Zeynep Kaçar: Ortalama bir dünyada Kabuk’lar

“Sepetin dibinde unutulmuş bir patates gibiyim. Çürüyorum.”



Zeynep Kaçar‘ı uzun yıllar öncesinden tanırım.

Doksanlı yılların ortalarıydı. Kolektif bir üretimin içinde tanıştık. Boş sohbetlerin, zaman öldüren kahkahaların, popüler evren kurallarının işlediği bir ortam. İkimiz de gençtik. Para kazanmak için elimizden geleni yapıyorduk. O ortama uyum sağlayamayan “sakil” duruşumuzdan tanıdık birbirimizi. Bilen bilir; yabancı yabancıyı bakışından tanır.

Hiçbir zaman çok samimi olmadık. Zaten öyle ortamlar gerçek samimiyetlere izin vermez. Bizim de bunun için fazladan güç harcayacak isteğimiz yokmuş demek ki. En azından ben öyle hissetmiştim.

Yıllar sonra bir tiyatro yazarı olarak karşıma çıktı Zeynep. Şaşırmamıştım. Bir projesiyle ilgili olarak mailleştiğimizi hatırlıyorum. Yeterince ilgilenememiştim. Bu ilgisizliklere bahane üretmek kolaydır. O gün için bahanem neydi hatırlamıyorum. Ama tiyatro yazarı Zeynep Kaçar’la bırakın eski bir tanıdık olarak, bir tiyatrosever olarak bile yeterince ilgilenmedim.

O mahcubiyetle aldım Zeynep’in romanını elime. Kabuk, Ocak ayında Sel Yayıncılık etiketiyle çıktı. Önce ona sevindim. İrfan Sancı‘yla karşılıklı oturduklarını, şekersiz çaylarını yudumlarken kitabı konuştuklarını düşündüm. Sonra Gülay Tunç imzalı kapağa baktım; yüzsüz Matruşka bebekleri. Matruşka’lara olan sevgim gülümsetti.

Aile denilen sahtekar kurumda kadın olmak. Farklı kuşaklar ve farklı dünya algılarında. Erkeklerin kurduğu tiyatro dekorunda, belirleyici oyuncu olmanın cümlelerini aramak. Kırılan her sert kabuğun altında yumuşak bir iç olacağını hayal eden okura, yeni bir kabuk sunmak. Açılan Matruşka bebeğinin içinden çıkan, bir küçük boy bebeğin sert kabuğu misali. Bu zorlu içeriği, akışkan bir üslupla okurun damarına zerk edebilmek. Tiyatro yazarı olmanın getirdiği bütün anlatı becerilerini “göz sokmadan” işleyebilmek. Zaman-mekan ilişkisini, kuşaklar boyu süren bir anlatıya taşıyabilmek.

Ukalalık yapmayayım. Çünkü Burcu Arman, Cumhuriyet Kitap’ta benim yazabileceğimden çok daha iyi bir tanıtım/eleştiri yazısı kaleme almış. Dileyen bir tık öteye geçip okuyabilir.

Kabuk’u okumaya evde başlamıştım. Koltukta. Sonra uzandım. Sonra yine kalktım. Bir kafede devam ettim. Metroda bitirdim. Anlayacağınız, bedenim çeşitli şekillere girdi okurken. Ama zihnim, bedenimden çok daha fazla şekillendi. Bir yaşamdan diğerine akarken, bir kaptan diğerine aktı. Birleşik kaplar problemelerini sevmişimdir oldum olası…

Bu ilk romanı Zeynep Kaçar’ın. Yılın konuşulan romanlarından olacaktır. Ve daha da önemlisi, gerisi gelecektir.

Kendime düştüğüm bir not bu yazı: Gözünde yalnızlık ışığını gördüğün insanı kolay bırakma. Takipçisi ol. O ışık seni “bir yerlere” götürecektir mutlaka.

Zeynep’te o ışığı yıllar önce görmüştüm.

Leave a comment