İnsanlık için karanlık bir gün. Dil karalar bağlıyor; kimi kelimeler kaçıyor sözlükten.
Dinler, diller, politik görüşler, kararlar, suçlar, suçsuzluklar üstünden cümleler kuruluyor. Hangi bakış açısından bakarsa baksın “insan”ı göremiyor kimileri. Savaş çığlıkları aklın sesini duyulmaz kılıyor. Örnekler verilirken tarihteki insan kelimesinin de içi boşaltılıyor. Bayrakların değil vicdanın rüzgarını duymak istiyor insan, olmuyor.
Politik görüşü ne olursa olsun, zorbanın karşısına dikilen bütün ruhlar-bedenler-düşünceler, insanlık için bir duruş sergiliyor. İnsanlığın ileriye doğru atacağı adımlar için önce o duruşların yanında yer almak gerekiyor. Barış yanlısı olmanın öfkenin ateşinde yakıldığı, her tür ırkçılığa karşı durmanın ırkçı küfürlerle kalaylandığı, faşist devlet politikalarıyla bir halkı birbirine karıştırmadan sormanın-sorgulamanın zorlaştığı bir günde, bir saniye durup, Rachel Corrie’yi hatırlamak gerekiyor belki de.
16 mart 2003 günü Gazze’nin Refah kentinde Filistinli bir doktorun evinin yıkımına engel olmak isterken bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen Rachel Corrie. Henüz 23 yaşındaki Amerikalı barış gönüllüsü. Memleketinden, Washington-Olympia’daki evinden binlerce kilometre ötede bir yıkımı engellemeye çalışırken üstünden faşizmin paletleri geçen genç bir insan.
Ölümünden 15 gün önce annesine yazdığı mektupta, iç hesaplaşmasını olabildiğince dürüst sözlerle yazan genç bir beyin: “Bu kronik ve sinsi soykırıma şahit olduğumu, gerçekten korktuğumu ve insan doğasının iyiliğine inancımı sorgulamakta olduğumu anlatmak istedim. Bu durmalı. Hepimizin yaptığımız her şeyi bırakıp hayatlarımızı bunu durdurmaya adamamızın iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. Bunu yapmanın çok aşırı bir şey olduğuna inanmıyorum artık. Hâlâ Pat Benatar’da dans etmek, erkek arkadaşlar edinmek, çalışma arkadaşlarımla şakalaşmak istiyorum. Fakat aynı zamanda bunun durmasını istiyorum. Hissettiğim inançsızlık ve dehşet. Hayal kırıklığı. Dünyamızın gerçeğinin bu olduğunu ve bizlerin de onun bir parçası olduğunu görmekten hayal kırıklığına uğramış durumdayım. Bu dünyaya geldiğimde istediğim şey bu değildi asla. İnsanlar bu dünyaya geldiklerinde bunu umarak gelmiyorlar. Sen ve babam bir çocuk sahibi olmaya karar verdiğinizde bunu istemiyordunuz. Capital gölüne bakıp ‘İşte büyük dünya bu ve ben onun bir parçası olacağım,’ dediğimde bunu kastetmemiştim. Ben içinde hiçbir çaba göstermeksizin rahat bir hayat yaşayıp bir soykırımın parçası olduğumun farkına bile varmadan çıkıp gideceğim bir hayata gelmedim.”
Hangi dinin, hangi dilin yanında durduğunu değil, daha iyi ve barış dolu bir dünyanın mümkün olduğunu düşünüyordu Corrie. Ölümünden sonra sağ, sol, radikal İslam ya da herhangi bir örgüt tarafından simgeleştirilmiş olmasının da anlamı yok; anlamlı olan ölümünün ta kendisi.
Bugün insanlığın karanlık bir günü. Sadece Rachel Corrie’ye el sallamak istedim.
Merhaba Yekta bey,
Ben Rachel Corie için çok üzüldüm çünkü Dünya onun gibi birini kaybetti.Ama aynı zamanda hayatla ilgili bu kadar genç yaşta derinlemesine düşünmesine de imrendim..Açıkcası ben öyle biri olamadım..Hala arkadaşlarımla gevezelik yapmak istiyorum..
Ama sizden bir ricam var evet hepimiz herkes çok sinirli,kızgın hatta kırgın ama ben bu ülkede yaşayan vatandaşlarımıza sahip çıkalım diyorum..
Bununla ilgili de endişem yoktu taki http://www.afilifilintalar.com/'da Murat Menteş'in yazısını okuyana kadar lütfen siz ona ulaşırsınız onu çok seven insanlar olduğunu söyleyerek, kendisinden falsolu bir kul olduğunu hatırlamasını rica edermisiniz.
Bu kadar cesur olabilmeyi çok isterdim. İlla somut bir şey yapmış olmak, bu katliamı gerçekten durdurmuş olmak gerekmiyor; şunu diyebilmek bir kahramanlıktır bence:
"Hepimizin yaptığımız her şeyi bırakıp hayatlarımızı bunu durdurmaya adamamızın iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum (…) Hâlâ Pat Benatar’da dans etmek, erkek arkadaşlar edinmek, çalışma arkadaşlarımla şakalaşmak istiyorum. Fakat aynı zamanda bunun durmasını istiyorum."
