Murakami okumak, hem de “tercüme zayiatı”na aldırmadan!

Haruki Murakami ile tanıştığım günü çalışma defterlerimden birine not etmişim: 13 Kasım 2001. O gün okurluk yolculuğumda adını sıklıkla anmaktan zevk aldığım dostum, Semih Aközlü, altZine’de yayınlamamız için bir çeviri yollamış. “Norwegian Wood” romanının 6-7 sayfalık bir bölümü, Semih’in heyecan dolu notuyla gelmiş: “Bu adamı mutlaka okumalısın!” Çeviriyi altZine’in Ocak 2002 güncellemesinde yayınlamıştık. O tarihten önce Türkçede herhangi bir Murakami çevirisi yayınlandı mı bilmiyorum, zaten amacım “en önce biz yaptık” saçmalıklarına girmek değil. Beni ilgilendiren kişisel tarihimin okuma durakları; o günden sonra sıkı bir Murakami takipçisi olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.

Basit bir dili vardır Murakami’nin; akıp giden, sakin-dingin bir dil. Ayrıntılarıyla betimlediği mekanların içinde, gündelik adımlar atan karakterlerin dünyasında kaybolmaya başladığınızı hissedersiniz. Zaman, mekanların kişilerin üstünden akıp gider. Ama bir anda, göz açıp kapama süresinde, rüya ile gerçeklik arasında gidip gelen bir sarkacın tepesine binmiş olduğunuzu anlarsınız. Hazır yemekler, çay saatleri, içkiler, sigaralar, kapitalizmin çokuluslu markaları, caz şarkıları, çocuklar-çocukluklar, bedensel özürler, sıkışmış ruhlar, sıkıştırmış evlilikler, gençliğin geçici rüzgarı… ve en çok da kediler… sayfalar boyunca dolaşır. Aslında o sayfalardaki gerçek-gerçeküstü her karakter ve olayda kendi başınıza dolaştığınızı anladığınızda romandan kopamaz hale gelmişsiniz demektir.

Türkçede ilk olarak 2004 yılında Doğan Kitap tarafından İmkansızın Şarkısı adıyla “Norwegian Wood” yayınlandı. Elbette bu kitabın benim için anlamı büyüktü. altZine’de kısacık bir bölümünü yayınladığımız roman kendi dilimde, elimdeydi. Kitabı açtım ve birinci bölümü okumaya başladım: “Otuz yedi yaşındayım ve bir Boeing 707’deyim. Kocaman uçak, yağmur yüklü bulutların arasından inişe geçmiş, Hamburg Havaalanı’na inmeye hazırlanıyordu.” Hemen kapattım kitabı. Aynı cümlenin içinde inişe geçmiş ve inmeye hazırlanan bir uçakla karşı karşıyaydım. Kitap boyunca o “çeviri kokusunu” hep hissettim. Semih’in çevirdiği bölüme geldiğimde o ekşi kokuyu tanımlamam daha kolay oldu: “Dünya kimi zaman fazlasıyla sertleştiğinde,” diyordu örneğin çeviride, oysa “Dünya katlanılmaz bir hal alınca,” diye okumuştum bu satırları öncesinde. “Dünyanın katlanılmaz bir hal alması” metnin dilini ne kadar basit ve anlaşılır kılıyorsa, “dünyanın sertleşmesi” de o kadar Amerikan filmlerinden fırlamış bir replik gibi duruyordu. Bu küçük örnekte olduğu gibi çukurlarla, okurken dili tökezleten tümseklerle doluydu elimdeki kitap.

Murakami kısa sürede Türkiyeli okurun da sevdiği bir yazar oldu. Zemberekkuşu’nun Güncesi bence başyapıtlarındandır. Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında hem İngilizcesini hem Türkçesini okuduğum ve gariptir ama benim en sevdiğim romanlarından biri olmuştur. Yaban Koyununun İzinde ve arkasından gelen Sahilde Kafka ile yüksek bir satışı olmasa da ciddi bir okuru var Murakami’nin.

