içimde bir kedi patileri kağıt kesiği
Kedi
Öldüğünde cebinden bir tren bileti çıkmış. Nedendir bilinmez yolculuğunu o biletle değil de arkadaşının arabasıyla yapmayı seçmiş. Belki de kırk altıyı bitirip kırk yedi yaşına bastığı o günlerde, “En saçma ölüm şekli bir araba kazasında ölmektir,” sözünün peşinden gitmek istemiştir. Yayımcısı ve yakın dostu Michel Gallimard’ın kullandığı Facel Vega marka otomobilin bir ağaca çarpmasıyla bitmiş doludizgin bir hayat. 6 Ocak 1960 tarihli France Soir haberi “Yol düz, kuru, ıssızdı. Kader böyleymiş,” başlığıyla vermiş. Dünya Albert Camus’ye böyle veda etmiş. İşte…
Dağ tatili mi, deniz tatili mi? Canon mu, Nikon mu? PC mi, Mac mi? Rakı mı, şarap mı? Makarna mı, pilav mı? Bu ‘karşılaştırmalar listesi’ uzar gider. Akla hayale gelmeyecek şeylerin taraftarları saatlerce kapışabilir bu konularda. Ama bir konu var ki, onun tartışması asla bitmez ve bir başladı mı saatler sürebilir: Kedi mi, köpek mi? Hiç şüphesiz bu tartışmaların en bilineni, en eskisi. Taraftarlarının birbirlerine en sert cümlelerle girişmekten çekinmediği bir kavga alanı. Bütün tartışmalarda olduğu gibi bunda da sonuç…
Üstünde roman yazan her kitaptan edebi bir tat almayı beklemek, en basitinden safdillik olur. Hatta kimi okur, kimi zaman normalde algısını yorduğundan daha “hafif” bir okuma yolculuğu ister. Eh buna da tamam; kim ne karışır. Zaten raflar böylesi kitaplarla dolu, dileyen dilediği tarzda bir “hafif kitap” bulabilir kendine. Üstelik bu kitapların çoğunun kapağında “uluslararası çok satar” etiketi pırıl pırıl parlamaktadır. Arka kapakta birkaç gazeteden, ünlüden alıntılar falan filan… Kedilere olan düşkünlüğüm böylesi bir kitabı başucuma taşıdı: Yeni bir yayınevinden Yabancı…
Nota nota gezer sokakları, İstanbul’un kedileri. Cihangir’dekiler caz tutkunudur, bir saksafon sesi duyduğunda kuyruğunu havaya dikmeyenini zor görürsünüz. Ne zaman bir caz standardının notaları yayılsa evlerin yüksek tavanlarına, Cihangir’in kedi ahalisi mırıldanmaya başlar. Akmar Pasajı çevresinde şöyle cayır cayır bir gitar sesi duyduğunda gözlerini kısarak uzakları izlemeyen kediye, kedi demezler bu alemde. Bütün rock albümlerini çıkış yıllarıyla, kadrolarıyla ezbere bilir onlar. Hangi gitarist hangi pedal setini kullanır, hangi basçı penayla çalar hangisi nasır tutmuş parmakla abanır tellere, bir davulcu bir…
“Hayvanları, özellikle de kedileri sevmeyen bir insan tümüyle sevgisizdir, insanları da sevemez.” Kedi tutukunlarının sıklıkla tekrar ettiği bir sözdür bu. Hatta geçenlerde tanık olduğum bir kedi sevmek-kedi sevmemek tartışmasının da merkezindeydi. Onlar tartışırken ben gurultular çıkararak çayımı içiyordum. Ben kedileri çok severim. Bu nedenle sevmeyenleri daha iyi anlamaya çalışıyorum. Geçenlerde Giovanni Scognamillo ile konuşurken “Sizi ne korkutur?” diye sordum. “Sadece kediler,” dedi. Basit bir çekingenlikten değil, düpedüz korkudan söz ediyor üstad. Şöyle basit bir internet araştırması yapınca karşıma çıkan bilgiyi…
Z ZERRİN: Öykümüzün en çekici dişi karakterlerindendir. Her ne kadar sonunda günahının meyvelerini penceresi delik bir komşu kömürlüğüne bırakmak zorunda kalsa da, öykü boyunca bakışlarıyla, yürüyüşüyle, kendini sevdirme konusundaki maharetiyle anlatıcıya kadınlık cilvesini gösterir: “Cesur değilsiniz, işte apaçık görünüyor ki beni istiyorsunuz, beni pek güzel buluyorsunuz. Elleriniz beni okşamak, sarı tüylerimin üzerinden geçmek, o kadar güzel vaziyetler alan, bükülüp kıvranan vücuduma dokunmak, ellerimi tutmak, başımı avuçlarının arasında sıkmak ihtiyacı var.” İşin ilginci böylesine çekici bir tablonun öznesi olan Zerrin sarı…