İri Memeler ve Geniş Kalçalar

Herkesten özür diliyorum.
Yazının başlığına farklı beklentilerle ‘tıklamış’
olabilirsiniz.
Çünkü günümüzün internet üstü yayıncılığı bu beklentilerin
üstüne kuruluyor.
İçerik ne olursa olsun, başlık ‘o beklentileri’
hareketlendirecek bir kelime içermeli. Seks, şiddet, ayrımcılık, hakaret ve
soru işaretleri…
Kimi gazetenin internet üstü uygulaması, basılı olarak
elimize ulaşandan o kadar farklı ki. Hele gün içinde giren son dakika
haberleri. Hele ‘foto-galeri’ uygulamasıyla, tıklaya tıklaya bitmeyen gizemli
yolculuklar. Sayfanın sağından solundan akan reklamlar coşsun yeter. Sosyal
medya ratingleri köpürsün yeter.
Gün içinde ‘çok okunan’ ya da ‘çok paylaşılan’ haberlerin
başlıklarına bir göz atın. O girdaba herkes kapılıyor çoğu zaman. “İnanılmaz
Açıklama – Şok Karar – Hangi Ünlü Şöyle Yaptı? – Hangi Ünlünün Şaşırtan Pozu”
başlıkları, lunaparkta dolaşan çocuğun renkli balonlara koşması gibi peşinde
koşturuyor hepimizi. Bir tık uzağımızdaki o habere bakmadan edemiyoruz. Bir
ünlünün, hatta bir ünlü kopyasının, alışveriş merkezinden elinde torbalarla
çıkarken uzaktan çekilmiş fotoğrafını görmeden edemiyoruz. Hemen paylaşıyoruz
bu haberi. İstiyoruz ki, başkaları da bizim gibi boş boş baksın ekranına.
Üstelik bunu yaparken, elinde torbayla yürüyen o kişi hakkında atıp tutmayı
ihmal etmiyoruz. Kendimizce sosyolojik tespitler yaparken, psikolojik bir
vakaya dönüştüğümüzü umursamadan yürüyoruz vasatın dikenli bahçesinde.
Manipülasyon haberciliğine nefret kusuyoruz her gün. Yeni
tanımlamalar sokuyoruz hayatımıza; algı yönlendirmesi, toplum mühendisliği
deyip duruyoruz. Mikro blog alanının iki adım gerisine çıkıp, resmin daha büyük
bir kısmını görmeye üşendiğimizden,
vasatlaştırma-sıradanlaştırma-önemsizleştirme eksenindeki fırça darbelerini
görmüyoruz. Görmek de istemiyoruz. “Her
şey o kadar üstüme geliyor ki, biraz kafamı boşaltmak istiyorum,”
diye bir
cümlemiz var ne de olsa… Kafaları boşaltmak istiyoruz. Dünyanın dört bir
yanında kadınlar, çocuklar ölürken, bizi ancak boş kafaların kurtaracağına
inanıyoruz.
Bizi artık utanmanın bile kurtaramayacağını unutmak işimize
geliyor.
İşimiz ne mi? Korunaklı dünyamızda kafamızı boşaltmak!
Zaten kim içerik istiyor ki…
Yanlış. Aslında herkes nitelikli içerik istiyor. Okur,
bilginin uzağında kalmamaya özen gösteriyor. Bütün o rakamlar “vasatın
zaferini” biraz daha köpürtmek için uğraşsa da, yirmi birinci yüzyıl, nitelikli
ve özgün içeriğe aç insanların yüzyılı.
O ‘sıkıcı-eski tip’ yayıncılık bitti, devir hız devri yaygaraları
arasında, içeriği boşaltanlar, kazdıkları kuyunun içinde debelenmeye
başladıklarında, onlara Soljenitsin’in “Acelecilik
ve yüzeysellik, yirminci yüzyılın ruh hastalıklarıdır; en çok da basında
görülürler,”
sözünü hatırlatacağız. Uygarlık çökerken, vasatı kutsayanlar,
iğrenç bir tecavüz haberine bile şehvetli başlıklar atmaktan çekinmeyecekler
yine de. Varsın olsun.
Akılcılığın, pozitif bilimlerin, doğrunun, derinliğin,
gerçek bilginin kazanacağına dair umudumuz bitmeyecek elbette.
Yazının başlığına gelince; edebiyat takipçilerinin gayet iyi
bildiği gibi Nobel ödüllü Çinli yazar Mo Yan’ın, Türkiye’de Can Yayınları
tarafından yayımlanan benzersiz büyük anlatısının adı bu. “İri Memeler ve Geniş
Kalçalar”, Erdem Kurtuldu’nun Çince aslından yaptığı çeviriyle dilimize
kazandırıldı. Bence, geçen yılın en iyi çevirilerinden biri.
Mo Yan, bu romanında Kültür Devrimi sırasında yaşananları
dokuz çocuklu bir ailenin hikayesi üstünden anlatıyor. Toplumsal değişimin
sancıları, içeriden bir anlatımla, kimi yerde şaşırtarak, kimi yerde
eğlendirerek, bir tokat gibi patlıyor okurun yüzünde.
Her alanın muktedirleri, istedikleri kadar algıları “bul
karayı-al parayı” oyununa yenik düşürmeye çalışsın. Sanat sivil tarihi yazmaya
devam ediyor.
Elbet bu günlerin de hesabını soracaktır sanat.

Yazının başlığına farklı beklentilerle ‘tıklayan’ herkesten,
bir kez daha özür dilerim.

Yorumlar (4)

Ben de öyle sanırdım: Bul karayı-al parayı. Aslında size kara aratan oyunda hile kartlarda veya renklerde değil; tek bir harfte…
Bunca algı mühendisliği insan kanıksamasına yenik düşer elbet. Uyandıranlar ya fırça ya da söz sanatçılarıdır. İlk uyandıklarından olsa gerek . . .

Ay insan korkuyor yorum yazmaya şimdi hahah. Ama kusura bakmayın, yazıyı tebrik etmesem içimde kalırdı.

ne yazık ki çok doğru noktaya değindiniz sayın kopan. günümüz yayıncılığı bunlardan ibaret hale geldi ve asıl anlam ifade eden yayınlar kalbur altı kaldı!

O değil de, güzel adamsın sen.

bir yorum bırakın