Thick as a Brick

Bir röportaj hikayesi: Ian Anderson

Öncelikle kişisel bir merakımı gidermek istedim ve kaç flütü olduğunu sordum Ian Anderson’a. Biraz kişiselleşmeye hakkım vardı, öyle değil mi ama, ortaokul yıllarımdan beri dinlediğim, çok sayıda şarkısını ezbere bildiğim bir adam karşımda oturuyordu. Kolay ele geçmeyecek fırsatlar bunlar.

Sıklıkla çaldığı, her an elinin altında olan 3-4 flütü varmış. Evde en az dört flüt daha vardır. Arada bir genç öğrencilere verirmiş eski flütlerini. “Sırf maddi durumu elverişli olmayan yetenekli öğrencilere vermek için flüt bulunduruyorum evde,” diyor ve ekliyor, “genelde pek iyi bir olduğum söylenemez ama bu konuda iyilik yapmayı seviyorum.”

Tam da “Fareli Köyün Kavalcısı”na uygun bir cevap.

Neden flütle yola çıktığını sorduğumda, “Soru aslında neden gitar değil biçiminde olmalıydı,” diyor. “60’larda çok iyi gitar çalan biri değildim. Fena değildim ama içimde özellikle elektro konusunda büyük bir tutku hissetmemiştim. Londra’da Jeff Beck, Jimmy Page gibi isimler çok iyi çalışmalara imza atıyorlardı. Bir de Clapton. O kadar iyi olamayacağımı biliyordum. Sonunda Hendrix ve Clapton’un çalamayacağı bir enstrüman bulmalıydım; ben de flütü seçtim. Tek neden bu denebilir. Çünkü blues rock yapanlar içinde başka flüt çalan yoktu.”

Farklı ülkelerde, o ülkelerin müzisyenleriyle çalmayı seviyormuş. Türkiye’de, İstanbul konserinde de Serkan Çağrı ve Canan Anderson ile çalacak. Her ikisinin de müziklerini internet üstünden dinlemiş. Bütün bunları anlatırken karşımda görmüş geçirmiş bir müzik bilgesi var. Biraz da sürekli aynı şarkıları çalmaktan yorulmuş ve yeni kapılar açmaya hevesli bir yeni yetme gibi. Bu farklılıkların zorlayıcılığını seviyormuş.

Albüme alacağı şarkıları önce konserlerde çalmayı seviyormuş. “Şarkı böylece test edilmiş olur,” diyor, “bunu 70’lerde de yapardık.”

En sevdiğim Jethro Tull şarkısının “Thick as a Brick” olduğunu söylüyorum ve Ian Anderson’un favori şarkısını soruyorum. 1986’da bestelediği “Budapest” en sevdiği bestelerinden biriymiş. Blues’dan folklorik öğelere uzanan şarkıyı gururla anlatıyor. “Sözleri kimileri cinsiyetçi bulabilir ama aslında şarkı bunun üstüne değildir, bakın ama dokunmayın tadında bir şarkıdır, bence cinsiyetçi olmaktan öte seksi bir şarkıdır” diyor.

Müjde en sonda geliyor. “Yakınlarda yeni bir Jethro Tull albümü olacak mı?” diye soruyorum. Cevabı sevindirici: “Birkaç gün önce bitirdim ama daha üstünde çok uğraşmam gerekiyor. Yine de albüm orada duruyor. Aslında Jethro Tull albümünden çok Ian Anderson albümü diyebiliriz.” Albüm Nisan 2012’den önce çıkmayacakmış.

Son olarak uzun bir röportajdan sonra kendisine Jon Anderson diyen muhabiri hatırlatarak adını doğru söylediğim için teşekkür ediyor. Röportaj öncesinde çevresinde koşturanların çoğunun ismini “Ayn” diye telaffuz ettiğini düşününce anlıyorum “İyın” Anderson’un bu teşekkürünü.

Yayın sonrasında imzalattığım CD’ye bakıp, “Bak bu CD’yi hafızama kazıdım, yarın öbür gün imzalı CD diye e-Bay’de satışa çıkarırsan yakalarım seni,” diye takılıyor, gülüşüyoruz.

Havanın bahara döndüğü bir İstanbul akşamında, yol yorgunu Ian Anderson’u birasını yudumlarken bırakıp, içimden “Thick as a Brick”i söyleyerek uzaklaşıyorum.

Yorumlar (2)

yazıyı okurken kafamın içinde çaldı:
"if u thick as a brick" dıp dıpdırıdırı dıp =)

Müziğe gönül vermeme sebep olmuş insanlardan bir tanesidir. Artık böyle müzisyenlerin çıkmadığını görüyorum.. Senelerdir yok bir yeni gerçek müzisyen. Artık "işler" computer başında yapılan ses deneylerinden besleniyor.

bir yorum bırakın