1982. Ankara. Kaset doldurma yılları. Yakın arkadaşım Levent Gönenç’le sırf bu iş için defterler tutuyoruz. Grup isimlerini, albüm isimlerini not ediyoruz, listeler hazırlıyoruz. Öncelik daha önce dinlediğimiz ve tutkunu olduğumuz gruplarda; elbette başı Pink Floyd çekiyor. Bir de keşif turlarımız var. Müziksever abilerimizin ya da bizim gibi heyecanlı arkadaşlarımızın önerileri çok önemli. Bir başka kaynağımız da, Tunalı Hilmi Caddesinin başındaki “Yusuf’un Gazete Büfesi”. Çünkü yabancı müzik dergileri bir tek oraya geliyor. Yabancı dediğime bakılmasın, hepi topu iki tane Alman dergisi: Pop Rocky ve Bravo. Sırf o dergileri karıştırıp yeni grup isimleri öğrenebilmek için, Yusuf abinin ufak tefek ayak işlerini yapmaya razıyız. Kapağında Nena Hagen ve Peter Maffay olan bu dergiler, sıradan Alman popçulardan ötesini öğretmiyor ama arada sırada dişimize göre bir şeyler de buluyoruz.
Sonunda listelerimizi hazırlayıp plakçılara gidiyoruz, istediğimiz şarkılar yoksa dükkandakilerin tavsiyesiyle listeyi tazeliyoruz. Hele bir de Detay Plaktan kayıt yaptırabiliyorsak, ne ala! Ne de olsa Detay’ın kayıtları, diğerlerine on basar!
Bu listelerin en büyük sorunu belli. Zaman ayarlanamıyor ve her iki yüzün de sonunda birer “yarım şarkı” oluyor. Bant neredeyse eriyene kadar dinlediğimiz o kasetlerden, ikişer şarkıyı hep yarım biliyoruz. Hele biri var ki, yarım kalması ikimizi de deli ediyor. 60’lık Raks kasetin B yüzü. Kanadalı olduklarını çok sonra öğreneceğimiz bir grup ve onun büyüleyici şarkısı, yıllarca hafızamızda aç kalkılmış bir sofranın eksiklik hissiyle kalıyor.
Yıllar sonra o şarkının tamamını dinlemekle kalmıyor, grubun bütün müzik yolculuğunu paylaşıyoruz. Hatta Levent, o şarkının sözlerinden yola çıkarak küçük bir grafik-hikâye bile çiziyor.
Grubun adı Rush. Şarkı ise 1978 tarihli altıncı stüdyo albümleri Hemispheres’ten “The Trees”.
Rush, benimle yaşıt bir grup. Muhteşem bir üçlü: Geddy Lee, Alex Lifeson ve Neil Peart.
Fil Uçuşu, kaset doldurma yıllarına ve Rush’a saygı duruşunda bulunuyor. Elbette Rush-sevenler çok daha uzun bir listeden, çok daha fazla konuşulan şarkılardan söz edecektir. Ama bu şarkının kişisel tarihimde özel bir yeri olduğu için benim selamım yine “The Trees” ile olacak.
Not: Meraklısı için The Trees’in sözleri ve fizy adresi:
The Trees
There is unrest in the forest,
There is trouble with the trees,
For the maples want more sunlight
And the oaks ignore their please.
The trouble with the maples,
(And they’re quite convinced they’re right)
They say the oaks are just too lofty
And they grab up all the light.
But the oaks can’t help their feelings
If they like the way they’re made.
And they wonder why the maples
Can’t be happy in their shade.
There is trouble in the forest,
And the creatures all have fled,
As the maples scream “Oppression!”
And the oaks just shake their heads
So the maples formed a union
And demanded equal rights.
“The oaks are just too greedy;
We will make them give us light.”
Now there’s no more oak oppression,
For they passed a noble law,
And the trees are all kept equal
By hatchet, axe, and saw.
