Sözlük.01

   
A

ARTIK HİÇ ÜZÜLMEYİN SOKAĞI: Kimsesiz bir Ankara gecesinde, yıllardır arandığı halde, beklenmedik bir an’da rastlanan sokaktır. Anlatıcının belleğinin koridorlarını darmadağın eden, Rio de Janerio’nun çığlığıyla, Frankfurt Radyo Kulesi’nin bir ok oluşuyla, New York’un kırık parçalarını sergilemesiyle, dünyanın dört bucağından gelen onlarca imgenin savrulmasıyla kararan bir gecede son duraktır Artık Hiç Üzülmeyin Sokağı. Öykünün sonunda, anlatıcı sokağın kaldırımına yığıldığında, kırık bir teleferik avucundan dışarıya yuvarlanır. Bu kadar duyguyu taşımaya hangi teleferiğin gücü yetebilir ki? Artık hiç üzülmeyin diyen bir sokak, daha ne kadar hüzünlü olabilir ki?

(Nazlı Eray, Artık Hiç Üzülmeyin Sokağı)

B

BAYANLAR 00: Bayanlar tuvaletinde –pardon, san numarasında-, ömrü geçmiştir Kevser hanımın. Devlet Konservatuarı helâsı, hem kadınlar hem erkekler kısmına baktığı Yalova kaplıcaları helâsı, Ankara ve İstanbul’da çalıştığı iki umumi helâ, Park otel helâsı, ilk yapıldığı yıllar karıldığı Atlas sinemasının helâsı ve şimdi çalıştığı helâ… Kimler gelmemiştir ki Kevser hanımın helâlarına. Yaşlısı genci, güzeli, çirkini, Ermenisi, Rumu, Türkü, ecnebisi, vekil karısı, Fransa güzeli, ünlü bir opera yıldızı… Konservatuar yıllarından tanıdığı opera yıldızı o kadar duygulanır ki, “Sen hiç merak etme Kevser Hanımcığım. İhtiyacım oldukça başka yerde yapmam, sık sık sana uğrarım,” diyesi gelir. Tarihe düşülen bir kayıttır Kevser hanımın helâcılığı. Meclisteki helâ hademeliğinin düşünü kurması boşuna değildir.

(Haldun Taner, Bayanlar 00)

Meraklısı için not: Yukarıdaki “öykümüzün sözlük maddeleri”, Eşik Cini dergisinde bir süre yazdığım Eşiklopedik Sözlük‘ten alınmadır. Şimdi bu eski maddelerle birlikte yenilerini, ara sıra, Fil Uçuşu’nda paylaşacağım. Dileyen kendi maddelerini paylaşabilir. Farklı bir Öykü Sözlüğü‘ne doğru…

Yorumlar (14)

Cemile: Her zamanki gibi istasyondan geliyorduk.Bu defa Danyar’a bir şeyler olmuştu:Türküsünde öyle tatlı öyle dokunaklı bir sevecenlik ve yalnızlık duygusu vardı ki ona olan sempati ve merhametten insanın gözleri sulanıyor,boğazına bir şeyler takılıyordu.Cemile,danyar’ın arabasına bindi ve onun yanına oturdu.Elini göğsüne koymuş ve sanki taş kesilmişti.Ben arabanın yanında yürüyor,hafifçe hızlanarak öne geçiyor ve gözucuyla onlara bakıyordum.Danyar sanki Cemile’nin varlığını hissetmemiş gibi söylüyordu türküsünü.Cemile Danyar’a iyice sokulmuş,başını hafifçe onun omzuna dayamıştı.
Danyar’ın sesi titredi,sonra yeni bir kuvvetle yine gürledi,çınladı.Danyar şimdi bir aşk türküsü söylüyordu.Bu engin bozkırda ben iki aşık görmüştüm.

D

DEĞİRMEN
Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?…

Görülecek şeydir o. Yamulmuş duvarlar, tavana yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı. Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar. Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar.

Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Halbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır…

Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde dolan seslere? Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgârı gibi uğuldar, taşları k'h yükselen, k'h alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır. Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar, gıcırdar, gıcırdar…

Ben çok eskiden böyle bir değirmen görmüştün adaşım, ama bir daha görmek istemem.

Sen aşkın ne demek olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?.

