Karanlık duyguların “Anahtar”ı

Uzun sürmüş bir evliliğin yorgunluğunda oynanan bir oyun gibi başlıyor Tanizaki‘nin “Anahtar”ı. Seçkin sınıfın temsilcisi elli altı yaşındaki profesör, Kyoto’lu geleneksel bir ailenin kızı olan kırk beş yaşındaki karısı İkuko ile cinsel yaşamını sorgulamak için eskiden günlüğüne aktarmaya çekindiği konulara girmeye karar veriyor. Yeni yılın ilk gününde karısının kuralcılığı, rahatsız edici ahlakçılığı ve yatak odası konularını konuşmaktan kaçınan kişiliği yüzünden, günlüğünün sayfalarına sığınıyor.

İkuko, kadının hangi konuda olursa olsun pasif kalması, erkeğine karşı kendiliğinden harekete geçmemesi gerektiğine inanan eski kafalı bir anne baba tarafından büyütülmüş, mahremiyete inanan bir kadın. Dolayısıyla kocasının günlüğünü bulduğu anda, okumamaya karar veriyor. Bu gizli günlük, onda da bir karşı günlük tutma isteği doğuruyor. Böylece biz okurlar da orta yaşı geçmiş bu karı-kocanın, varlıklarını bildikleri halde okumadıkları iki günlük üstünden, modernleşme süreci içindeki geleneksel Japon toplumunun erotik zihninde bir yolculuğa çıkıyoruz.

Cuniçiro Tanizaki’nin “Anahtar”ını okurken Japon edebiyatından ilgimi çeken diğer yazarları düşündüm. Akutagawa’dan Mişima’ya, Yoshimoto’dan Murakami’ye farklı dönemlerin ve üslupların kalemlerinde erotizm baskın bir izlek. Japon sanatında erotizm ve hatta daha ötesinin egemenliği sadece edebiyatla sınırlı değil. Günümüz Japonya’sının şiddete ve pornografiye dokunuşunu düşündüğümüzde, genetik bir harita çıkarmak daha kolay oluyor. 1886 doğumlu Tanizaki de, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası eserlerinde, uçlarda dolaşan bir erotizmin peşine düşüyor. Batı Edebiyatından yoğunluklu olarak etkilenmiş Tokyo doğumlu bir yazar olan Tanizaki, daha tutucu bir bölge olan Osaka’ya yerleştikten sonra Japon toplumundaki ikilem ve değerler sistemindeki değişim temel meselelerinden biri oluyor. Erken dönem eserlerinde de, erotizmin yoğunlaştığı son dönem eserlerinde de tuhaf, tekinsiz bir atmosferin içinde yürütüyor okurlarını.

Dönelim kitabın sayfalarına; tutucu bir aile ortamında yetişen İkuko, bütün bu bastırılmış cinsellik algısına rağmen, şehvete yatkın bir bünyesi olduğunu itiraf etmekten de çekinmiyor. Evet, İkuko arzulu ama kocasının gereksiz hareketlerine de dayanamıyor; cinsellik yorgan altında, karanlıkta yaşansın istiyor. Evlilik çağına gelmiş kızları Toşiko’yla da mahremiyete önem veren bir ana-kız ilişkisi kurmuş durumda. Derken bu tekdüzeleşmiş ama öyle ya da böyle rayında giden ilişki trenine bir yabancı biniyor; Toşiko’yla evlenmesi muhtemel damat adayı Kimura. Bir yandan geleneksel bakış açısından ödün vermeyen, bir yandan da yüzlerini batıya dönmenin hazzını yaşayan karı-koca, James Stewart’a benzerliği ve beyaz teniyle sanki Japon değilmiş gibi duran Kimura’nın varlığıyla duygusal ve cinsel bir fay hattı kırılması yaşıyor. Kimura’ya karşı duyduğu kıskançlığın kendisini tahrik ettiğine inanan koca, bu yabancı erkeğin afrodizyak etkisiyle cinsel hayatlarındaki tatminin süreceğine inanıyor. Üstelik bu süreçte karısının alkol konusundaki zafiyetini de keşfediyor. Kimura afrodizyağıyla başlayan cinsel özgürleşme sürecine, konyak gibi bir ilaç ve gizlice çekilen çıplak fotoğraflar eşlik ediyor. İkuko ise, fotoğraflarının çekildiğini anladığı anda bile “kocam bu çılgınca eğlencesiyle tahrik olmadıkça beni tatmin edemiyorsa, üzerimi düşeni yapmam, fotoğraflarımın çekilişine ses çıkarmamam gerekir, çünkü bu sayede sınırsız şehvetim doyuma ulaşıyor” düşüncesinde. Bu çıplak fotoğrafların Kimura tarafından tabedilmesi, yabancının cinsel oyuna dahil edilmesi karı-kocayı daha da tahrik ediyor. Oyun, giderek tehlikeli bir hal alıyor. Doymak bilmez bir cinsel açlığı olduğunu her fırsatta günlüğüne yazan İkuko da bu batılı görünümlü, taze bedenli adama ilgi duymaya başlıyor. Bu ilgi bir süre sonra kızları Toşiko’nun da dikkatini çekiyor ve genç kız, anne-babasının mutluluğun anahtarı olarak gördükleri bu hastalıklı oyunlarına dahil oluyor. Dört kişilik bu garip denklemde, kocası ve genç Kimura, İkuko’nun hayallerinde birbirlerine dönüşüyor; üstelik Toşiko’nun yön vericiliğiyle. Böylece “Anahtar” feodal köklerine sıkı sıkıya bağlı bir toplumda cinselliğin ve ahlakın nasıl ikiyüzlü yaşandığının izini sürmeye devam ediyor. Bu iz sürme, şaşırtıcı ve soruları artıran bir finale kadar uzanıyor. Okur finale giden yolda, şu soruyla sürekli karşı karşıya: Bir evlilikte, karşılıklı tatmin, cinsel mutluluk, süreklilik için inandığınız değerler sistemini nereye kadar esnetebilirsiniz? Tanizaki, hikayesini bu sorunun izinde yürütürken, kahramanlarının bütün karanlık yönlerini yansıtmak ve okuru sahte bir ahlakçılıkla yüzleştirmek isteğini açıkça belli ediyor.

Ancak bir yandan da Tanizaki yetmiş yaşında yazdığı bu romanda sırtını fazlasıyla cinselliğe yaslarken diğer duyguları göz ardı ediyor. Üstelik günlükler üstünden kurduğu anlatı yapısında çoğunlukla “okura doğru konuşan” bölümlerle Profesörün ve İkuko’nun gerçek iç seslerinden uzaklaştırıyor biz okurları. Hikayesinin olay örgüsünü okura net geçirebilmek kaygısı, yazılmakta olan günlükleri değil, bir üst-anlatıcının metnini okuduğumuz hissini veriyor çoğu zaman. Yine de akıcı bir dil ve olay örgüsüyle bezediği roman, bir solukta okunan psikolojik gerilimler arasındaki yerini alıyor.

Can Yayınları daha önce Cuniçiro Tanizaki’nin “Çılgın Bir İhtiyarin Güncesi” ve “Sazende Şunkin” isimli kitaplarını yayımlamıştı. Yayınevi, H.Can Erkin‘in yetkin çevirisiyle yayımladığı “Anahtar” ile hem Tanizaki külliyatına hem de kütüphanelerimizin Japon edebiyatı rafına bir katkıda daha bulunuyor.

bir yorum bırakın