12 Mart 2012. Mustafa-Övül Avkıran çifti “garajistanbul”u yeniden hareketlendirmek istiyor. “Eğlencenin adresi yeniden garajistanbul” olsun istiyorlar. O gece de çok öenmli bir konsere ev sahipliği yapacaklar: McCoy Tyner Trio. Üstelik bir de özel konuk var bu konserde, benim de çok sevdiğim bir isim; Joe Lovano.
Konserin kalabalık olacağı kapı önünden belli oluyor. Sahne önü yerler numarasız olduğundan çoğu kişi erken gelmiş. Ben nereye otursam diye sağa sola bakınırken, o çok sevdiğim tok sesi duyuyorum. “Yekta” diye sesleniyor Seçkin Hanım. Eliyle yanındaki minderi patpatlayarak beni davet ediyor. Konser başlamadan laflıyoruz biraz. Edebiyattan, tiyatrolardan ve memleketin halinden. Sonra da kendimizi McCoy Tyner’ın piyanosuna ve Lovano’nun isyankar saksafonuna bırakıyoruz. Aralarda gruba dair notlar fısıldıyor Seçkin Hanım. İlgilendiği her konuda bilgi sahibi olmaya özen gösteriyor. Onun hayatı bu; ilgilenmek ve bilgilenmek.
Seçkin Selvi tanıdığım günden beri hep ışığına baktığım bir insan oldu. Sadece kültür hayatıma kattıklarıyla değil, aynı zamanda gösterdiği dostlukla da. Yayınevindeki kısa sohbetler, kitap fuarları için çıkılan seyahatlerde atılan kahkahalar, sayısını artırmaya kararlı olduğum yemekli buluşmalar, telefon konuşmaları ve hatta sosyal medya yazışmaları… Kısacık bir konuşmasında bile ya bir bilgi, ya bir öğreti ya da bir kahkaha vardır. Peki ya eleştiri? O her zaman var…
2000’li yılların ortalarında Füsun Akatlı ile dostluk etme şansım olmuştu. Füsun-Zeynep Akatlı ile çıkılan yemekler, Ayaspaşa Rus Lokantası’nda içilen votkalar hala aklımdadır. Sert görünen biriydi Füsun Hanım. Ama inanılmaz sarkastik, ironi dolu, zekice iğneleyen bir hali vardı. Bilgisini paylaşmakta hiçbir zaman cimri olmamıştı. Aynı cümleyi Seçkin Hanım için de kurarım: Cömert bir ustadır o. Paylaşır, anlatır, tartışır, çoğaltır.
Bu hafta yeni bir kitap yayımlandı: SEÇKİN – Ödünsüz Bir Yaşam.
Memleketin en iyi portre yazarı Zeynep Miraç’ın kaleminden çıkma bir Seçkin Selvi biyografisi. Bir solukta okudum, sonra dönüp bu hayat hikayesine eşlik eden bazı olayları internet aramasıyla tarayarak bir daha okudum. Böylece sadece Seçkin Hanım’ın hayatının sayfalarında dolaşmakla kalmadım, 1950’lerden günümüze gelen bir siyasi-kültürel hat çizmiş oldum. Bu iç içe okumayı sağlayan anlatım tercihleri için hem Zeynep’e hem de Seçkin Hanım’a çok teşekkür ediyorum. Bir okur olarak zihnimi açtılar.
Bilen biliyor; Zeynep çok yakın dostum. Seçkin Hanım da öyle. Bu yüzden “dost güzellemesi” yaptığım sanılmasın. Zeynep gerçekten de ele aldığı kişinin ya da konunun “portresini” çizmekte o kadar mahir ki… Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet dönemine bakın… KafaTV’de yaptıklarına bakın… Oksijen yazılarına bakın… Senaryosunu yazdığı Metin Akpınar’ın “İyi ki Yapmışım” belgeselini izleyin… Seçkin Hanım’ınki gibi çok yönlü, çok zorlu, çok iniş-çıkışlı, çok mücadeleli, çok dirençli bir hayat Zeynep’in kaleminde akıp gitmiş. Bu hayatın hüzünlü anlarını da kişisel ilişkilerini de “direnç ve azim” çizgisine oturmuş Zeynep. Hep aynı mesafede kalmayı başarmış. Seçkin Hanım’ın anlattıklarını, bu çizgiden sapmadan yerli yerince kullanmış. Böylece ilk satırından son satırına dirençli ve azimli bir kitap çıkmış ortaya.
Seçkin Hanım’ın hayatında dair kilometre taşlarını bildiğimi sanırdım. Bu kitapla detaylara, hikayelere gireceğimi düşünüyordum. Fazlası oldu. Bilmediğim öyle çok şey varmış ki… Türk solunun, Türk tiyatrosunun, edebiyatın ve Türkiye’de aydın olmanın tarihinde muhteşem tanıklıklar, hikayeler ve bilinmeyenlerle dolu bir biyografi okudum. Çok net söyleyeyim; Türkiye’de bugün tiyatro sanatıyla ve edebiyatla ilgilenen herkes (seyirciler ve okurlar dahil) bu kitabı okumalı. Seçkin Hanım’ın kitapta şöyle diyor: “Çünkü tiyatrocular tiyatro dergilerini okumazlar. Sadece kendi oyunlarıyla ilgili yazı çıktığında, üstelik sadece kendi isimlerinin geçtiği bölümleri okurlar. Ben de o satırları kalın harflerle yazardım ki görsünler.” Ben hemen şunu söyleyeyim; bu kitabın tümü kalın harflerle yazılmış. Okuyunuz sayın tiyatrocular, tümünü okuyunuz-okutunuz.
Tam bu noktada Doğan Kitap’a da teşekkür etmeliyim. Hem böyle bir kitabı yayımladıkları hem de baskısına gösterdikleri özen için. Biyografi kitaplarında bolca fotoğraf olmasını çok seviyorum. Bu kitapta da öyle güzel, öyle hikayesi güçlü fotoğraflar var ki…
McCoy Tyner konseri gecesinden bir fotoğrafım yok Seçkin Hanım’la. (İşin kötüsü, o sayısız yemekten bir Füsun Akatlı fotoğrafım da yok) Kitabı okurken bu “fotoğrafsızlık” meselesine dertlendim. Sonra oturup düşündüm; asıl dertlendiğim bir fotoğrafın olup olmaması değil, bütün o konuşmaların, cömert ustanın hayattıma kattıklarının kaydını tutmamış olmak üzüntüm. Bu kitap sayesinde, Zeynep Miraç-Seçkin Selvi sayesinde hafıza kaydım tamamlanmış oldu. Kişisel eksiklerimi tamamlamak da benim boynumun borcu olsun.