Üzgün Sardunyalar kimin öyküsü?

Ayrıntılara girmeyeceğim. Ama sadece “benim için özel bir an’dı” diyerek de geçiştirmeyeceğim. O kitabın, Wolfgang Borchert imzalı Üzgün Sardunyalar‘ın elime geçtiği an’da, o ilk öyküyü okuduğum an’da yaşadıklarımı paylaşmalıyım ki başlıktaki soru bir anlam taşısın. Bir öykünün okunma an’ını her yönüyle aramalıyız ki, okurluk denen o biricik varoluşun bize özel karşılıklarını bulabilelim.

Çoğu kitap ve bende yeri olan çoğu metin için yaptığım bir şeydir bu.; sorduğum soru basittir: Ben o metinle nasıl bir ilişki kurdum? Ne zaman, hangi fiziksel ve ruhsal koşullarda, nasıl ve hatta niye?

Ankara. Yıl 1988. İlkbahar. Mutlu bir yılın ardından aşk acısıyla kavrulduğum günlerden geçiyorum. Sevgilim, başka birine aşık olmuş ve beni terk etmiş durumda. Aklım durumu anlamaya çalışsa da ruhumun bir köşesi ona hala “sevgilim” demeye devam ediyor. Aşığım ve aptalım. Aşığım ve acı çekiyorum.

Tunalıhilmi Caddesi’nde Kuğulu Park yönünde yürüyorum. Tam Levni Kitabevi’nin önüne geldiğimde karşı kaldırımda onu görüyorum. Tunalı Otelin önünde. Yalnız. Yaklaşık bir ay önce, başka bir erkekle el ele gördüğüm yerde, bu kez yalnız. Yanına gidip konuşabilirim. Konuşmalıyım. Zaten beni görünce yaptığı yanlışı anlayacak, özür dileyecek, sensiz yapamıyorum diyecek. Yo, gitmemeliyim yanına. Kabullenmeliyim durumu. Aşklar biter, aşıklar ayrılır. Gitmeyi  de bilmek gerekir. Ama gitsem daha iyi olabilir, sarılırız özlemle. Gidersem kendime haksılık etmiş olmaz mıyım? Ama gitmezsem de…

Zihnim med-cezirde, bunları düşünürken başım dönüyor. Anında kendimi Levni Kitabevi’ne atıyorum. Gözüm aşktan kararmış bir halde karşıma çıkan ilk kitabı elime alıyor, hemen okumaya başlıyorum. Kafamı kitaptan kaldırmamalı, Tunalı Otel tarafına bakmamalıyım.

Üzgün Sardunyalar. Wolfgang Borchert. Bu yazarı daha önce hiç duymamışım. O anda çevirenin Kamuran Şipal olduğunun, kapak deseninin Yurdaer Altıntaş’a ait olduğunun farkında değilim. Bağlam Yayınları yayımlamış kitabı, gözüm bunları görmüyor ki…

Kitabın hemen girişindeki Üzgün Sardunyalar öyküsünü, defalarca okuyorum. O’nun oradan gittiğinden emin olana kadar. Bir daha okuyorum, bir daha, bir daha… Kendi aşk acımdan arınıp, öyküdeki kızın acısına ortak olana kadar. Onun üzüntüsünü kendi üzüntümden değerli bulana kadar.

Neden sonra, kafamı kitaptan kaldırıp karşı kaldırıma bakıyorum. O yok. Gitmiş. Başka bir kız var orada. Burnu yüzüne dikilerek tutturulmuş gibi görünen, biri sağda biri solda o simetrik sardunyalar kadar huzurlu ruhuyla ağlayan bir kız.

Öykü artık benim oluyor. Ben o öykü oluyorum. Kurmaca ve gerçek arasındaki sınırlar bir kez daha ihlal ediliyor, edebiyatın sakin limanına sığınan bir okur tarafından. O günden beri soruyorum: Üzgün Sardunyalar kimin öyküsü?

Wolfgang Borchert okuyunuz. Belki de bir anda bütün öyküleri sizin olur.

