeki' demesi, bende hoşgörüde bıraktığı etkiyi bırakıyor. yine bir kibir durumu. (ben onun çok zeki olduğunu anlayan daha çok zeki biriyim)

yazıyı çok beğendim.sade'den alıntı da gerçekten .çok uymuş buraya.

yazının çok güzel olmuş, teşekkürler.

Hoş sözcüğünü seçmemizin sebebi…
Hoş, Farsça'dan girmiş dilimize.
Türkçe tam karşılığı GÜZEL demek.
HOŞGÖR de, GÜZEL GÖR anlamına geliyor.

GÜZEL, bazı köylerimizde halen GÖZAL şeklinde söylenen kelimenin bugünkü hali.
"Göz" sözcüğüne "al" ekinin ilavesiyle türetilmiş.
Zamanla "GÖZ", "GÜZ"e, "AL", "EL"e dönüşmüş.

Güzel, "Göze Alma" ve "Göze Alıcı" deyimleriyle yakın bir ilişki içinde.
Bu bağlamda GÜZEL'in içleminde hem cesaret, hem cazibe var.
Ayrıca GÜZEL'de, mükemmel, gurur, ihtişam gibi duygusal yükler de yoğun.

HOŞ sözcüğünün içlemindeyse, alçak gönüllük, kemâle ermişlik duygusu yüklü…
HOŞ'da tevazuu var, olgunluk var, ama kibir, gurur, büyüklenme duygusu yok.
GÜZEL sözcüğü yerine, Farsça HOŞ sözcüğünü seçmemizin sebebi bu olsa gerek…

bir yorum bırakın