Geçenlerde Fil Uçuşu’nda “Tanıtımcı Gazetecilik” diye bir yazı yazdım. Hep söylüyorum; burası benim not defterim gibi oldu. Biraz günlük, biraz müsvedde, biraz da üstünde çalışmak istediğim konulardaki notlar. Ne kadar okunduğunu, insanların zihninde nasıl çağrışımlara yol açtığını düşünmeden yazıyorum. O yazı da böyle bir düşünceyle kaleme alındı, daha sonra geliştirmek üzere aldığım notlar diyebiliriz. Yazıyla düşüncelerine değer verdiğim üç gazeteci arkadaşım ilgilendi: Yenal Bilgici, Ümit Alan ve Elif Bereketli. Kimi noktalarda düşüncelerimiz buluştu, kimi noktalarda farklı kavram seçimlerini tercih ettik….
Gazetecilik
Defalarca söylediğim bir şeyi tekrar edeyim. Oksijen Gazetesi’nin O2 adlı ekinde yer alan “Rafta Kalmasın” köşesi, bir “kitap eleştirisi” köşesi değil. Bir “tanıtım” köşesi. Yani okuyup beğendiğim bir kitabı, yeni okurlara ulaştırmak istiyorum. Bir kitabı potansiyel okurlara tanıtmak ve onların ilgisini çekmek amacındayım anlayacağınız. Bu köşede, yayımlanmasının üstünden zaman geçmiş, hala kitapçılarda bulunsa da unutulmuş olan, zamanında gözden kaçırıldığını düşündüğüm, daha fazla sayıda okura ulaşmasını dilediğim kitapları “tanıtmaya”, hatırlatmaya çalışıyorum. Bunu yaparken eleştiri alanına girebilecek ufak dokunuşlar yapıyorum. Ama bu…
Mirgün Cabas’ın kitabı çoğu gazetecinin, çoktan unuttuğu bir olguyu “yeniden” keşfediyor: Odaklanmayı. Habere, zamana, içeriğe odaklanmak ve bunun üstünden bir düşünce alanı yaratmak. Odaklanılan meseleyi analiz edebilmek için okuyana alan yaratmak. Bu analizi, farklı bakış açılarıyla çoğaltmak. Farklı bakış açılarının, o odaktan kaçmasına izin vermemek. Bir döneme, o dönemin aktörlerinin gözünden bakarken “zaman kayması” yaratılmasına engel olacak sorularla, doğru gazetecilik yapmak. Sözünü ettiğim kitabı çok kişi biliyor artık: “2001 – Eski Türkiye’nin Son Yılı” Pastaya çilek koymaya çalışmayan, içeriğini-derdini ve…
“Sakın Oraya Gitme” yayınlandı. Artık kitap okura ait. Bu romantik tanımlama, dürüst bir önermeyle oluşuyor. Ama tuhaflıkları da beraberinde getiriyor. Az önce bir gazetenin internet sayfasında, bir tanıtım yazısı okudum. Evet, kitap için yazılmış bir tanıtım yazısı. Yazan kişinin kitabı okumadığı kesin. Arka kapak yazısını bile -tam anlamıyla- okuduğunu sanmıyorum. Öyküleri onun sesiyle duyacaksınız, diyor bir yerde. Ama “Jim Carrey-Sylvseter-Sid” diyerek. Şaşırtıcı değil. Üstelik yaptığım bir işle anılmakta da sakınca yok. Ama manasız. Bir başka cümleyi aynen alıyorum buraya: “Yazmak…
Ne yalan söyleyeyim Ümit Alan‘ın böyle bir kitap hazırlamakta olduğunu bilmiyordum. Daha da öteye gideyim, kitabı elime aldığımda bile içeriğinden haberim yoktu. Ümit Alan’ın 2009’dan beri BirGün‘de yazdığı yazıları derleyip toparladığını yani bir “köşe yazısı kitabı” yaptığını sanıyordum. Bu cehaletim bana büyük bir sürpriz ve mutluluk olarak döndü. Çünkü Türkiye’de Gazetecilik Masalı bütün bu beklentilerin üstünde, harika bir kitap. Yanlış anlaşılmasın; Ümit Alan’ın köşe yazılarına da meftunum. Kalemine, muradını doğrudan anlatma becerisine, mizahına, samimiyetine ve elbette durduğu yere… Yani köşe…