Yerçekimi: Uzayda bir çöplük var!

Uyarı! “Yerçekimi/Gravity” filmini henüz izlememiş olanların dikkatine; bu yazı filmle ilgili ipuçları vermektedir.

Sinema teknolojisinde yeni bir zirve. Yenilikçi görsel efektler. Bu efektleri daha da yoğunlaştıran bir kamera kullanımı. Hepsini “şimdi ve burada” kılan ‘üç boyut’ teknolojisi. Şimdiden Oscar’ların teknik kategorilerinde birçok adaylık olacağını söylemek mümkün. Ne de olsa Akademi üyeleri, sinema teknolojisine katkıda bulunan, inovatif olduğuna inandıkları işleri destekleyerek, gelişim yolunda ne kadar katkı sağlayıcı olduklarını göstermeyi pek severler. Üstelik bu filmde Meksikalı bir isim olarak Hollywood’da özellikle tutulan Alfonso Cuaron ve sektörün Demokratçı cephesinin elini güçlendiren iki isim de var: Sandra Bullock ve George Clooney.
Tarafsız bir cümleyle başlayacak olursam, filmin teknoloji sayesinde “tek planmış” gibi görünen o açılış sahnesinde, (Rusların kendi uzay araçlarından birini imha etmesiyle oluşan parçacık yağmurunun başlangıcına kadar süren sahnede) sonsuz gibi görünen uzayın, klostrofobik etkisini hissettirme yeteneğiyle, bakış açısından bakış açısına yaptığı geçişlerde algıyı değiştirme isteğiyle, görsel tasarımı ve ses tasarımıyla “bambaşka bir işin” içinde olduğumuz hissindeydim. Gerçi Clooney tarafından canlandırılan Kowalski karakteri kısa sürede pek “klişe” konuşmaya başladı ama o kadarcık da olurdu canım.
Olmazmış. Şu ana kadar yazdıklarımın tonundan bellidir ki, filmi sevmedim. Teknolojik üstünlük hakkını teslim ediyorum. Önce iki, sonra da tek oyuncuyla gerilim ve heyecan oluşturabilme hakkını teslim ediyorum. İnce işçilik konusundaki akıl almaz uğraşının hakkını teslim ediyorum. Ama bunlar benim sevmem için yetmiyor. Dilerim o da benim sevmeme hakkımı bana teslim eder.
Özellikle filmin ikinci yarısında, Sandra Bullock tarafından canlandırılan Dr.Ryan’ın tek başına sürdürdüğü hayat mücadelesi bölümünde, konuyu dönüp dolaştırıp aile, çocuk ve özellikle de ev/anayurt meselesine bağlaması, bunları kötü yazılmış cümlelerle oyuncusunun ağzına monolog gibi yerleştirmesi, hamaset dolu bakış açısını yaylılar ve bakır nefeslilerle coşturduğu bir müziğe emanet etmesi, beni fillmden koparmaya yetiyor. Sandra Bullock’un Oscar adaylığı istediği her halinden belli, deyim yerindeyse “konuya asılan” oyunculuğu da, o kıymeti kendinden menkul cümlelerin bize geçmesine izin vermiyor. Hal böyle olunca da, bütün o teknolojik başarı, “numara” olarak kalıyor. Olmayan bir senaryodan yapılmış bir filme inanmam için, gözümü boyamaya çalışan “numaralar”.
Filmi izlerken bir ara aklıma Aralık 2012’de, yüzde sekseni yerli üretim olan Türk keşif uydusu Göktürk-2’nin uzaya “fırlatılma” hikayesi geldi. Askeri istihbarat ve keşiflerde Türkiye’nin gözü olacak uydu fırlatılırken Başbakan, Mehmet Akif’den şiirler okuyor, kapının önünde ise ODTÜ’lüler protesto gerçekleştiriyorlardı. “Yıldız Savaşları” projeleriyle, askeri destek amaçlı uydularla yörünge dolduranların doymazlığı düştü zihnime. ABD, Rusya ve Çin başta olmak üzere, çok sayıda ülke. Bir çöplüğe çevirdikleri uzay boşluğu. En azından sağlam bir alt metinle, bu çöplükle hesaplaşacağını umduğum film, açıkçası, hamasetiyle bu noktada da sınıfta kaldı.