Çok desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu. Ve onu herhalde çok kucakladın. Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam genç olursa…

Yahut sevgilin seni sevmiyordu. O zaman ne yaptın? Geceleri ağladın mı?. Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?…
Sabahattin Ali (DEĞİRMEN)
not:Büyük öykünün sadece küçük bir bölümüdür alıntım.

E

EVLENDİK MUTLUYUZ: tam yedi yıl önce üniversite son sınıfta tanışmışlardı. önce arkadaş sonra aşık oldular. son sene üniversitenin en mutlu senesiydi onlar için. mezun olduktan en geç iki sene sonra evlenmeyi planlıyorlardı. oğlandan kıza öyle afilli bir evlenme teklifi gelmemişti ama her gelecek planının sonu evlilikte bitiyordu. önce oğlan tarafının düştüğü dar boğazdan çıkması bekledi kız iki sene. sonra ekonomik kriz oğlanın işini vurunca bir iki sene de onun işlerinin düze çıkması için oğlan bekletti onu. bir sene de yurtdışında çalışma süresi… 5 ay kısa dönem askerlik sıradaydı. bu arada kız da eğitimine devam ediyordu, ales, üds, kpds, kpss… ve de ayrı şehirlerde yaşadıkları için yüzyüze nadir görüşüyorlar ancak uzun uzun telefonda konuşuyorlardı. en sonunda nişanlandılar. "en sonunda… o kadar seneden sonra daha heyecanla bekliyorsundur" yorumlarına boş bakar bulunca kendini duyduğu hayret; parmağındaki yüzüğe bakarken duyduğu heyecandan fazlaydı. üniversite aşıklarının çoğu ayrılmıştı. ayrılıp da ailesinin uygun gördükleriyle evlenmiş olanların düğün telaşlarına tanık olmuştu. oğlan ise heyecanlı gibi ama… sanki… o da aile geçindirmeye hazır olmaya çalışırken gençliğini mi feda etmişti ne… şimdi ancak 3 aylık evliler. ikisi de geçim derdi çekmemek için çalışıyor. birbirlerinin yüzlerini hala pek sık görmüyorlar. artık aynı evde yaşadıkları için telefonda uzun uzun konuşmak zorunda kalmıyorlar.

G

Gece

Kaç gündür çabalıyorum. Erken uyumalıyım. Sabah dinç kalmalıyım diyorum. Nafile; gece sarıyor beni. Simsiyah örtüsüyle örtüyor üstümü. Gene de nefes almam için başım dışarda kalıyor. Korkuyorum geceden, ona direniyorum. "Hayır geceye teslim olmamalıyım" diyorum. Bir yandan böyle düşünürken diğer yandan pes ediyor bedenim. Yavaş yavaş normale dönüyor kalp atışım. Artık gece sımsıkı sarmıyor beni. Sadece sıcaklığını bana veren bir yorgan oluyor. O küçük beyaz bulut yastığım, yıldızlar ve ay da gece lambam olup hafifçe aydınlatıyorlar gecenin karanlığını…Korkmuyorum. "Daha fazla direnmenin anlamı yok. Gece beni istiyorsa onun olurum" diye düşünürken mışıl mışıl uykuya dalıyorum; ertesi gün gene geceye direneceğimi bilerek!

H

"HALİMDEN anlayan çıkarmı" dedi bana Halime teyze. Bir bezgine sordu bunu. Soru ile karşılık verdi ona hiç mi çıkmadı anlayan. cevap verdi teyze ruhum genç henüz…

Ç

Ey sevgili okur; içtenlikle soruyorum, senden de içten bir cevap bekliyorum. Bu cevabı duyamayacağımı biliyorum, zaten önemli olan benim duymam değil. Kendine karşı dürüst olman, okuduğun metinle içten bir ilişki kurman yeterli. Evet soruyorum; sence bu öykü şu okuduğun paragraftan başlasaydı ne değişirdi? Hadi, yazara karşı biraz daha hoşgörülü olalım ve şöyle diyelim; öykünün ilk yedi paragrafından sonraki bölümler olmasaydı ve doğrudan bu paragrafa bağlanılsaydı ne değişirdi? Olay örgüsünde boşluk, atmosferde eksiklik, duygusal dünyada sekmeler…Hayır! Hiçbiri olmazdı. İşte dipnotlar boyunca anlatmaya çalıştığım şey buydu sevgili okur. "Önümüze getirdiğin metinle arandaki sorunları bize niye yansıtıyorsun?" dediğini duyar gibiyim. Okurların -biz okurların- bir görevi de bu değil mi? Metni önümüze getirenlerin sorunlarını omuzlamakla geçmedi mi ömrümüz?
(Yekta Kopan, Çevirenin Notu)

Not: En sevdiğim öykünüz, "en az öykü olan" öykünüz. Fırsattan istifade bunu paylaşmak istedim, teşekkür ederim.