Bu kadar sade ve net.
mektubu ne kadar da içten herşey açık
Bir başka açıdan bacak olursak da aslında bu dünya'da ne yazık ki değişen çok az şey var gibi geliyor bana ama yine de yılmamak gerektiğini düşünüyorum. Yaptığımız bazen sadece gece yatmadan önce tüm bu yaşananlar için tanrıdan af dilemek ve tüm yaralı yüreklere dua etmek de olsa bu bile bence hak yolunda doğruya ulaşacak bir edim olacaktır.
Rachel Corrie bu savaşın sonunu görme şansına sahip oldu. Çünkü;
savaşın sonunu yanlızca ölüler görür.
Platon
Rachel Corrie'yi öğrendiğimde çok üzüldüm ben hâla da üzgünüm. Denecek hiçbir şey yok yaptıkları insanlarda bir harekete yol açtı gemiyle de adı yaşatıldı fakat ben hiçbir şey için umutlu değilim. Keşke ölmeseydi. Onunla birlikte insanlığın da öldüğünü anlayabiliriz heralde. Anma'nız için teşekkür ederim.
çok sevdiğim bir köşe yazarı özgür mumcu'nun rachel'l ilgili çok etkilendiğim 24nisan2009 tarihli CATERPİLLAR D9R isimli yazısından alıntı yapmak istedim.
"Küçük sarışın kız çocuğu beşinci sınıfa gidiyordu ve 2000 yılında dünyada açlığın bitmesini düşlüyordu. İlk defa kalabalık karşısında konuşuyordu ve sesini hiç titretmeden, “üçüncü dünyadaki çocuklar biziz, biz de onlarız” diyordu.
Amerikalı kız çocuğu, şiirler yazıyordu ve büyüyünce yazar olmak istiyordu.
Olamadı
Yeteneksizliğinden değil ama. Daha 11 yaşındayken çünkü, perdenin ucundaki sonsuz karanlıktan ve onu dolduran sessiz bekçilerden bahseden şiirler yazıyordu. Rachel Corrie, yazar olamadı çünkü zırhlı bir Caterpillar D9R model buldozer üzerinden geçip, omurgasını kırarak onu öldürdü.
Dİk Dur
Bundan 6 sene önce, Filistin’de Refah mülteci kampında bir Filistinli doktorun evi yıkılmasın diye dimdik duruyordu Rachel Corrie. Ev yıkımları için özel imal edilmiş buldozerin önünde dikilmiş bekliyordu. Koca makine Rachel’a baktı, Rachel makineye. Üzerine doğru yürüdü buldozer, Rachel kaçmadı. Altındaki toprağı çekiyordu Caterpillar. Rachel geri adım atıyordu ama çekilmiyordu makinenin önünden.
Direnebileceği kadar direndi. Ama üzerine basacak toprak bırakmadı buldozerin kepçesi. Sonunda altına aldı zırhlı buldozer, 2000 yılında dünyada açlık bitsin isteyen sarışın küçük kız çocuğunu.
Aletin paletleri omurgasını kırdı ki bir daha dimdik duramasın. Filistinlilerin evini, kendi evini korur gibi koruyamasın.
Bu yüzden yazar olamadı Rachel Corrie, henüz 23 yaşındaydı. Amerikalı bir orta sınıf ailenin çocuğuydu ve Gazze şeridinde Filistinlilerin evleri yıkılmasın diye çalışıyordu. Beşinci sınıftayken çünkü bir hayal kurmuştu.
Birbirimiz için
Filistin’den annesine mektuplar yazıyordu Rachel Corrie:
“Ben de dans etmek isterim, erkek arkadaşlarım olsun, iş arkadaşlarımın karikatürlerini yapıp, eğleneyim. Ama bu işgal de bitsin istiyorum. Çünkü hesapta böyle bir dünyaya gelmek yoktu ve eğer burada olanlara göz yumarsam dünyanın böyle olmasında sorumluluğum var demektir”.
“Yaptığımız işin önemli, cesurca, akıllıca, meşru olduğunu bize hükümetimiz ya da medya söylemeyecek. Biz bu işi birbirimiz için yapıyoruz”. Mektuplarında bahsettiği, anneni ara yavrum, özler seni diyen Filistinli kadın da bu birbirimize dahildi.
Refah’da tören düzenledi Filistinliler Rachel için. Üzerlerine tank sürdü İsrail ordusu. Kalabalık durdu. Göz yaşartıcı gaz püskürten tanka baktı, sonra aniden tanka doğru koşmaya başladılar. Tank önde, göstericiler arkada bir kovalamaca başladı. Göstericiler tanka, ellerindeki çiçekleri fırlatıyordu.
O günkü törene, belki de son defa El Fetih’ten, Hamas’tan ve sadece sokaktan Filistinliler katıldı. O gün ilk defa Amerikan bayrağı yakılmadı. Sembolik bir tabutun üstüne örtüldü ve Filistin halkı Rachel’a saygısından Amerikan bayrağını omuzlarında taşıdı.
Son defa tüm Filistinlileri bir araya getiren ve ilk defa Amerikan bayrağını omuzlarda taşıtan bu genç kız, barışın da sırrını taşıyordu.
Bugün onun ne doğum günü ne de ölüm yıldönümü.
Çünkü Filistin sadece yıldönümlerinde işgal altında değil.
Ve adını saklayan İsrailli bir askerin dediği gibi, Rachel doğru bir iş yapıyordu.
Birbirimiz için."