YYZ
Yeni nesil bu grubu "i love you, man" filmiyle sevebilir. Kilit şarkı Tom Sawyer.
kayıt kaset zamanlarından iki "özel" durum. yüz bittiği için sığmayan şarkılar ve sonda boşluk kaldı diye sona plakçı tarafından itinayla eklenen "bonus" şarkılar. ki o bonuslar da ekseriyetle yarım kalırdı. bir de uzun süre ne olduğu bulunamazdı bir türlü.
ve de rush -tom sawyer
"Rush" ve "The Trees"; ilkgençlik yıllarında çıktığımız o yarım yamalak entelektüel yolculuğun en cümbüşlü duraklarından biri. "Hikaye anlatan" şarkılar içinde en sevdiğim. Dostumuz Umran akorlarını çıkarmıştı; klasik gitarıyla çalar, Geddy Lee'nin söylediği tondan şarkıya girer, biz de hayranlıkla (ama galiba daha çok da kıskançlıkla) dinlerdik…
Çizgi romanını yapmak için üzerinde çalışırken belki metinde kullanırım diye şarkı sözlerini çevirmiştim. Belki "çevirmek" değil de, Can Yücel'in dediği gibi "Türkçe söylemek"…
"Kaset doldurma yıllarına", "Rush"a, "The Trees"e özlemle:
AĞAÇLAR
Bir huzursuzluk var ormanda,
Bir dert var ağaçların başında,
Daha çok günışığı istiyor akçaağaçlar,
Sanki meşelerin çok umurunda…
Akçaağaçlar çok sıkıntılı,
(Ve kendilerince haklı)
Diyorlar ki, meşeler çok azametli,
Yutuyorlar bütün ışığı.
Meşelere göre bu yakarışlar anlamsız,
Kabul etmeli Tanrı'nın yarattığını,
Sorgusuz sualsiz.
Asıl meşelerin akçaağaçlara sormak hakkı,
Niye bu gürültü,
Yaşamak dururken gölgelerinde
Tasasız.
Bir huzursuzluk var ormanda,
Bu kavga dar etti ormanı bütün ağaçlara.
"Zulüm!" diye inlerken akçaağaçlar,
Meşeler yetiniyor başlarını sallamakla.
Sonunda birlik oldu akçaağaçlar,
İstemek için meşelerden eşit haklar.
Dediler ki, meşelerin gözü doymaz,
Savaşırız onlarla ışığımızı alana kadar.
Artık zulüm yok ormanda,
Yürürlüğe girdiğinden beri o yüce yasa.
Artık bütün ağaçlar eşit,
Girdiğinden beri ormana;
Nacak, testere ve balta.
Levent
Grafik-hikaye yi çok merak ettim sözleri okuyunca.
Nergis Sineması girişinde bir küçücük dükkanda plak dolduran abimizin kulakları çınlasın. Ne dükkanın ne abimizin adını hatırlamıyorum. Albümlere ayakkabı derdi, Dual Pikap ve Schaub Lorenz teyp ile yaptığı, kerameti kendinden menkul kayıtların harikalığına bizi inandırmıştı!
Sonraları Cinnah üzerinde açılan Supersonic adına yaraşır donanımla mutlu etmişti bizi…
here again
Ah kaset cektirip, bazen de risk alma gunleri. Duyulan bir grubun gidip kasedi cektirilir, harclik bitirilir. Bilinmez ne kadar sevilecegi yeni kasedin.
Jethro Tull'in Thick as a Brick Albumunu cektirdigimde bakmistim ceken sarki adlarini yazmamis. Cin cin sordum nerde sarki isimleri diye. Cevap su olmustu: "Album zaten tek sarki"
o dönemlerde rock dinlemenin en büyük sorunu bu, bitmek bilmeyen şarkılar. ben vaktinde Zihni'den DRI'ın Dealing With It albümünü çektirmiştim, zaten albümde 25 (yirmibeş) şarkı var, sonunda kalan 10 dakikalık boşluğa da Misfits atmış sağolsun, oradan da 6 şarkı ile bir 90'lık kasetin b yüzünde toplam 31 şarkım olmuştu diye sevinmiştim. 15 yaşındaydım, kaliteye değil kantiteye bakıyordum 🙂 hoş, şu an kaliteye bakıyorum ve DRI'ın da Misfits'in de apayrı hastasıyım hala! 😉
ha bir de RED SECTOR A!!!! 80'lerde kaportayı dağıtan 70'ler rock gruplarının aksine arabayı çok iyi modifiye etmiş olan Rush'ın en önemli eserlerinden biridir.