D

DEMİRYOLU HİKAYECİLERİ – BİR RÜYA: Korkuyorum. Çünkü buradan gitmek istiyorum. Bakkal daha veresiyeyi kesmedi. Fakat bu durum artık bir süre daha bile süremez. Bakkaldan utandığım için soramadım, bir zamanlar -bir süre önce- aynı çekingenlik yüzünden kundura tamircisine de soramamıştım: Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Buna inanmazlardı, bunun için utanıyordum. Bana herhangi bir adres söyler misiniz? diyemezdim. Oysa herhangi bir adres yeterliydi benim için. Bir zorluk daha vardı o zamanlar. Şimdi de var -yani bir süre geçtiği halde. Kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu beni düşündürüyor. Bu hikayemi, ekspres ya da posta treni artık -belki de sadece belirli bir süre için- geçmediği halde, bir yolunu bularak okuyucularıma -artık müşterim kalmadı- iletebilsem bile, nerede bulunduğumu nasıl anlatacağım? Bu sorun da beni düşündürüyor. Ama gene de ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerede olduğumu bildirmek istiyorum.
Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?
(Oğuz Atay,Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya)

dul kadın : bir zaman olur ki eşleri ölen veya boşanıp giden kadınlar sadece yaramaz çocukların başından geçirilen ekmek tuzun alıcısı olurlar. her uzatılan torbaya önce bakar sonra sus pus olup kısık bir teşekkürle örtülür kapılar.

D

DOLUNAY

Bir adam tanımıştım. Bu sefer belki ay onu seçerse diye her ay, dolunay zamanı hazırlık yapardı. Ona da çocukken büyükannesi söylemiş. Demiş ki: “Bir gün dolunay bana yüzünü dönüp, gülümseyecek. O zaman onunla gideceğim. Seninle bir süre görüşemeyeceğiz. Taki dolunay gelip seni benim yanıma getirene dek ayrı kalacağız. O gün gelince hazırlıklı olmalısın. Ben gidince üzülmek yok.” O günden sonra büyükannesiyle birlikte aya her baktıklarında dolunay büyükannesine gülümseyecek diye korkmuş ve hep “bak büyükanne dolunay bugün çok suratsız” demiş. Fakat, gene de bir gün dolunay büyükannesine gülümsemiş ve büyükannesiyle ayrılmışlar.

Seneler geçmiş, adam evlenmiş, çocukları olmuş. Bir gün evinin avlusunda torunuyla otururken ”Bak kızım dolunay bir gün beni almaya gelecek. Yüzünü görüyor musun? İşte o yüz bana dönüp gülümseyecek ve sonra beni de yanında götürecek. Taki dolunay seni de alıp yanıma getirene dek seninle bir süre hiç görüşemeyeceğiz. ” demiş. Torunu “ama dede gitmesen olmaz mı? ya da beraber gitsek?” diye sormuş. Dedesi torununun başını okşayıp, o şeker yüzünü elleri arasına alıp, ay ışığından aydınlanan gözlerinin içine bakıp, “Bak benim büyükannem bir gün bana, dolunayın ona gülümseyeceğini ve o zaman onunla gitmesi gerektiğini söyledi. Büyükannem dolunayın beni de onun yanına götüreceği zamana kadar göreşemeyeceğiz dedi. Bir gün dolunay ona dönüp yüzünü gülümsedi sonra gitti büyükannem ve ben onu çok özledim.” Torunu kocaman badem gözlerini daha da açarak “ama dedeciğim oradayken beni özlemeyecek misin?” diye sormuş. Dedesi torununu sakinleştirmek için onun yumuşacık ellerini avuçları içine alıp, kulağına eğilip “ben en çok seni özleyeceğim” diye fısıldamış. Yüzünü dolunaya dönmüş. İçinden “tamam, hazırım” diye geçirmiş. Dolunay ona gülümsüyormuş.