Ama Murakami çevirileriyle ilgili meselem İmkansızı Şarkısı’nda başladı ve bitti sanılmasın. Yıllar sonra Sahilde Kafka’yı okurken başka bir sorun keşfettim. Yine Doğan Kitap tarafından basılmış kitabın çevirisi gayet akıcıydı bu sefer. Sadece bir yerde, “…sandalyenin arkalığına konmuş tül çoraplar…” cümlesini okuyunca, bilgisizliğim yüzünden tökezledim. Tül çorabın ne olduğunu bilmiyordum? (Hatta twitter’a yazıp yardım istedim ve birçok kişi böyle bir çorap türü olduğu konusunda beni bilgilendirdi; yeri gelmişken teşekkür edeyim.) Bu bilgisizlik başka bir okumaya yönlendirdi ben, Türkçe çeviriyi İngilizcesiyle karşılaştırmak istedim. Beni çok sayıda farklılık beklediğini bilmeden girdiğim suda az daha boğulacaktım. “Sonra da Virginia Slim paketinden bir dal çıkarıp kibritle yaktı,” cümlesi Vintage’ın yayınladığı “Kafka on the Shore”da “…pulling out a cigarette and lighting it,” oluyordu örneğin.

Durum belliydi; Haruki Murakami romanları sadece Türkçeye değil İngilizceye (ve eminim Fransızcaya da) aktarılırken bir tercüme zayiatına uğruyordu. Bitmeyen “lost in translation” durumu. (Belki buna tercüme zayiatından başka bir şey demek gerekiyor; her şeyi olduğu gibi edebiyatı da bütün dünyadan daha iyi bilen Batılı editörler, kendilerince “eseri sarkıtan-şişiren yerleri” buduyor olabilirler. Japonca baskısıyla İngilizce baskısının arasında –vuruş sayısı açısından da- bir kalınlık farkı olduğu biliniyor.)

Aslında yabancısı olmadığımız bir durumla karşı karşıyaydım. Yıllardır kimi Fransızca-Almanca kitapları bile, İngilizce çevirilerinden okumuş bir kuşağın temsilcisiyim ne de olsa. Üstelik çevirmenin kişisel yorumlarına maruz kalarak. (Bu konu her zaman kafamı kurcalamıştır, Karbon Kopya kitabımdaki “Çevirenin Notu” öyküsü de böylece ortaya çıkmıştır zaten.)

Neyse ki artık Murakami’yi Türkçede basan Doğan Kitap da, İngilizce metinleri değil Japonca asılları esas alıyor. Yine de şunu söylemeliyim; olur da günün birinde Murakami kitaplarının İngilizcelerini okumak isterseniz, hiç gözünüz korkmasın. Dediğim gibi çok basit bir dili var Murakami’nin, “Ne var ki, bunu ben de yazarım,” dedirtecek kadar sade. İngilizcesini rahatlıkla anlayabiliyor insan.

Son bir öneriden önce teşekkür listem var: Bir yazarın sıkı takipçisi olmak, biraz da sizi besleyen çevrenin desteğiyle gerçekleşir; en azından ben buna inanırım. Dolayısıyla Semih’in tanıştırmasından sonra Emrah internetten bulduğu öyküleri basıp basıp getirmese, Burcu kitapların İngilizce baskılarını büyük bir hızla hatmetmese, Murat özellikle Zemberekkuşu’nun Güncesi konusunda gönüllü reklam yapmasa, Mehmet aynı kitap için methiyeler düzmese, Haruki Murakami okurluğum bu kadar hızlı ilerlemezdi sanırım. Hepsine teşekkür ederim.

Önerimin ne olduğu belli. Murakami’nin kişisel sitesini ziyaret etmeniz. Romanların değişmez kahramanlarından kedi ile (bunun adı Nakata mı, Noboru Vataya mı bilemedim?) sayfa sayfa dolaşmanız.

http://www.harukimurakami.com/

Yorumlar (20)

The Believer'in Ekim 2007 sayisinda Peter Rednour kisa bir liste yapmisti; Murakami'nin edebiyatinda yok olan Seyler, Hayvanlar ve Insanlar. Yazinizi okudugumda aklima geldi bu liste, buradan paylasmak istedim. Cevirmeye usendigim icin kusuruma bakmazsiniz umarim..