Yorumlar (14)

Okuyanın elinde kalan hikayeler

Meandshadows dedi ki…
Kitapla ilk tanışma anı önemlidir; kapak resmi ile ilk göz göze geliş, önsöz, arka kapak ve rasgele açılmış bir sayfadaki sözcüklerle ilk tanışma… Kadın ya da erkek karşı cinsle ilk bakışma gibidir, temkinli, beklentilerle dolu, içinde bir sürü ''acaba'' barındıran. ''Ortak kod'' ararsınız o ''sevgili''de. Kitaba alıcı gözüyle şöyle bir bakarsınız sevgili adayı gibi. Kodlama da ruhunuzla eşleştiyse o öykünün milyonlarca sevgilisinden biri olmuşsunuzdur artık…

kitaplarınız benim için başkasına verilebilecek en güzel hediyelerden..

http://kirmizikiraz.blogspot.com/2012/08/50-takipci-serefine-hediye-cekilisi.html

Kendimi bir Barış Bıçakçı romanı okur gibi hissettim. "Edebiyatla hayat takım kurup futbol maçı yapsalar, hayat üç çeker edebiyata!"

Hala Ankara'da yaşıyorsanız sizinle kitaplar hakkında sohbet edebilmeyi çok isterim. Yeni bir okuma grubuna dahil oldum. Her ay bir kitap okuyup buluşuyoruz (geçen ay benim için ilkti). Belki bu toplantılardan birine katılırsınız da şu yazdıklarınız sizden duyarız. Ne güzel olurdu.
Sevgiler,
Canan

hüzünlü aşklar durağımıdır kuğulu 🙂
nedense yıllar sonra yaşadığınız anı yaşayan birileride çıkacaktır…
şimdi gülümsüyorum..
başkentin mutlu sardunyaları hediyemiz olsun, sevgiler..

Ne güzel…
Eskiden teknolojiyi pek faydalı bulmazdım, insan iliskilerini yozlastırdıgını düşündürdüm ama bu fikrim son yıllarda değişti.
Şimdi sizin bloğunuzu okurken kendimden bir parça bulduğum bu satirlarinizda garip bir gülümseme oluştu! Bu evrende anlaşılabilmek duygusunu hissettiren nadide insanlardan birini zamanında önyargıyla yaklaştığım teknoloji getirmişti bana, teşekkürler iyi ki varsınız teknoloji de iyi ki var ki sizleri bize yaklaştırıyor.
Gözlerimizi her sabah aydinlik yerine karanlığa açtığımız su günlerde sizin cümleleriniz parlak birer kuyrukluyıldız gibi.

Yazdım. Sildim. Ne diyeceğimi bilemedim. Keşke ben de kendi öykümde, tam da o an, "Üzgün Sardunyalar"ı okusaymışım. Keşke…

Ah, Borchert… benim ince, duyarlı, kırılgan yazarım.

yine ankara.. insanın aklı, kalbi böyle gidip geliyor mutlaka… hem geride bırakmış olmaktan mutlu bazen de özleyerek.
aslında yalnızca anlar var hayat gibi diye düşünürüm kitaplarda insanı yakalayan, birleştiren,koparan ya da. bir ışık, bir renk, bir kelime ya da/ ve de/ bunların ruhunda dokunduğu nokta. sarı bir kavun, yanan bir sobadaki madalina kabuklarının kokusu bunun dokunduğu anı… bunları senden önce ya da seninle hissettiğini, düşündüğünü bildiğin yazar. Yalnız "o an" insanları, kitapları(yla) bağlayan.

Kitabı alış anımızda yaşadığımız özel şeyler kitapla aramızdaki bağı güçlendiriyor..

benım aynı satırları ne kadar hıssız okudugumu hısettım.

Sevgili Yekta yüreğimize dokunan her öykü yazarına değil bence hisseden okuyucuya aittir.
Postmodern akımda mecazi anlamda "yazarın ölümü" söz konusudur.Bırada yazarın demek istediğinden çok okuyucunun ne anladığı önemlidir.
Sevgilerimi yolluyorum

bir yorum bırakın