Ahlat Ağacı’nın Alkışı

“Ahlat Ağacı” hakkında çok değerli yazılar yazıldı. Çoğunu okudum, çoğu zihnimi açtı. Filme, bu kadar farklı ve zihin açıcı yazılar yazdırdığı için de teşekkür etmeliyiz.

Bu yazılar içinde, beğenisi tavanda olan da vardı, ortalarda olan da. Katılmadığı ya da beğenmediği bölümleri, nedenleriyle, tane tane anlatan da.

Bir düşünce değil de, bir durum üstünden yazılmış olduğu için manasız bulduğum yazılar da okudum.

Ben de, karınca kararınca, Arka Pencere Mecmua‘nın Haziran 2018 tarihli nüshası için bir yazı kaleme aldım.

Ama “Ahlat Ağacı” çerçevesinde, yaklaşık üç ay sonra Fil Uçuşu’nun başına oturma nedenim farklı. (Mart ayından beri yazmamışım buraya)

Filmi Cannes’daki ilk gösteriminde izleyen şanslılardan biriyim. O gala günü heyecanını ekiple birlikte yaşadım. Öncesinde Nuri Bilge Ceylan‘la, Ebru Ceylan‘la, Zeynep Atakan‘la ve filmin bütün oyuncu kadrosuyla sohbet ettik. Türkiye’den filmi izlemeye gelen sinemacılarla, dostlarla birlikte heyecanlandık. Salona girmek için kuyrukta bekledik. Film ekibinin kırmızı halı geçişini, salondaki perdeden izledik. Nuri Bilge Ceylan ve ekibin içeri girişini alkışlarla karşıladık. Duygulandık.

Sonra da kendimizi üç saatlik bir sinema şöleninin içine bıraktık.

Bu yazının yazılış amacı, tam da o üç saatin sonuyla ilgili. Hani kimilerinin konuştuğu şu “dakikalarca ayakta alkışlanmış” meselesiyle yani…

Hemen söyleyeyim; Cannes Film Festivali’inde bir gala filminin gösterim sonrasında ayakta alkışlanması şaşılacak bir şey değil. Neredeyse bütün filmler, doğal olarak ayakta alkışlanır. “Bu alkış meselesini büyütmeyin,” diyenlerin, kendilerince haklı olduğu nokta budur.

Bu yılın yarışma filmlerinde, kimsenin beğenmediği (hatta bazılarında  çokça izleyicinin salonu terk ettiği) galalarda bile, yönetmene ve ekibe saygı sonucunda alkış olmuştur. Doğaldır.

Yıllardır Nuri Bilge Ceylan filmlerini Cannes’daki galasında izleyen biri olarak, kendimce küçük bir oyunum var. Film bittiği anda “dakika tutmaya” başlıyorum. Bunu yapan tek kişi ben değilim. Örneğin bu yıl, yine salonda olan Emrah Kolukısa ve Viktor Apalaçi‘nin de dakika tuttuğunu biliyorum. Film sonrasında sürelerimizi karşılaştırdık. Kimimiz film biter bitmez başlatmış süreyi, kimimiz jenerik sonunda. Birbirimize farklı süreler bildirdik ama hepsi de 12 dakikanın üstündeydi. Dile kolay; 12-15 dakika arası kesilmeyen alkış.

Nuri Bilge Ceylan salonda kalmaya devam etseydi, bu süre uzardı. Ama kontrollü bir şekilde, festival direktörü Thierry Fremaux’nun ısrarına rağmen salondan ayrıldı Ceylan ve ekibi. Zaten, usta yönetmen alkış süresine takılan bir insan değil. Bunun “belirleyici” bir gösterge olmadığını hepimiz biliyoruz.

Ama işin bir de “duygu” yanı var.

İşte bu yazıyı yazıp, bu notu düşmenin nedeni de o “duygu”.