Things
—–
A baseball bat — The Wind-Up Bird Chronicle
Cinnamon's voice — The Wind-Up Bird Chronicle
A woman's name — "Shinagawa Monkey," Blind Willow, Sleeping Woman
Nakata's higher brain function — Kafka on the Shore

Animals
——
A cat named Noboru Wataya — The Wind-Up Bird Chronicle
An elephant — The Elephant Vanishes

People
—–
Mr. Kurumizawa — "Where I'm Likely to Find It", Blind Willow, Sleeping Woman
Sumire — Sputnik Sweetheart
Kumiko Okada — The Wind-Up Bird Chronicle
Kiki — A Wild Sheep Chase and Dance Dance Dance
The Sheepman — A Wild Sheep Chase and Dance Dance Dance
Kafka's mother and sister — Kafka on the Shore

Ben murakami ile yeni tanıştım, sahilde kafka'ya başladım bu hafta. Hem bu kadar gerçeküstü unsurlarla dolu hem de o kadar gerçek bir öykü… Akıp gidiyor. Diğer kitapları da elimde, okumak için sabırsızlanıyorum.

Murakami'yi muhtemelen farkında olmadan ilk Alt-zine'de yayımladığınız metinlerden okumuştum, Roma İmparatorluğu'nun Yıkılışı'nı hatırlıyorum galiba; daha sonra Orhan Pamuk eposta grubunda bahsi geçmişti; ama asıl başlamam, çok daha saçma bir nedenle olmuştu: bir randevum son anda iptal olunca bir dirhem çekirdek kıyafetimle ortada kaldığıma sinirlenmiş, yakınlardaki Pandora'ya uğramış, nedense Wild Sheep Chase'i satın almıştım. O akşam okumaya başladığımda hayatımın Murakami'li döneminin başladığından habersizdim. O kitabın ardından bulabildiğim tüm Murakami kitaplarını toplayıp okudum, bulamadıklarımı da ödünç aldım. İngilizce bildiğimden muhtemelen hiç bu kadar memnun olmamışımdır. Bir tutku haline getirip tüm kitaplarını kat ettikten sonra ben de pek çok Murakami okuru gibi etrafıma bahsetmeye başladım, hatta arada bir gittiğim bir kitabevine uğrayıp kitap almak isteyen bazı insanlara Kafka Sahilde'yi tavsiye ettim, suskun okur konumunu bozarak. Hüseyin Can Erkin'le zamanında çalıştığım için Japonca aslından çevirmesine güveniyorum, bir de Murakami'nin İngilizce'ye çevirilirken bazı uyarlamalar yapılmasına onay verdiğini de internette bulabileceğiniz çevirmenler arası yazışmalarda okuyabilirsiniz, muhtemelen Hüseyin Can Erkin daha doğrudan bir çeviri yapmıştır. (Açıkçası henüz Türkçesini okumadım, ama elim bollaştığında onu da alacağım.)

Ne tesadüftür ki dün akşam Tony Takitani aklıma geldi. Son günlerde sizin Bir De Baktım Yoksun'u okuyordum, herhalde ortak temaları esinlendirmişti, bir de Japon mağazasından aldığım defterler. Öyküyü iki kez okumuştum, ama merhum Jun İçikava'nın filmi çok daha etkileyici gelmişti bana, sinematografisi ve filmin arkaplanında öykünün neredeyse okunuyor olması etkiliydi herhalde. Şimdi siz Murakami üzerine yazınca ben de bir ses edeyim diye düşündüm.

Bu arada Bir De Baktım Yoksun için tebrik ederim, gerçi kitaptaki öykülerin tonu tebrik konusunda çekinmeme yol açıyor. Bir bakıma "bitter" çikolata olmuş. Çok beğendim.

Yorumu okuyunca gerçekten heyecanlandım. İlk 2004'te tanışmıştım ben de Murakami'nin The Wind up Bird Chronicle ile eski sevgilimin yardımıyla 🙂 Ve o günden sonra bende kesinlikle çok ayrı bir yeri oldu Murakami'nin. Sonra Kafka on the Shore'u okumuştum ve yine aynı gerçekliğe sığmayan bir keyifle, hiç elimden düşürmeden bitirene kadar okudum. Dün kitapçıda dolaşırken, Türkçe'ye çevrildiğini görüp kardeşime hediye aldım büyük bir heyecanla. Benim için ne denli önemli bir yazar olduğunu anlatarak verdim ona. Ben Türkçe'sini henüz okumadım ama eminim ki, Türkçe'ye çevrilirken pek çok imge yitip gidiyordur arada. Rüya gibi bir dili olan bir yazarın tercümelerini okumak böyle bir şey olmalı diye düşünüyorum. Rüyalarınızı anlatamazsınız asla tam olarak… Anlatsanız dahi hisler aynı olmayacaktır

