Saat

Bu çalar saatten yıllardır ayrılmadım. Önceleri sıradan bir saatti benim için. Şehrin bilmediğim bölgelerinden birinde dolaşırken, köhne bir pasajın alt katındaki küçük bir dükkandan satın almıştım. Dükkandaki yaşlı adamla kısa bir konuşma geçmişti aramızda. Ben şöyle ucuzundan kurmalı bir saat almak istediğimi söylemiştim, o da toz içindeki vitrinden çevresi sarı, kadranı beyaz, plastik aksamlı bu saati çıkarıp vermişti. İki adet kalem pille çalıştığını, ama pillerin fiyata dahil olmadığını söylerken benim gözüm el örgüsü yeleğine takılmıştı. Yakası, cep ağızları, kol girintileri ve eteği siyah, gerisi kırçıllı griden el örgüsü bir yelek. Aslında adamın küçücük vidalarla, çarklarla, tornavidalarla, küçük kutularla ve adını bilmediğim daha bir çok aletle dolu tezgahı da ilgimi çekebilirdi. Ama öyle olmadı. Zanaatkarın ustalık kıyafetiydi o yelek. Dervişin dergâh kapısında yatmasının ödülü.

Dükkanın kapısından çıkarken arkama dönüp son kez baktığımda, yaşlı adamın yeleğinin sağ cebinden bir tabaka çıkardığını ve sigara yakmaya hazırlandığını gördüm. Belki de her satıştan sonra gerçekleştirdiği bir törendi bu. İzinsiz girmeye hakkım olmadığını bildiğim bir hayatın üzerinde daha uzun süre tutmadım gözlerimi. Elimdeki torbayı neşeyle hışırdatıp saatin ağırlığını hissetmek için şöyle bir tarttım. İşte o günden beri bu çalar saatten ayrılmadım.

Yorumlar (7)

çok güzel yüreğinize sağlık.

"Dervişin dergâh kapısında yatmasının ödülü"

Belkide girmişsinizdir. "Dervişin dergah kapısında yatmanın ödülü." O töreni her müşterinin ardından uyguluyor mudur dersiniz? Ben sanmam… Çok anlamlı.

Karısını, o yeleği örerken hayal ettim.
Yaşlı adamı durdurup omzunun ölçüsünü almaya çalışırken, adamın aksilenmesi geldi gözümün önüne.

bir yorum bırakın