Başlık ve yazı Radikal’den alınma. Ama içeriği bana dokunduğu ve ilginç bir durum olduğu için paylaşıyorum. İlginç olan kısmı şu: Konu ile ilgili olarak ne söyleşiyi yapan Burcu Aktaş’a, ne ne de bana bir geri dönüş oldu. Ayrıca benim, Burcu Aktaş’ın ya da Radikal’in adı referans olarak verilmemiş. Neyse sözü uzatmayayım ve haberi paylaşayım, hikaye kendini anlatıyor. Lisans Yerleştirme Sınavı’nda Türk Dili ve Edebiyatı Testi’nin on yedinci sorusu bize bir yerden tanıdık geldi. Nereden mi? Tabii ki Radikal Kitap’tan! Bundan…
rüya
• Dün Levent aradı. “Bir sorun mu var, Fil Uçuşu’nda niye yeni yazı yok?” dedi. Dostumun hem Fil Uçuşu’nu bu kadar düzenli takip etmesi hem de oradan yola çıkarak meraklanması hoşuma gitti açıkçası. (Aslında benim de ona çıkışmam gerekirdi, kendi bloglarının düzensiz güncellemeleri konusunda. Neyse, yeni bir blog açıyormuş, takibe alacağız elbette.) Evet, uzunca bir süredir Fil Uçuşu’na yeni bir yazı girişi yapmadım. Aslında yine de yapmayacaktım ama Levent’in sözlü saldırılarına maruz kalmak istemem. Üstelik dün twitter’da birkaç kişi, sabırla…
Issız bir sokak. Sağ yanımda apartmanlar var, sol yanımda ağaçlar. Ağaçların ardında bir park olduğundan eminim. İçinde çocukların oynadığı, çay bahçesindeki ahşap masalara semaverlerin yerleştirildiği, yapay gölün çevresindeki banklarda âşıkların öpüştüğü bir park. Oldum olası sevmişimdir böylesi parkları. Ağaçların arasından geçmeye cesaret edebilsem karşıma camekânlı arabasıyla bir simitçi çıkacağına eminim. Pantolon cebimden çıkardığım bozuklukları uzatırken maşasına sarılacak, üst üste dizdiği simitlerden birini gazete kâğıdına sarmaya başlayacak. Bir yandan da son hecesini uzata uzata “Akşam simidi!” diye bağıracak, alışveriş yapmakta olan…
• İKSV’de yapılan Doğan Hızlan’la Edebiyat Sohbetleri’nden bir fotoğraf geçti elime, sağ olsun izleyicilerden biri çekip kendi blog’una koymuş. Fotoğrafa bakarken 1950 kuşağı yazarlarının, hala süren etkilerini düşündüm. Oradan da kafam II.Dünya Savaşı sonrası sanatta yaşananlara gitti. Mimaride, resimde, sahne sanatlarında yaşanan büyük değişimler. Edebiyatta çok yönlü bir karşılığı var savaş sonrası atmosferinin. Edebiyat tarihi üstüne yapılan incelemeleri okumayı seviyorum. Özellikle de siyasi atlasla üst üste bindirilenlerini. • 2010’da dinlediğim albümlerden bir liste koydum Fil Uçuşu’na. Listenin başına da, “Türkçe-Caz-Klasik”…
1. “Sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu,” diyor Kafka. Yatağımdan sadece vücudumu ayırabildiğim şu anda, bundan başka bir şey düşünemiyorum. Dün akşam göğüslerinde sonsuz huzuru bulacağımı sandığım bu kızın adı neydi? Kendimi bir kez daha aldatabilmiş olmanın verdiği gururla merhaba diyorum güne. Coşkuyla aldat, aldatmadaki gurur yok sevgide. İçedönüşün öyküsü. Yağmur, sokakları ıslattıkça yerinde durmak istemeyen bir taş olduğumu anlıyorum. Sigara dumanı, yağmurun yoğunluğunda göğe doğru yol almak için kaçış noktaları…
Adanın arka taraflarına doğru yürüdü adam. Kafasının içinde adını hatırlayamadığı bir melodi dolaşıyordu. Burnuna gelen rahatlatıcı koku, bir masumiyet aynasıyla yüzyüze bırakıyor, çok eskilerden bir anıyı hatırlamasına neden oluyordu. Böylece o melodi o anının sinyali haline geliverdi bir anda. Gerçekleşen bir rüya mıydı bu, düşlediği bir şey mi? Adını bilmediği bir ağacın dibine oturup daha önceden tanımadığı bir bitkinin yaprağını çiğnemeye koyuldu. Zehirlenmekten korkmuyordu, çünkü anıları çok sağlamdı. Ölmekten korkuyordu çünkü düşlemekle rüya görmek arasındaki kaygan zeminde dans edemeyecek kadar…
Dün yoktu. Bugün var. Ama bugün var. Oysa dün yoktu, biliyorum. Aynı saatlerde, emin değilim ama belki de aynı saatte, aynı pencereden bakmıştım. Hava biraz daha kapalıydı. Beklenmedik sıcaklar iç bunaltan bir sise neden oluyor sabahları. Belki… belki sis yüzünden fark edemedim. Belki dün de vardı… Üşenmezsem –son günlerde çok üşengeç oldum- gider bakarım; dokunursam anlarım ne zaman yapıldığını. Kurumuşsa dün yapılmıştır. Hâlâ ıslaksa, boya elime bulaşırsa anlarım ki, gecenin bir ânında, ben kocaman yatağın sol tarafına büzüşmüş uyuyorken, rüyâlar…
“Bir gece başını yastığa koyduğunda bir değişiklik rahatsız edecek seni; bir de bakacaksın ki gözlüğünü çıkarmayı unutup girmişsin yatağına. İşte o andan sonra gözlüklü bir insan olarak yaşamaya alışmışsın demektir.” Ne zaman böyle sözler söyleyecek olsa, bir elini, ağırlığını hissettirerek omzuma koyardı babam; gözlerini gözlerime diker öyle konuşurdu. “Rüyanda İngilizce konuştuğunu görürsen, artık yabancı dil konusunu halletmişsin demektir… Arkadaşını incittiğin günün gecesinde sıkıntıdan uyku tutmuyorsa, dostluğun anlamını çözdün demektir… Elindeki işi bitirene kadar uyumayı düşünmüyorsan, sorumluluk duygusunu edinmişsin demektir… demektir……