Bende Murakami'yle geç tanışanlardanım… Ve aynı zamanda diline,zekasına,hayatla kurduğu ilişkiye hayran olanlardan.Benim Murakami'yle tanışma hikayem, Aylin'in(Alıveren) yeni taşındığı eve yaptırmak istediği kitaplığın gecikmesiyle başlıyor.Salondaki masaya ve sehpaya dağılmış kitaplar bir çocuk gibi sevindirirdi beni.Oyun bahçesi salon ve oyuncak kitaplarım..Her gidişimde bir başka tanışmayla ayrıldım evden.Hepside arkadaşlarım oldular sonradan.Murakami,Mauroıs,Yourcenar…Şimdi kitaplık geldi,kitaplar müptezel yaşamlarına veda ettiler,bekarlığa veda eder gibi.Okuma odasındaki kitaplıkta yerlerini aldılar birer uslu yetişkin gibi…:)

En sevdiğim kitapları Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında ve İmkansızın Şarkısı sanırım. Üniversite ikinci sınıfta bir arkadaşımın evinde kalırken okumuştum iki kitabını da, okul çok yoğun olunca ancak geceleri yorgan altında usul usul okuyordum. Bana dinginlik veren bir yazardır Murakami.

Sahilde Kafka'yı da tatilde rahat rahat okumayı planlıyorum.

SAHILDE KAFKA zaten aklimin bir kosesinde 'okunmasi gerekenler'de duruyordu, yorumun bunu hizlandiracak!

Uzun ve dolambaçlı bir kendini ve diğerlerini kavrama yolculuğu değil midir yaşamak?.. Sıradan, duygulu, hafiften bulanık, hayalperest, rüya sınırında.. ölümün hayaleti ile omuz omuza ilerlemek.. Tek başına kalsa da "Umut" daima oradadır ve ömür akar… Rüzgarın otlar ile sarmaş dolaş esintisi gibi.. Sıra ben de: Şimdiden size teşekkür ediyorum.

Ben, "Yaban Koyunun İzinde" adlı kitabını okudum. Nasıl heyecanla başladım… Ama bitirmek için çok zorlandığımı itiraf etmeliyim… Geride ne bıraktı ben de bilemiyorum… Tabii bu benim yetersizilğim de olabilir. Şimdi de diğer kitaplarını okumaya korkuyorum. Beni bu girdaptan kurtarabilecek biri var mı acaba? Diğer kitapları bu kitaba benzemiyor diyebilecek biri? Yazarla tanışmak için yanlış bir kitap diyebilecek? Yaaa daaa hiç zorlama? 🙂

Kafka Sahilde'yi tavsiye ederim Betül Hanım. Sondan başlamış olursunuz, ama sorun değil. Yaban Koyunun İzinde, Murakami'nin üçüncü romanı, bir üçlemenin sonuncu parçası. İlk iki romanının ülke dışında yayımlanmasına izin vermiyor artık, İngilizce çevirileri bile Japonya'da bulunamıyor. Takıntıları pek değişmese de, zamanla üslubunda değişiklikler yapmış bir yazar Murakami.

İmkânsızın Şarkısı da dünyada pek çok Murakami okurunun ilk okuduğu kitaptır, ondan da başlayabilirsiniz. Tabii başlayabilirsiniz derken Yaban Koyunun İzinde'yi saymamış oldum…

Çevirideki kayıplar ve bazı kendini bilmez kişilerin çeviri sırasında yaptığı ekleme ve çıkarmalar konusundaki düşüncelerinize kesinkes katılıyorum. İnsan sırf bu yüzden kitapları orijinal halinden okumak istiyor, ki o da kitaplar yurt dışından geldiği için biraz tuzlu oluyor..

Kafka Sahilde'yi duymuş olmakla beraber, okuldaki sınav haftası nedeniyle başlamaya hiç fırsatım olmadı. Sizin yazınızı ve buradaki yorumları da göz önünde bulundurarak sömestr tatilinde başlayacağım -umarım-. Kitabı ve içinde anlatılanları hakkıyla anlayacağımı umuyorum. :))

Ellerinize sağlık bu arada, yazı çok hoş olmuş.

