Öğlen saatlerinde bir fil oturdu yüreğime. Ben “Kalk” dedikçe, o ağırlığını verdi. İyice yerleşti göğüs kafesime.
Filin koca kıçı, dünyayı görmemi engelledikçe kendime döndüm. Kendime döndükçe karanlık yollara saptım. Kayıplarımı düşündüm, hayatımdan gidenleri. Eski dostları düşündüm. Kimi artık bu dünyada değil, kimiyle görüşmüyoruz. Zaten kimi dostluklar “tek ucu boklu değnek”. Değneğin diğer ucundan kötü kokular yükselse de, dayanıyorsun, görmezden geliyorsun. Ama günün birinde, öyle bir şey oluyor ki, diğer ucu da tutman gerekiyor. Eğer gerçek bir dotluksa, eline bulaşan pisliği beraberce temizliyorsunuz. Değilse, her taraf boka bulanıyor.
Bütün bunları düşünürken, aylardır beklediğim geceye yaklaştı saatler.
Tuna Ötenel’i yıllar sonra sahnede göreceğimiz gece.
Şimdi diyebilirsiniz ki, “Kardeşim, belli ki konser yazısı yazacakmışsın, bize ne senin sıkıntı filinden?”
Dileyen bu yazıyı “Sıkıntı Fillerini Kovma Dersi” ya da “Dostluklar Neye Yarar” başlığıyla da okuyabilir. Anlaştık mı?
Koyuldum yola. Oldukça erken gittim Şişhane’ye. Yolda birkaç arkadaşla karşılaştım. Çay ısmarladılar. Fil çay sevmiyormuş, biraz uzaklaştı.
Sonra kadim dostlarımdan biriyle akşam yemeği yedim. Tertemiz değneğin bir ucundan o tuttu, bir ucundan ben. Sohbet ettik. Fil kıskandı sanırım, silkinip kalktı göğüs kafesimden.
Sonra İKSV Salon’un kapısının önünde yıllardır görmediklerimle karşılaştım. Herkes öyle heyecanlı, öyle mutlu ve öyle içtendi ki. “Çevremde bir fil görüyor musunuz?” diye sordum. “Seni seviyoruz,” dediler.
Ve konser başladı.
Emin Fındıkoğlu’nun sol el olduğu piyanosunun başında oturuyordu Tuna Ötenel. Artık kullanamadığı elinin yerini, 35 yıldır birlikte müzik yaptığı dostu almıştı. Sağ eliyle dolaştı siyah-beyaz tuşların üstünde. Şenova Ülker’in trompeti soloyu ona bıraktığında, kararlı ve özlem dolu tremolelerle girdi solosuna. Döktürdü.
Alkışı kim başlattı bilmiyorum. Ama her kimse “Tuna’nın dostlarından” biriydi. Her solodan sonra dakikalarca alkışladık. Hem ölümden dönmüş bir adamın caz sevgisini, hem müziği, hem de hâlâ birlikte olmanın güzelliğini alkışladık.
Berrin Ötenel “Çok zor günler geçirdik,” demişti bana. “Geçtim müzikten, her şeyi unutmuştu Tuna. Okumayı, yazmayı, konuşmayı ve hatta yemek yemeyi.” İşte böyle bir kuyudan, dostlarının sarılışı ve müzikle çıkmıştı Tuna Abi. Üstelik, müzikal birikimine bir de kornet çalmayı ekleyerek. Sol elini kullanamayacağını anlayınca, tek elle hakim olabileceği bir enstrüman bulmuş kendisine. Ve geçen yıllar içinde, kendi çabalarıyla kornet çalmayı öğrenmiş. “Artık sol elini kullanmayı tercih etmediği için, saksafon yerine kornet çalacak,” dedi Emin Fındıkoğlu. Hayat “tercihlerimizi” yönlendirse de, onunla mücadele edebileceğimiz gerçeği, daha kibar anlatılabilir mi?
Sahneye ağız mızıkasının efsane ismi Hasan Kocamaz çıktığında hepimiz nefesimizi tuttuk. 90 yaşında bir usta caz yapmaya gelmişti Salon’a. “Body and Soul” çalarken, solo sonrasındaki alkışı oturarak karşılamak istemedi. Sandalyesinin arkalığına tutunarak ayağa kalktı ve dinleyiciyi selamladı. Salon’un duvarlarına müziğin ötesinde bir şeyler sindi o anda.
Neşet Ruacan, İmer Demirer ve daha nice isim. Sahneden yıldızlar geçerken Berrin Abla’nın sözleri çınlıyordu kulağımda. “Dokuz yıldır bir gün bile müzik ve müzisyen dostları eksik olmadı evimizden. Dünyada her şeyden daha çok sevdiği cazla, cazcı dostlarıyla hayata sarıldı Tuna.”
Şöyle bir baktım dinleyenlere. Büylenmiş gibi sahnedeki benzersiz isimlere, havada uçuşan notalara ve dostluklarla ördükleri hayatlarına bakıyorlardı. Notalardan, kelimelerden, repliklerden oluşan bir dostluk değneğinin iki ucunu tutmuş, yarını bekliyorlardı.
Tümüyle vedalaştım o anda sıkıntı filimle. Yarını beklemekten daha güzel ne olabilirdi ki?
“Bu konser için iki yıldır çalışıyoruz,” dedi İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin Opçin. 2007 tarihli Konya Selçuk Üniversistesi konser kaydını dinledikleri ve Tuna Ötenel’e onur ödülü verdikleri günlerden beri, büyük ustayı bir kez daha sahnede görmenin hayalini kuruyorlarmış. Bu hayali Türkiye’de plağa basılan ilk caz albümü “Jazz Semai”nin 35.yılında gerçekleştirebilmenin mutluluğunu yaşıyordu. Pelin Opçin, Harun İzer ve bu sürece emek veren herkesi kucaklamak istedik.
Geceye dair anlatacak daha çok şey var. Dilerim önümüzdeki günlerde güzel yazılar okuruz. Müzik yazarlarının kaleminden o geceyi okumak bana da çok şey öğretecektir.
Ben, sahnede çocukluğumda tanıdığım bir adamı gördüm. Tuna Abi ve Berrin Abla’yla Ankara’da geçen günlerimi gördüm. Müzik sevgisinin ve dost sarılmasının neler başarabildiğini gördüm. Bir festivalin neredeyse on yıllık hayalini gerçekleştirebilmesinin mutluluğunu gördüm. Daha bir gün önce sevdiği bir insana veda etmiş gencecik bir insanın, derdini notalarla unutma çabasını gördüm. Ankara anılarında kaybolan insanlar gördüm. Yıllara meydan okuyan yetenekler gördüm. Bir sıkıntı filinin uzaklaşmasını gördüm.
Konserden sonra, tek başına Şişhane metro durağına yürürken çok kalabalıktım.
Artık yarını daha büyük bir kararlılıkla bekleyebilirim.