Bugün İskender’e veda ettik.
Derman İskender Över.
küçük İskender.
Haberi geçen yıl Mayıs ayında almıştım. Latife Tekin titreyen bir sesle söylemişti. Bodrum’daki ilk hastane ziyaretinde iyi görmemiştim İskender’i. “Az zaman kaldı doktorlar,” demişti, “belki de birkaç hafta.”
Yıl boyunca konuştuklarımız, anlattığı projeler, ziyaretler bana kalsın. Ama sonuçta o birkaç hafta, bir yıldan uzun zamana yayıldı. Hatta arada, birlikte rakı bile içtik. 26 Mart’ta “Dünya Ölmeme Günü”nde. Ne yalan söyleyeyim, iyiye gittiğine inanmıştım o gün. Can Bonomo’nun deyimiyle “iyiye gittiği illüzyonuna” inandırdı bizi. İnandırmak, onun işiydi.
Derken acı haber geldi. Bir gece vakti. Aylin Kement’in telefon mesajıyla.
Arkasından söylenenleri dinledim, yazılanları okudum. Herkesin İskender’inden bir başka İskender oluşturdum.
Bir kediydi İskender diye düşündüm. Huysuz, mağrur, maceracı, meraklı, kimi zaman yumuşak, kimi zaman tırnakları dışarıda, söz dinlemez, sözünü dinletir, kural tanımaz, kurallarını koyar, kafasına göre takılır, kafasının içine girilmesine izin vermez, güzelliğinin farkında bir kediydi. Sık sık evden kaçar, istediği ağaca tırmanır, istediği aşka düşer, ise-pise bulanır, sonra da yuvasına dönüp temizlenirdi. İskender’in yuvası şiiriydi, dizeleriydi.
Dünya şiiri, en güzel kedilerinden birini yitirdi.
Ortaköy Camii’nden çıktığımda kumpircilerin arasından geçerken kulağıma çarpan bir sohbet, tam İskender’e göreydi. Bugünkü en büyük üzüntülerimden biri şu tuhaf sahneyi ona anlatamamak oldu:
Kalabalığı gören bir kumpirci kadın, karşı taraftakine bağırarak “Kim ölmüş?” diye sordu.
“Sanırım bir şairmiş,” dedi diğer kadın.
Canhıraş bir sesle inledi soruyu soran kumpirci: “Neeee? Selami Şahin mi ölmüş?”
Bu tuhaf diyalogun içinden yürüyüp geçtim. Başka zaman olsa zihnimden uçup gidecek, saçma bir diyalog. Ama dedim ya, tam İskender’e göre. Tam onun seveceği saçmalıkta. Tam da o.
“Elbet bir gün kavuşacağız, o zaman anlatırım,” diye devam ettim yoluma.
Çok üzgünüm kitapları şiirleri öksüz kaldı bize yadigar
Yıl boyunca konuştuklarımız, anlattığı projeler, ziyaretler bana kalsın. Ama sonuçta o birkaç hafta, bir yıldan uzun zamana yayıldı. Hatta arada, birlikte rakı bile içtik. 26 Mart’ta “Dünya Ölmeme Günü”nde. Ne yalan söyleyeyim, iyiye gittiğine inanmıştım o gün. Can Bonomo’nun deyimiyle “iyiye gittiği illüzyonuna” inandırdı bizi. İnandırmak, onun işiydi.
Küçük İskender’i ilk kez okuduğumda, eğip bükmeden dürüstlükle yazılmış o dobra diline vurulmuştum. Çünkü yalanları parlatıp sunmuyordu veya klişelerin artistliğinde gezdirmiyordu insanı. Dizelerine, satırlarına ziyaret etmeyi ihmal etmeyeceğim. Kedi demişken sizin “Kediler Güzel Uyanır” kitabınızdan bir alıntı-hayata karşı soğukkanlı olmaya çalışanları da sevmem-