Alkışın dakikalar sürmesi, dünyanın en iyi filmi olduğu, herkesin taptığı, bileğinin bükülemeyeceği, ödüllere doymayacağı anlamına gelmiyor belki. Ama “o anda-orada-o ruh haliyle” yaşadığınız bir büyük coşku anlamına geliyor. Sevdiğiniz bir sanat eserinin, dünyanın dört yanından gelmiş insanlarca alkışlanmasının gururu anlamına geliyor. Yıllar süren emeklerine tanık olduğunuz dostların alkışlarla onurlandırılması anlamına geliyor.

Cannes’da bir galaya girmek, en az iki saat öncesinden hazırlıklar, beklemeler, kuyruklar, güvenlik kontrolleri demek. Bu süre boyunca, smokinler-gece elbiseleri var üstünüzde. Kimse hava atmak için giymiyor bunları, smokinsiz içeri girmek yasak. Bir başka yasak da salona su sokmak. Şöyle özetleyeyim; üç saatlik “Ahlat Ağacı”nı, beş saat o kıyafetin içinde ve susuz kalmış biri olarak izledim. (Bilen bilir, durmadan su içmeden yaşayamayanlardanım)

Aman yanlış anlaşılmasın; amacım bu durumu bir dert gibi sunmak, söylenmek değil. Dedim ya, o salonda olduğum için çok şanslı ve gururluyum. Aksini söylemek şımarıklık olur.

Sadece şunun için anlattım durumu. Tam yemek saatine denk gelen bir gösterim; açsınız. Su içemiyorsunuz. Rahat kıyafetler yok üstünüzde. Tuvalet ihtiyacınız var. Yaklaşık beş saattir bu haldesiniz. Bütün bunlara rağmen, izlediğiniz filmi dakikalarca ayakta alkışlıyorsunuz. Dünyanın dört bir yanından gelmiş film izleyicileriyle birlikte, alkışın hızı bir an kesilmeden el çırpmaya devam ediyorsunuz. Film sırasında da, alkışlar sırasında da bir kişinin bile çıkmadığı salonda bir “duygu” yaşıyorsunuz”.

“Alkışı büyütmemek lazım,” diyenlerin o “duygu”yu anlamasını istediğim için yazdım. “Üç saatlik film bitti diye mi alkışlamışlar?” diye şakayla karışık laf sokanların o “duygu”yu hissetmeleri için yazdım. “O anda-orada” olmanın gururunu paylaşmak için…

Bu yazıyı sadece o “duygu”yu anlatmak için yazdım. Kimilerine fazla romantik gelebilir, kimileri nesnel bir değerlendirmeden uzak bulabilir. Katılırım.

“O alkışlar, başarının/başarısızlığın ölçütü değildir,” diyenler olacaktır. Katılırım.

“Bize ne Cannes maceranızdan, hava mı atıyorsun?” diyenlere bile katılırım.

Ama bazen bir ân’ın, bir durumun, bir tanıklığın tarihe geçmesi iyidir. Onun için diyorum ki, “Ahlat Ağacı” Cannes’daki galasında dakikalarca ayakta alkışlandı.

“Ahlat Ağacı” şu anlattığım hikâyeden bağımsız değerlendirilmesi gereken bir başyapıt. Bir an önce izlemenizi tavsiye ederim. Sonrasında da hakkında çıkan yazıları okuyun mutlaka.

Nuri Bilge Ceylan ve filme emek veren herkes, alkışını dünyadan aldı-alacak.

Ben de bu yazının sonunda, “Ahlat Ağacı” hakkındaki zihin açıcı yazıları kaleme alan herkesi ayakta alkışlıyorum.

Not: Yazının sonuna galadan yaklaşık yarım saat önce çekilmiş şu fotoğrafı da ekleyivereyim. “Orada” olmanın gururuyla…

Comments (2)

“Cannes’da gala da izlemiş şanslılardanım. ” Kıskançlıktan yazının tamamını okuyamadım. 🙂

Çok lokal, çok bu topraklara ait bir konuyu hemen altındaki insan ve duygular üzerinden evrensel bir dile aktaran ve bunu çok yalın, çok derin ve incelikle anlatan bir film. Ben 15 dakika ayakta alkışlanmasını da ödül alamamasını da çok iyi anlayabiliyorum.
Ve Orada olmak……
Müthiş olmalı.

Leave a comment