Yazmak: Bir kol saati

Bir süredir Fil Uçuşu‘na istediğim sıklıkta yazamıyorum.

Çeşitli nedenleri var elbette. Ama kendimi bildim bileli, öylesi nedenlerin arkasına sığınmayı sevmemişimdir. Bir konudaki ‘süreklilik’ sekteye uğradığında, kendimi sorgularım. Bir çeşit tembellik hali olarak değerlendiririm durumumu. Bundan kurtulmanın yolunun da daha çok çalışmak olduğuna inanırım.

Ama bir başka açısı da var bu durumun. Aklına gelen her şeyi yazan biri olmak da istemem. Bir tür yazı gevezeliğiyle, okuyanları yormaktan da korkarım açıkçası.

İşte bu tahterevallinin bir o ucunda, bir bu ucunda inip kalkıyor ruhum günlerdir. Sonuçta bana kalan hep bir yazmamak sıkıntısı oluyor. Çünkü Fil Uçuşu‘nu ve buradaki özgür yazı alanını önemsiyorum.

Gelelim bu yazının yazılma nedenine. Bir dostun hayat için verdiği örneği, yazı için düşündüm bu gün. “Hayatımızda öyle şeyler var ki, kol saati gibi,” dedi, “yıllardır kolumuzda olan, artık modelini, tipini, kolumuzdaki ağırlığını unuttuğumuz kol saatleri. Ne zaman baksak bize doğru zamanı gösteren, bize doğruyu ve gerekeni söyleyen kol saatleri. Varlığını unuttuğumuz, hatta önemsemediğimiz doğrucu dostlarımız. Ama günün birinde, o saati takmayı unuttuğumuzda, hayatımız karmaşıklaşır. Her şey birbirine girebilir. İşte o zaman anlarız, o varlığının değerini unuttuğumuz saatin, bize neler kattığını.”

İşte bu saat örneğini düşündüm gün boyunca. Yazmak da benim için böyle. Kimi zaman kolumdaki varlığını unuttuğum saat. Fil Uçuşu‘ndaki yazıları önemsememin bir nedeni de, bana o saatin varlığını sürekli anımsatması.

Yazmak güzel.

Bu hatırlatma için Mücahit Dinçer ve Oruç Aruoba‘ya teşekkür ederim.

Yorumlar (6)

Meandshadows diyor ki…
Cep telefonu icat oldugundan beri asla kol saati takmayan biri olarak (gerekcem sudur ki telefon zaten her saniye elimizin altinda olduguna gore koluma kelepce, gereksiz bir agarliktir kol saati benim icin) ilk defa kol saati uzerine dusunme ihtiyaci hissettim.
Gunumuzde kullanim icin artik ihtiyacimiz olmasa da eski bir dost, can kurtaran, bize randevularimizi hatirlatan goz tiryakiligidir kol saatlerimiz. Hayatin ritmini tutar, kalp atislarimizi sayar tik taklari. Atlikarinca gibidir, doner durur akrep ile yelkovan ayni daire uzerinde. Gece ve gunuduzun kovalamacasidir telaslari. Kagit uzerine kalem ile yazmaktir kol saati, blog yazmak ise dijital saattir, tam otamatik 🙂 Yazmak guzeldir, kol saati de oyle…

Sizi okumak çok güzel … Hep yazın olur mu? Sevgiler

Kesinlikle yazmak güzel şey.Çok şükür ki hissedebiliyor ve hissettiğimizi yazıya dökebiliyoruz.Bazen düşünüyorum ya olmasaydı?Sonra var ve tadını çıkaralım bu nimetin.Yazmak aşktır Yekta Bey.İflah olmaz bir aşk.

Fildişi Karası'nı okuyorum şimdi.İlk öyküde gözlerim doldu.Öykü biterken ağlayacaktım.Gözyaşlarıma güçlükle siper ettim göz kapaklarımı.Hala tesirindeyim.Sen çok yaşa emi,Yekta Kopan

Ruhumuzdan bir parça koparıp atıyoruz o kutunun içine. Her seferinde kendimizi biriktiriyoruz. Sayfalara bulaşıyoruz, oradan kalın kaplı, ince ciltli, çeşit çeşit pek çok kitaba hayat veriyoruz. Onlar da başka ruhlarla buluşup hayal dünyamızın içinde ufak bir tur düzenliyor, pek çok kapı açıyorlar, o dünyanın içinde kendi dünyalarını buluyorlar. Yazmak güzel, zaman gibi, unutulmamak gibi. Ölümsüzlüğü bulduk!

Yazmak güzel elbet. Özellikle de okumayı yazmayı 5 yaşında söküp de o yaşta derdini sıkıntısı kağıtlara döken ben için… Yaşadıklarımı üstü kapalı bi şekilde yazdığımdan olsa gerek yazdıklarımı (5 yaşından bu yana yazdıklarım da dahil) okuyan insanlar aşk acısı yaşamışım zannına kapılır. 5 Yaşındaki ben de mi yoksa şu zamanda her şeyi aşka yoran insanlar da mı sorun var, bilmiyorum. Ya da üstü kapalı yazıyorum dediğim yaşadığım acılara rağmen hayata olan aşkım mı, onu hiç bilmiyorum. Aşka inanmayan beni bile aşık ediyolar ya ben ona şaşıyorum.
Şimdi o küçüklükten bu yana yazdıklarımı okuyup da kendimi büyüdüğüme inandırıyorum. O yaşta nasıl yazdım onları diyorum bazen. Çocukluğumu yaşamamış olmam bana ayrı bi ilham vermiş sanırım.

bir yorum bırakın