Yekta Bey'e ve tabii ki Mert Bey'e teşekkür ederim 🙂

ben de bir murakami hayranıyım ve verdiğiniz link i çok sevdim. özellikle de murakami nin kitaplarında geçen müzikler ile ilgili bölüme 🙂

Murakamî'nin dilinin sade ve akıcı olduğunu yazmışsınız ama Japonya'da pek de öyle bilinmiyormuş.Hatta günümüz Japon yazarları arasında en zor okunulan yazarmış kendisi.Eski dili tercih ettiği için gençler tarafından pek de sevilmiyormuş ve Avrupa'daki başarısı Japonları şaşırtıyormuş.Türkçe'de sade ve akıcı olmasının arkasında çevirmenlerin başarısı yatıyor heralde.

Murakami'nin dili sade, cümleleri kısa olsa da, Japonca'nın yapısı ve Murakami'nin bu dile getirdiği yenilikler nedeniyle çevirisi hiç kolay değil, maharet istiyor. Mesela Japonca'da zamir yok, ve Murakami'nin 'ben' için kullanıldığı kelime (boku) daha önce edebiyatta hiç kullanılmamış. Bu yüzden yazarın son zamanlardaki iki çevirmeni Peter Gabriel ve Jay Rubin çok uğraşmış ve kendi aralarında da yazışmışlar, bu ilginç yazışmalar yazarın web sitesinde var. Bahsettiğiniz nüans ve handikaplar açısından her iki çevirmenden de hikayeler barındıran Blind Willow'da Jay Rubin'in ne kadar daha iyi olduğu hemen göze çarpıyor. Ben Japonca'dan direkt çevrildiği için İngilizce çevirisinden (nedense) daha pahalı olmasına rağmen Sahilde Kafka'yı Türkçe aldım, ancak yazınızda bahsettiğiniz, bir sigara markası olan Virgina Slims'den bir dal çıkarıp yakmak gibi fantastik çeviri tuhaflıklarının beni en sevdiğim yazardan soğutmasından çok korkuyorum.

Bugün "sınırın güneyinde, güneşin batısında" yı bitirdim. ve maalesef sizin "doğan kitap japonca metinleri esas alıyor" yorumunuza katılamayacağım. Bizim dilimize bu kadar benzeyen Japonca'yı buram buram ingilizce kokan cümleler üzerinden okumak beni gerçekten çok üzdü.

Sigaradan "Bir dal …" kalıbıyla bahsedilen cümlenin Türkçe çevirisinin, İngilizce çevirisine nazaran daha isabetli olduğunu sanıyorum. Japonca'da da, bizim dilimizde de bulunan "sayaç" kavramını düşünün: Biz, bazı varlıkların sayısını, rakamın sonuna belli kelimeler getirerek belirtiriz; mesela hayvanlardan bahsederken "on baş", kağıtlardan bahsederken "beş yaprak" diyebiliriz. Yazar, eserinde sigaradan söz ederken, uzun ve silindirik cisimler için kullanılan "hon" sayacına başvurmuşsa, bunun Türkçeye en yakın tercümesi 'dal' sözcüğü olacaktır.

Mutercim'e cevap: Cok teşekkür ederim. Farklı ve dogru bakış acinizla yeniden değerlendireceğim. Sevgiler…

Sayın Mütercim, sayaçlar konusundaki fikrinize katılmıyorum. Türkçe'de hiçbir zaman "bir dal sigara yaktım" demeyeceğim gibi, bir kuşu tarif ederken Japonca'da kanatlı hayvanlar için kullanılan "wa/ba/pa" sayacını da kullanmam, çünkü gerek yoktur. "bir sigara yaktım" demek yerine "bir dal sigara yaktım" niye diyeyim? "Sonra da Virginia Slim paketinden bir sigara çıkarıp kibritle yaktı” daha güzel bir ifade olabilirdi. yapılan bir teknik çeviri değil, kimi ifadeler Türkçe'ye uygun şekilde uyarlanırsa daha akıcı bir dille, daha keyifle okuyabiliriz…

Şu sıralar İnkansızın Şarkısı’nı okuyorum. Bu kadar güzel, naif ve akıcı, beni alıp sürükleyip giden bir kitapla daha önce karşılaşmadım sanırım. Uzun cümleler olmasına rağmen gayet duru ve sade bir anlatımı var. Çok çok beğendim.

bir yorum bırakın