G

GÜNEŞ

Bahçesindeki çiçekleri sulayan adam oğluna dönüp “Çiçekler yüzünü Güneş’e dönerler. Şu Ayçiçeği’ne bak! Hep yüzünü kocaman açıp Güneş’e gülümser. Sen de yüzünü hep Güneş’e dön oğlum. Yaşa! Ömrün boyunca güneş aydınlatsın yüzünü” dedi.

A

"AYNALARDAN GELEN SESLER"
Aynalardan gelen sesleri herkes duyamaz. Tavan arasında üzerlerindeki tozlu örtüleri, birer düğün elbisesi gibi taşıyan aynalar, ancak nenesi benimkine benzeyenlere aşina gelir… Tüm yasaklamalara kulak asmadan, bir alıcı kuşun kar üzerinde attığı adımları merdivenlere atan ben, aşağıda bağıra çağıra konuşan Gürcü kadınların sesine kulağımı vermiş, bir gelincik kurnazlığıyla tavan arasına çıkıyordum. Bağıra çağıra konuşulması, Gürcü evlerinde her şeyin normal olduğunun en büyük kanıtıdır. Bizim evlerimizde sessizlik büyük bir korkunun, üzüntünün ya da kaybın işaretidir… Rengi koyulaşmış kestane rabıtaların arasından süzülen ışık karanlığı parçalı parçalı aydınlatırken, her nefesimle ve hareketimle kaldırdığım toz, çatıyı meraklı bir bulutun içine sokuyordu. Çatının eğimine yaslanmış irili ufaklı birkaç ayna, örtülerini açmam için olanca gücüyle bana sesleniyordu sanki. Elimi uzatmaya hiç çekinmedim…

(Tamar Tsertishvili – Aynalardan Gelen Sesleri Herkes Duyamaz)

Yağıyordu gök o gece ,hiç yağmadığı kadar
Ve kadın saçlarını tarıyordu
Sanki siyah beyaz bir filmden alınmış bir karakter gibi
Adam yağmurda sigara içmeye çalışacak kadar kendinde değildi
Islak ve düşünceliydi
Pişman ve üşüyordu
Rüzgar şapkasını uçurdu
Adam ağlıyordu
Kadın yağan yağmura sonra saate baktı
Gece yarısını çoktan geçmişti
Düşünmeye başladı artık adam kadar üşüyordu
Ne olmuştu da yağmur bu kadar yağıyordu
Sonra adam geldi aklına
O zamanlar bahardı diye düşündü
Ve kuşlar uçuştu aklında
Çiçeklerin kokusu odayı doldurdu
Adamın gözlerinde kalbinin yansımasını gördü
Yine sordu kendine; neden böyle delice yağıyor?
Şimdi oda mezar kadar sessizdi
Kadın merak içinde;neden habersiz gitti ?
Adam cevapsız ve ıslak
Kadın ışığı söndürdü .
Bilmediği bir düşe uzandı
Yağmur delice yağıyordu ..

A
ANLAMAK

Beni anlamalısın. Çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.

Oğuz Atay – Tehlikeli Oyunlar

-A-

Günlerden pazartesi. Yine vapurun alt kamarasındayım. Yine hava karlı, yine İstanbul çirkin. Hele yağmurlu günlerinde…
Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek… Bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.
Güzel bir yer Alemdağı. Şu saatte, on beş metrelik ağaçları, Taşdelen’i, yılanı ile… Kış günü yılanlar inindedir, olsun. Taşdelen parmak gibi akar. Önce içimizi, sonra dışımızı yıkar. Su içmeye gelen bir tavşan, bir yılan, bir karatavuk, bir keklik, Polenezköy’den şerefimize kaçıp gelmiş bir keçi ile alt alta üst üste oynaşıyoruz.
Alemdağı güzel, Alemdağı. İstanbul çamur içinde. Taksi şoförleri su birikintilerini inadına insanların üzerine sıçratıyorlar. Kar inadına içimize içimize yağıyor…

Sait Faik Abasıyanık – Alemdağ’da Var Bir Yılan

bir yorum bırakın