“Mecburiyet” ve “neyse ki Mehmet Öğretmen var”

Dün sosyal medyada bir kitap önerdim.

Stefan Zweig‘dan Mecburiyet.

Ressam Ferdinand ve karısı Paula’nın yaklaşık iki güne sığan hikayesi, güçlü bir sivil itaatsizlik metni. Kendi hikayesine benzer bir noktadan yola çıkan Zweig, zihnindeki gel-git’i bu iki karaktere bölmüş. Böylece devlet makinesinin amaçladığı savaş ile insan olmanın arzuladığı barış arasındaki tartışmayı da aktarabilmiş. “İnsanlığın ötesinde bir vatanım, insanları öldürmek gibi bir hırsım yok ama beni ele geçirdiler, askere gitmek zorundayım” diyen ressam Ferdinand ile “İnsanın tek bilmesi gereken, insan olduğu ve öyle kalmak istediğidir, o zaman çevresindeki laflar, bugünlerde insanları uyuşturmak için söylenen o laflar, vatan, görev, kahramanlık, bütün bunlar yalnızca iğrenç kan kokan, insan kanı kokan kelimelerdir” diyen karısı Paula.

Bir tarafta vatanseverliğin ölçüsünü “o emri” yerine getirmekte arayan bir adam. Öte yanda vatanseverliğin, insan olmakla başladığını, bu yüzden de “o emri” reddetmek gerektiğini söyleyen bir kadın.

Mecburiyet, 60 sayfalık bir uzun öykü. Okuyacak olanların heyecanını kaçırmamak için daha fazla detay vermeyeceğim. Zaten söylemek istediğim de başka… Dünkü sosyal medya önerisi dakikalarına dönelim.

Stefan Zweig’dan etkileyici bir “sivil itaatsizlik” hikayesi, diyerek paylaştım kitabı.

Elbette ilk ilgilenen ve birkaç saat geçmeden aşağıdaki fotoğrafı yollayan Antakya’nın “ince, uzun öğretmeni” Mehmet Tutar oldu. “Okumamız önerildi… Mecburiyet” yazmış fotoğrafın altına. Öneriyi okur okumaz heyecanlanmış belli ki. Sabredememiş. Yazın sıcak günü olmasına aldırmadan bir kitapçıya gitmiş. Almış kitabı. İyi okur olmanın heyecanı yüzünden okunuyor.

Mehmet Tutar’ın nasıl bir öğretmen, nasıl bir okur olduğunu beni tanıyan herkes biliyor artık. Bilmeyenler de İpekli Mendil Kütüphanesi‘nin hikayesini okuyarak öğrenebilir.

Mehmet Öğretmen, heyecanla kitabı satın almaya gittiği dakikalarda, bir twitter kullanıcısı da benim önerimin altına düşüncelerini yazmakla meşgulmüş.

Düşünce dediğime bakmayın. Başkasının zihninden, başkasının ağzından öfkelenen bir kişiden söz ediyorum.

Zweig’in kitabını önerirken “sivil itaatsizlik” dememe bozulmuş besbelli. “Sivil itaatsizlik diyerek subliminal mesaj verdiğinize göre siz de yerli ve milli değilsiniz” diyerek başladığı mesaj, hakaretler ve parmak sallamalarla bitiyor. Siyasetin şekillendirdiği, muktedirin yön verdiği dilin yansıması bu. Okumadığı bir kitap, tanımadığı bir kişi, bilmediği bir konu… Üstelik önerilen kitap, bu ismini bilmediğim kullanıcının, “güya” vatanseverlikle saydırdığı hakaretlerin kaynağında ne yattığını anlamasını sağlayacak bir kitap. Yazık. Çok yazık.

Sıradan faşizm, son yılların sıkça kullanılan kavramlarından. Gündelik hayatın içinden bu kadar çok örnek verebilmemiz üzücü.

Dileyen okuyabilir Zweig’ı. Dileyen okumaz. Dileyen okur ama eleştirir. Ama sonuçta, kuracağı cümleyi kitapla ilişki kurmadan sarf etmez.

Yarınlara dair bir umudumuz varsa, Mehmet Öğretmen’lere olan inançtır bunun nedeni.

bir yorum bırakın