giriş “Anılarımı sakladığım bir kutum var. nasıl bir kutu mu?.. Bir kutu işte, belki biraz sıradan… Ama anılarımı saklıyor, beni saklıyor… Neler mi var içinde? Dedim ya; anılarım… Keyifli bir günde yenen bir yemeğin hesap pusulası, eski bir sevgiliyle gidilmiş bir filmin yırtık bileti, yalnız bir tatilin mühürü bir deniz kabuğu, bir kalem, bir fotoğraf… Anılarım işte… Yoksa senin bir anı kutun yok mu?” gelişme Böyle dedi bir dost. Ve benim bir anı kutum yoktu. Olsaydı neler koyardım içine, diye…
Eskiz Defteri
Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız Yeni bir dil olacak yarın. Edip Cansever …ve işte biliyorsun bu yüzden sevmem yeni başlangıçları. ve hatta sevmem sahibini kaybetmiş mektuplara yeniden başlamayı. iç suskunluğumun saygısız zehrini, yok et. sadece… sadece izin ver…
Sen, Başka ne diyebilirim ki sana? Sen sen’sin, ben de ben. Biz olmak için gösterdiğim aptalca çabanın sonunda sadece bunu öğrendim. Ben ne yaparsam yapayım, sen tersini yapacaktın. Aramızdaki bu dengeli ters’lik asla değişmeyecekti, değişemezdi. Değişmemek konusunda gösterdiğin inada, ancak kendimle kalarak yanıt verebilirdim. Ama o zaman da bencillikle suçlanacaktım. Zaten öyle olmadı mı? Sana her baktığımda kendimi görmekten bıkmasaydım, böylesine bencil olur muydum? Ardına sakladığın sırrın gizemini çözmüş olsaydım, böylesine kopar mıydım senden? Sende başka bir dünyayı da görebilmenin…
Canım, Yazdığım anda yanlış yaptığımı anladım. Buna kızdığını biliyorum. Gece atıştırmaları için gittiğimiz yerdeki satıcının sürekli olarak “Sizin neyiniz vardı canım?” demesi, bu sözün seni kızdıran bir söz olmasına neden olmuştu. Ne diyeceğimi bilemediğimden yazıverdim. Bir anda oldu, özür dilerim. “Sizin neyiniz vardı canım?” Oysa şimdi bu soruyu ne kadar da rahat yanıtlarım. Mutsuzluklarımız var, kendimizle barışamamışlıklarımız, hırslarımıza yenik düşmelerimiz, yarı yarıya dolu olan bir bardağı ters çevirip altına bakma merakımız, mağara duvarlarına çizilmiş tarihi resimleri kazıyıp, acaba bunun da…
Dostum, İşte şimdi ne anlatacaksam anlatabilirim değil mi? Sana dostum dediğimde bundan rahatsız olduğun anları unutarak sözlerime başlayabilirim değil mi? Önce dost olmalı, dediğin halde, bunu duyduğunda nasıl da sinirlendiğini hiçe sayarak yazmaya başlayabilirim değil mi? Başlayamam. Korktuğumdan, çekindiğimden ya da kendime yasaklar koyduğumdan değil. Seni kırmak istemediğimden başlamam. Herşeyden önce dostun olmanın ne kadar önemli olduğunu, içimde yaşamak istediğimden başlamam. Kimi sözlerin, söylenmedikçe parladığını bildiğimden başlamam. Denizaşırı bir ayrılık, günlerce telefonla haberleşmemize neden olmuştu hani. Dünyanın en yeşil kentinden…
Merhaba, Geceleri uykumuz kaçtığında oynadığımız o oyunu hatırlıyor musun? Hani ortaya bir söz atar, sonra da yabancılaşana kadar o sözü tekrar ederdik. Zıbın… “Ne demek yahu zıbın?” diyene kadar tekrarlardık. Zıbın,zıbın, zıbın… Bana hep, böyle aptalca bir oyundan zevk aldığımızı birileri duyarsa bize deli derler, derdin. Kim ne derse desin, ben o oyunu hâlâ, tek başıma da olsa oynuyorum. Merhaba, diye başlayınca, birden aklıma o oyunun gelme nedenini anlamışsındır herhalde. Seninle konuşurken söze, Merhaba, diye başlamak birden garip geldi. Yabancılaştım….
Sevgili, Ah, kusura bakma. El alışkanlığı işte. “Sevgili” sözünün seni rahatsız edeceğini düşünemedim. İnsan bazı şeyleri rahatlıkla kabul edemiyor. Kalem dursa, dil durmuyor. Dil kilitlense, beyin özgür bırakıyor. Beyin tutuklansa, ruh kaçıp gidiyor. Ne kadar garip değil mi? Senin kaçışında, ruhun herşeyden önce davrandı. Bedenin koşamadı, beynin uzun süre direndi. Sözlerin… Sözlerin hâlâ benimle. Zaten ben bir tek sözleri severim. Yine de kimi sözlerin seni rahatsız edeceğini bildiğimden baştan başlamak istiyorum. Ama geçmişi silmeden. Hani o kentin en çağcıllaşmış bölgesinin,…
Yağmurun kara döndüğü bir gecenin yorgunluğuyla köşemde pinekleyen ben, bu mucize ile zıpladım. Saat beşi on geçiyordu, kar yağıyordu ve evdeki buzdolabı gurultuyla haykırış, inlemeyle yakarış arası sesler çıkarmaya başlamıştı. Bu seslere konuşma denemeyeceğini ve gürültü olarak tanımlamam gerektiğini düşünenler olabilir. Katılmıyorum: kim konuşmaya düzenli cümlelerle başlar? Eminim ki bu savı ileri sürenler de bebekken benzer sesler çıkarmışlardır. (Gerekirse anne-babalara başvurulabilir.) Buzdolabının konuşmaya başladığı günün özelliğini de söylemeliyim. O gece garanti süresi dolmuştu. Yani konuşmaya garanti süresinin dolmasından beş saat…
Her günü doya doya yaşıyorum. Aceleci davranıp gelecek günlere önceden bakmaya çalışmıyorum. Her sabah okula gitmeden, bir gün öncesinin yaprağını büyük bir özenle koparıp, yeni güne merhaba diyorum. Kahvaltıdan nefret etsem de annemin zoruyla bir şeyler atıştırırken, sindire sindire okuyorum saatli maarif takviminin o günkü marifetlerini. Böylece her günü doya doya yaşıyorum. En çok “güzel sözler” ve “tarihte bugün” köşeleri ilgimi çekiyor. Doğal olaylar kafamda karşılığını bulamadığı için şaşırıyorum. Kırlangıç fırtınası yazdığı gün, fırtına filan kopmuyor. O yüzden işin o…
Evde oturuyoruz. Bir sürü “ayrı” insan. Sıkıntılı insanlar, çizgi film seven insanlar, kapuska yapmaktan hoşlanan insanlar, kapuska yemekten hoşlanan insanlar… Evin parçalarıyız. Eşyalar var. Masa, sandalyeler, kahve makinesi, bilgisayar, fincan, bisiklet, zaman yolculuğuna karışmış bir köpeğin oyuncakları… Evin parçaları. Biz onları tamamlıyoruz. Görsel bütünlük. İçte yaşanan parçalanmışlık. Biz parçayız. Zaten bir anlamda paramparçayız. Ama sinirlenirsek parçalarız. Merak etmeyin sakiniz. Bir hayaldi. Ama artık hayalimize dokunabileceğimiz mesafedeyiz. Şaşkınız. Belki de o yüzden biraz parçalanmış durumdayız. Herkes bir yana koşturuyor. Herkes kendi…