Lotarya: Küçük bir kızın hafızası

Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında okuduğumuz haberler.
O haberlerin bizden uzakta yaşandığına dair bitmek bilmeyen ikiyüzlülüğümüz.
Korunaklı dünyamızı bütün o şiddetin, umutsuzluğun, trajedilerin dışında
düşünmemiz. Oysa dünyanın hangi köşesinde olursak olalım o haberlerin, o
hikâyelerin uzağında değiliz.
Bir lotarya kartına bakıp şu satırları yazan Luz’un istediği
de, dünyanın kötülüklerinden uzakta bir yerlere gidebilmek: “Ne zaman Deniz Kızı sorulsa, iki yanına
sarkıttığı kollarıyla suyun üzerindeki vücuduna, uzun ve dalgalı saçlarına
bakar ve o olduğumu hayal ederdim. Güzel veya yetişkin olduğu için değil,
nerede yaşarsa yaşasın hiçbir şey veya hiç kimse ona dokunamadığı ver istediği
her yere yüzebildiği için.”
Luz Maria Castillo, 11 yaşında. Meksika’dan Amerika’ya
taşınmış bir ailenin iki kızından biri. Ailenin yaşadığı dramatik olayların
sonucunda psikolojik destek alacağı bir merkezde kalıyor. En sevdiği oyunlardan
biri olan Meksika lotaryası, bu destek sürecinde onun tek yardımcısı.
Doktorlar, her gün bir lotarya kartı çekmesini ve ona bakarak içinden geçenleri
yazmasını istiyorlar. Rastgele kartlar seçiyor. Her kartta bir resim var; Müzisyen,
Fıçı, Tencere, Kurukafa, Saksı, Dünya, Çan… Her kart, Luz’un içine gömdüğü
hikayelerden birinin daha açığa çıkmasını sağlıyor. Küçücük bir kız, kısa
hayatının dikenli yollarından ve hafızasının karanlık koridorlarından yazarak
kurtulmaya çalışıyor.
Amerikalı yazar Mario Alberto Zambrano’nun 2013 tarihli ilk
romanı “Lotarya”, birer oyun kartına karşılık gelen 54 kısa bölümle, yaprak
yaprak açılan bir anlatı. Roman kısa sürede çok sayıda ödüle aday gösterilmiş
ve pek çok dile çevrilmiş. (Aynı zamanda bir dansçı olan Zambrano’nun bu alanda
da hatırı sayılır bir kariyeri var).
Bir çocuğun ağzından, sert bir dünyanın anlatıldığı
romanlar söz konusu olduğunda Mark Haddon’un esrarengiz bir cinayeti aydınlatmaya çalışan 15 yaşındaki otistik kahramanı
Christopher John Francis Boone’un ağzından yazdığı “The Curious Incident of the Dog in the Night-Time (Süper İyi Günler)”
ya da Niccolo Ammaniti imzalı ve
on dört yaşındaki Lorenzo’nun ben-anlatıcı olarak karşımıza çıktığı “Sen ve Ben” akla gelebilir. “Lotarya”yı
en yakın hissettiğim roman ise Meksika’nın en büyük uyuşturucu tacirlerinden
birinin oğlu Tochtli’nin anlatıcısı olduğu, Juan Pablo Villalobos imzalı “Tavşan Deliğinde Fiesta”. Villalobos’un romanını şu cümleyle karşılamıştım
zamanında: “Şiddet dolu bir dünyada
büyüyen, suç tuğlalarından oluşan bir duvarla kuşatılmış bir yaşam sürmeye
mahkum edilen bir çocuk, nasıl bir içses geliştirir, nasıl bir hayal dünyasında
nefes alır?”
Benzer bir cümleyi
“Lotarya” için de kurmak mümkün. Dünyanın pek çok yerinde karşımıza çıkabilecek
bir aile dramı, Luz’un hikayelerinde karşılığını buluyor.
Yoksulluk-yoksunluktan aile içi şiddete, göçmenliğin getirdiği sıkışmışlıktan
yıkıcı bir aşkın farklı yüzlerine uzanan bir yolculuk. Zambrano’nun başarısı,
hikayesini ancak bir çocuğun yakalayabileceği detaylarla aktarmadaki sürekliliğinde
yatıyor. Büyüklerin dünyasında trajedi olarak değerlendirilecek bir olay Luz’un
kaleminde eriyip giderken, çoğu yetişkin için üstünde durulmayacak bir detay,
anlatının başrolüne çıkabiliyor. “Tavşan Deliğinde Fiesta” kadar güçlü bir olay
örgüsü yok bu kitapta. Ayrıca Luz’un hayal dünyası Tochtli’ninki kadar ‘şaşırtıcı’
değil. Bunun temel nedeni Zambrano’nun bilinçli olarak ‘sıradan’ bir olayın
peşine düşmesi ve Luz’un 11 yaşında olması elbette. Ama roman, kesintisiz bir
okuma zevkiyle sarıyor okurunu. Kimi bölümlerde tempo düşer gibi olsa da,
çocuksu bakışa açısı ve dil, okuru hemen bir sonraki bölüme taşıyor. Üstelik
yazar, Luz’un başına ‘gerçekten’ ne geldiği konusunda kitabın sonuna kadar
merakı ayakta tutmayı başarıyor.
“Lotarya”, özenli
bir baskı ve orijinal kapak tasarımıyla raflara çıktı. Ufak tefek yazım
hatalarının ikinci baskıda giderileceğini düşünüyorum. Neriman Akcanlı’nın
çevirisi kadar Avi Pardo ve Sertaç Canbolat’ın emeğini de anmak gerekiyor.

Büyüklerin
kötülüklerle dolu dünyasına en sert eleştiri bir çocuğun bakış açısından
gelebilir. Zambrano, hafızanın törpülendiği bir çağda, belleğin ve yazının
değerini hatırlatıyor bize. 

Yorumlar (1)

Daha bugun kucuk İrmak'in yurek parcalayan dramini izlerken haberlerden aslinda uzak sandigimiz bircok seyin yanibasimizda olabilecegini dusunuyordum. Hataydan selamlar.

bir yorum bırakın