Bir göndermeyi de “SLATE”den yaptığı çeviriyle www.evrimagaci.org sitesine vermek isterim. (ODTÜ BİYOGEN ile birlikte çalışan akademik bir oluşum.) Yazı ünlü bir astrofizikçi olan Neil deGrasse Tyson‘ın filmle ilgili yorumları, kişisel değerlendirmeleri ve bilimsel tespitlerinden oluşuyor. Filmin bilim danışmanı Dr. Kevin Grazier‘in değerlendirmeleriyle de karşılaştırmalar var elbette. Yazının tümünü sitenin kendisinden okusunuz ama bir bilim insanı olmayan benim bile, filmi izlerken aklıma takılan soruyla ilgili paragrafı paylaşayım:

Filmin kırılma noktalarından biri, Clooney’in kendini feda ettiği sahnedir. Ancak şunu söyleyebiliriz: Clooney boşuna ölmüştür. Çünkü film boyunca yörüngede yerçekimi olmadığı gösterilmiştir; ancak Bullock’un ayağı ISS’in iplerine dolanıp, Clooney’i zar zor tuttuğunda, sanki yerçekimi varmış gibi bir etki yaratılmıştır. Gerçek hayatta, bir uçurumun kenarında bir kişi, diğer bir kişiyi düşmemesi için aşağı eğilerek tutarsa, düşmekte olan kişinin ağırlığı, kurtarmaya çalışanın üzerine binecektir, doğrudur. Ancak eğer yörüngede yerçekiminin olmadığı iddia ediliyorsa (ki hatalıdır; ancak film böyle varsaymıştır), o zaman filmdeki o dramatik sahne tamamen hatalı, gereksiz ve yersizdir. Zira yerçekimsiz ortamda Bullock’un veya Clooney’nin basit bir çekme kuvveti ile birbirlerine ulaşması mümkündür. Ancak film, sanki Clooney bir tarafa doğru, bir kuvvet tarafından çekiliyormuş gibi göstermektedir. Halbuki filmin varsayımları dahilinde böyle bir kuvvet bulunmaması gerekir. Üzgünüz Clooney…

Aslında hazır elim değmişken bir kaç noktayı daha paylaşmak isterim. Tyson’ın tespit ettiği bilimsel hatalara birkaç örnek daha:

  • Hubble Teleskobu’nda neden bir tıp doktoru görev almaktadır?
  • Bullock’un saçları neden uzayda serbestçe saçılmamaktadır? Bunun haricinde tüm sıfır yerçekimi kurallarına uyulmuş gözükmektedir.
  • Neden bir astronot, bir tıp doktoruna oksijensiz kalma durumunda tıbbi olarak neler olacağını izah etmektedir?
  • Dünya’nın yörüngesindeki neredeyse tüm uydular batıdan doğuya hareket ederler; fakat filmdeki neredeyse tüm uzay aracı kalıntıları doğudan batıya hareket etmektedir.
  • Yerden 370 kilometre yukarıdaki araçların iletişimi saçılan parçalardan ötürü bozulmuş gözüküyor, ancak iletişim uyduları bundan 100 kat yüksekten dönmektedir. 

Bu noktada filmin bilimsel danışmanına katılıyorum. Elbette hikaye uğruna birkça katı gerçek tersyüz edilebilir. Ama yola çıkışınız bilim çöplüğü içinde bir hayatta kalma mücedelesi ise geçerliliğini yitirir bu durum. Üstelik hikayeyi tersyüz edebilmeniz için bir hikayeniz olması gerekir.

“Yerçekimi/Gravity” izleyiciyle buluştuğu andan itibaren sinema tarihinin benzersiz uzay/bilim-kurgu/bilim filmleriyle kıyaslanıyor. Saçmalık! 

Yer yer heyecanlı, üç boyutlu izlendiğinde keyifli bu filmi, teknolojiye kakılarıyla anmak yeterli olacaktır.

