Arnon Grünberg’in kültleşen romanı “Tirza”, Batılı orta sınıf burjuva bireyinin “öteki” aynasında kendisine bakışını yansıtıyor. Sondan başlayalım. Tirza , bir sinema filmi oldu. Yönetmen koltuğunda Hollandalı bir isim var: Rudolf van den Berg. Yasaklı YouTube’dan filmin ilk fragmanına ulaşmak mümkün. Tek bir görüntü var fragmanda; koca bir çölde hızla ilerleyen kamera, o ıssızlığın içinde tek başına yürüyen bir adamın gergin yüzüne ulaştırıyor bizi. Tirza’yı okumuş olanlara Gijs Scholten van Aschat tarafından canlandırılan bu adamın Jörgen Hofmeester olduğunu söylemeye gerek yok….
Roman
“Masumca başlamıştı. Katya Spivak on altı, Marcus Kidder altmış sekiz yaşındayken.” Bu kısa ama vurucu giriş ile başlıyor Joyce Carol Oates’in son romanı “Güzel Bir Kız”. Daha birinci bölümde iki kahramanımızın karşılaşması ile tersine okunacak bir şimdiki-zaman Lolita’sı ile karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Merkez karakterimiz (ve anlatıcı kameranın, kadrajından asla çıkarmadığı) Katya Spivak, on altı yaşında, lüks bir sayfiye bölgesi olan Bayhead Harbor’da, “sonradan görme” bir ailenin iki çocuğuna dadılık yapan, New Jersey-Vineland’den gelme bir kız. (İnsan düşünmeden edemiyor: Oates,…
Aslında çoğu kişi uyarlamalara temkinli yanaşıyor. Birkaç önemli, bir avuç da iyi niyetli örneği bir kenara bırakacak olursak, edebiyatseverlerin bu konudan ağzı yanmış durumda. Ama twitter kullanıcılarına Türk edebiyatından hangi roman ya da öykünün, film ya da dizi uyarlamasını izlemek isteriniz sorusunu, ideal bir durumu düşünerek/düşleyerek sormuştum. Gelen cevaplardan bir liste çıktı ortaya; kimilerini ben de merak ettim açıkçası. Ancak kimilerinin uyarlama anaforuna kapılmasını da istemedim. Şimdi bir diğer merak, gelecek yorumlarla bu listeye hangi eserlerin ekleneceği. Sıra sizde?…
Murat Gülsoy‘un bir önceki romanı İstanbul’da Bir Merhamet Haftası‘nın Makedonca baskısı haberinin üstünden bir ay geçmeden, yeni roman geldi: Karanlığın Aynasında. Murat’la Hayalet Gemi yıllarından bu yana süren dostluğumuzu bilen bilir. Bu dostluğun sayısız ayrıcalığından biri de, Murat’ın kitaplarını baskıya gitmeden okuma şansımın olması. Yakın bir arkadaşımın romanı hakkında övgüler düzmeyeceğim, bunu yaparsam soğukkanlı davranmadığımı düşünenler olabilir. Zaten birbirimizi “ağırlamak” konusundaki mesafeli tutumumuzu seviyorum, bir blog sahibi oldum diye bu huyumdan vazgeçmeyeceğim. Ancak, yine de bir şeyler fısıldamak istiyorum: Murat…
Roberto Bolano imzalı Uzak Yıldız’ı okurken kitabın kenarına şöyle bir not almışım: “Tek isteği, huzurla uyuyan okurun üstüne düş yorganı sermek değildir şiirin. Gerektiğinde –hatta gereklilik dememeli-, canı istediğinde,buz gibi bir havada, o yorganı okurun üstünden çekip ayazda bırakacak kadar da cesurdur. Dahası, üşümek istemediğini söyleyen okurun, yüzüne tükürmekten de kaçmaz.” “Concepcion Üniversitesi’nin önde gelen bir başka atölyesi olan Diego Soto’nun şiir atölyesi, Juan Stein atölyesinin estetik ve etik açıdan rakibiydi,” diyor Uzak Yıldız’ın anlatıcısı. Ama bu karşıtlık, uzlaşmaz bir…
Çok sevdiğim kitap adları vardır. Kimileri yazarın kimileri çevirmenin başarısıdır. Hep düşünmüşümdür Gönülçelen Sallinger’in elbette ama bir parça da Adnan Benk’in değil mi? Ya da özgün adı Survivor olan Gösteri Peygamberi? Kendiliğinden güzel adlar vardır, çevirisiyle değerini kaybetmeyen; Onca Yoksulluk Varken (Romain Gary), Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet (Thomas De Quincey), Karanlığın Yüreği (Joseph Conrad), Ses Taklitçisi (Thomas Bernhard)… Uzar gider bu liste! Aslında Bernhard’ı her kitabının adını sevdiğim yazarlar listesine alabilirim. Nabokov gibi. Nabokov okumadan geçen yıl eksik…
Oskar, kitabın daha ilk bölümünde babasıyla oynadığı bir oyundan söz ediyor: Keşif Seferleri. Evlerinin dışındaki dünyaya düzenledikleri keşif seferleri. İpucu olmamasından rahatsız olan Oskar’ın cevaplanamayan sorusu, bu oyunu farklı okumalara da açıyor: “İpuçlarının yokluğu ipucu mudur?” Karmaşık görünen bu soru, aslında kitabın da merkezinde olan 11 Eylül sonrası Amerikan toplumunun ruh haliyle örtüşen bir durumu işaret ediyor. Oskar, oyunun bir aşamasındaki soruları üstünden ortalama Amerikalının bakış açısını yansıtıyor bize: Hiçbir şey ipucu mudur? Jonathan Safran Foer’in Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz…
Callisto’nun yazarı Torsten Krol’un kısa biyografisi şöyle: “Yazar hakkında hiçbir şey bilinmemektedir.” Vikipedi ise farklı düşünüyor ve Krol’un Queensland’de yaşayan Avustralyalı bir yazar olduğunu söylüyor. Krol, aslında 2007 tarihli Callisto öncesinde yayınlanan The Dolphin People romanıyla tanınmış ama bugüne kadar yüzünü gören, hatta sesini duyan yok. Kendisiyle iletişim sadece e-posta yoluyla yapılıyor. Ortada bir sahte-isim ya da yayınevi-numarası olduğu kesin. Hatta biraz merak kabartayım ama yazının sonunda, Torsten Krol’un “aslında” hangi ünlü yazar olduğunu fısıldayan bir dedikoduyu da aktaracağım. Gerçi…
Bir üçüncü sayfa haberi. İki kafadarın akıllara durgunluk verecek dolandırıcılığını anlatan bir haber. İki arkadaş, birinin ağabeyinin askerlik fotoğraflarına bakıp, en saf görünümlü kişiyi kurban olarak seçiyor. Bir çiftçi bu. Daha sonra alçıdan bereket tanrısı heykeline benzer bir heykel yapıp, hatta bir de sarı-yaldızlı boya ile boyayıp, bu çiftçinin bahçesine gömüyorlar. Ertesi gün çiftçinin kapısını çalıp kendilerini bir sanat uzmanı ve Amerikalı bir arkeolog olarak tanıtıyorlar. Kurbana, bahçesinde çok değerli bir heykel olduğunu söyleyip, kazıya ikna ediyorlar. Kazı sonucunda bahçeden…