So 90s
Sadi abimiz doldururdu kasetleri bizim için. Blue Jean okurduk, posterleri asardık, çıkartmaları yapıştırırdık. Liste yapar, Sadi abimizin yolunu tutardık. Bazen bazı şarkılar olmazdı, sinir olurduk.
"Kaset"çi "3 Silahşörler"den bendeniz 78'liyim, kuzenim 80'li, kardeşim 82'li ve biz İzmir'de birlikte büyüdük. 90'larda artık kasetler çıkmıştı. İlk kasedim Madonna – True Blue olmakla beraber, ben Metallica, G'N'R dinlemekle övünürdüm. Ah o sevda ile gitar mı çalmadım, solfej dersleri mi almadım. Müzik benim her şeyimdi ve halen öyle.
"Pop Saati"ni, "Number One"'ı nasıl unuturum. Cuma günleri AKM'deki Klasik Müzik konserlerini de kaçırmazdım. Kaçırırsam cumartesi sabah giderdim zaten. Aman Allahım! Biraz karmaşık bir müzik zevkim var galiba! Halen house ve jazz dinlemeye bayılıyorum. Galiba kulağıma hoş gelen her tür müziği keyifle dinliyorum.
Çünkü Nietzsche'nin dediği gibi "Without music, life would be a mistake."
Meandshadows dedi ki:
Kaset doldurtma günleri acı bir gülümseme bırakır erken doğmuş nesillerde. Kaset doldurtan arkadaşlarım vardı ama sanki o dönem kaset doldurtmak yasakmış gibi hep gizli gizli kasetçilere liste verilirdi (nedeni hala gizem benim için, yasak mıydı ki?:)Ben doldurma işini son derce ilkel yöntemlerle, kendim yapardım. Önceleri müzik setim olmadığı için bir tarafta radyoda şarkı çalarken, ben de prizin diğer ucunda kaset çalardaki boş kasete kayıt etmeye çalışırdım. Tabi tam kaydın ortasında ya annem içeri dalar, konuşur ya da uçak hep kayıt yaptığım zamanlarda geçerek kayda dahil ses olurdu. Ben de radyoda istediğim şarkıya tekrar rastlayana kadar beklemek ve yeni kayıt teşebbüsünde bulunmak zorunda kalırdım. Daha sonra Almanya'dan gelenlerin omzunda radyolu kasetçalar taşıyıp, break-dance yapa yapa yolda yürüdükleri dönemlerde stereo, üstelik fm radyolu mini bir müzik setim olmuştu. Radyo'da Erhan Konuk'un müzik programlarını hiç kaçırmaz,beğendiğim parçaları anons eder etmez kayıt tuşuna basardım. (Tek kaset çalarlı idi:)Bu kayıtlar dışardan gelen sesten etkilenmese de ya Erhan Konuk'un şarkı tam bitmeden konuşması ya da radyonun o anda geçen uçaktan vs. çekme yapıp hışırdamasıyla berbat olurdu 🙁
Bütün bunlar bizim dönemimiz insanlarının iyi müziği tanıması, bilmesine engel olamadı. Şimdilerde kaliteli müziğe çabuk ulaşılabilen bu kadar imkana rağmen insanlar ticari, yozlaşmış,popülerlikten ileri gidemeyen saçma sapan şeyler dinliyor, iyi müziği anlayamıyor, beğenemiyorlar…
Eski müzik dergileri deyince 16 dergisi ve Bravo dergileri benim favorimdi. Özellikle 16 dergisinin posterlerinin kalitesi, dev Wham posterim, Modern Talking, Nena, Sandra posterlerim duvardan çok badana boyası sökmüştür 🙂
…