Comments (1)

Eğer salonda, TV karşısında oturup izlediğimi hayal edersem, filmle ilgili yaptığınız eleştirilerin çoğuna katılıyorum. Ama bence “Yerçekimi”, sinemada 3D izlenmek üzere tasarlanmış bir yapım. Avatar’ın açtığı yolda, Hollywood’un yeni rotasının ete, kemiğe bürünmüş hali.. Avatar bir lunapark eğlencesiydi. Yerçekimi ise bir deneyim…

Hollywood meraklısı değilim. Filmdeki hatalı noktalar var gerçekten. Clooney'in düşme sahnesindeki tuhaflık beni de rahatsız etmişti. Ama filmin basit bir teknik gelişmeden fazlasını verdiğine inanıyorum.

Dediğiniz gibi güçlü bir senaryosu yok. Ve bence kasıtlı olarak kamaşık bir örgüden, zekice ayrıntılardan kaçınılmış. Fetih 1453 değil sonuçta.. 100 milyon dolar harcayınca, sadece previz için 2 sene çalışınca senaryoyu çok güçlü bir hale getirmek elinizde.

Bu filmin enteresanlığı, Hollywood sinamasının geleceğini yapılandırma anlamında önemli bir adım atmış olması.

"İzleyicinin filmin içinde hissedeceği, farklı duyuların, korkuların, hislerin deneyimleneceği bir sinema". Kahramanla empati kurma yoluyla değil, bizzat kendinizi filmin içinde, kahramanın yerinde hissedeceğiniz bir deneyim.

Hatta ana karakter öyle bir tasarlanmış ki kurtulmasının hiçbir anlamı yok. Hayatta yaşanacak en büyük acıyı yaşamış; yaşam amacı ve isteği geri planda kalmış. Yani izleyicinin özellikle empati kurması engelleniyor.

Bu deneyimi, 120 Hours'taki gibi empati kurmayı sağlayarak değil, izleyiciyi ana karakterin yerine oturtarak, bizzat uzaya götürerek yaşatıyor. Bunu da 3d teknolojisini doğru bir şekilde kullanarak, sizi sonsuzluğun o klostrofobik ortamına sokarak bence başarıyor.

Size sadece o anı yaşatmak istiyorum diyor Gravity.

Konvansiyonel bir senaryo eleştirisi, altmetin okumalarıyla İMAX olmayan bir yerde izlenirse bu film gerçekten tam bir çöplük. Ama Filmin rotten tomatoes, IMDB gibi yerlerde en iyi filmlerden biri haline getiren bu değil.
Belki buna sinema kuramında bir film bile denmez. Bu bir deneyim. Yeni dünyanın yeni deneyimi.. Filmi izlerken düzgün nefes alıp almadığımı kontrol etmiş olmam benim için bunun bir kanıtı.

3. boyut yıllardır film endüstrisinde kullanılıyor. "Yanımdan taş geçti, aslan üzerime atladı" diye izleniyor. Ama tıkanma noktasına gelmişti. Yerçekimi, sizi Avatar’ın tünelin ucunda gösterdiği ışığa götürüyor.

Hollywood'un geleceğini şekillendiriyor. İzleyiciye bir deneyim vaad ediyor. İzleyen birçok kişiye kendini uzayda o durumun içinde hissettiriyor. Asla yaşayamayacağınız bir durumu ve ruh halini size yaşatıyor.

Hollywood’un kimsenin yapamadığını yapmak ve insanı dayatılan sistemin sebep olduğu gündelik tüm dertlerinden arındırıp düşünceyi bambaşka, gerçeküstü bir yere kanalize etme çabaları son yıllarda tıkanmıştı. Kendini tekrar eder hale gelmiş, bayağılaşmıştı.

Yerçekimi, “Hollywood ölmez, dünya bölünmez” dedi. Bence 80’ler ve 90’larda moda olan sosyo-politik ve psikolojik Hollywood eleştirilerini yeniden canlandıracak yepyeni, nurtopu gibi bir akımımız oldu.

Saygilarımla,
Kuntay Alpman

Leave a comment