Artık herkes Sakallı Bebek

1977. On bir
yaşındayım. Daha o yaşta seslendirmede beş-altı yılı geride bırakmış
durumdayım. Okul çıkışı zamanlarım, TRT’nin Kavaklıdere’deki binasının zemin
katında geçiyor. Hafta sonları da Radyoevi’nde…
Ortada tek
kanal ve sınırlı saatte yayın olunca seslendirilecek film sayısı da ona göre
tabii. Eh, o kadar az filmde, yaşıma-sesime uygun bir rolün bana düşme
olasılığı daha da az. Hele bir de başrol… Kim kaybetmiş de ben bulayım?
Bir gün
“aile tipi bir kovboy filminde” başrolü kapıyorum. Ahlaklı ailesine
Vahşi Batı’da bir gelecek kuramaya çalışan baba, fedakar anne ve meraklı
çocuklar. Bilirsiniz o filmleri…
Önceden
seslendirme yönetmeni kontrolünde prova yapılırdı eskiden.  Tekstimin üstüne es işaretleri koyarak,
tonlamazlar için kırmızı kalemle çizerek yapıyorum provamı. Aynı dakikalarda,
başkalarının da testin üstünde kırmızı kalem oynattığını bilmeden.
Kayıt sabahı
öğreniyoruz filmin “Denetleme Kurulu”ndan geçmediğini. Filmler
çeviriden sonra denetlemeye giriyor o yıllarda. Şaban Karataş’ın Genel Müdür
olduğu yıllar. Denetleme Kurulu’nun hassasiyetleri belli. Filmi izlemeden,
görüntülere bakmadan masalarına gelen tekst üstünde yapıyorlar
değerlendirmelerini. Beğenmedikleri kelimeye basıyorlar kırmızı kalemi. Tekst
çok kırmızıya boyanırsa da, basıyorlar “Yayınlanamaz” damgasını.
Bizim üçüncü
sınıf aile filmi de yemiş damgayı. Sayın Denetçi, başlamış okumaya. Bakmış iki
laftan biri “Kızılderili”. Kızılderili aşağı, Kızılderili yukarı.
Kızılderililer saldırıyor, Kızılderililer öldürülüyor. Anlayacağınız denetçinin
kırmızı kalemleri tükenmiş, bu Kızılderililer tükenmemiş.
Yayınlanamaz
raporunun gerekçesi: Filmin Kızıldere olaylarını gündeme getirmeye çalışması.
Denetçimiz ya
doğru düzgün okuma yazma bilmiyor ya da Kızılderili ile Kızıldereli’yi
karıştırıyor. Kelimeyi yanlış biliyor olması da muhtemel. Ya da bizim
bilmediğimiz başka bir tarihsel okuma var kafasında. Denetçi bu, her şey
olabilir.
Sonunda
Kızılderili kelimesi, Mahir Çayan ve arkadaşlarının vurulmasıyla biten
Kızıldere baskınını çağrıştırdığı için başrolü kaptığım kovboy filmi
yayınlanamıyor. Cahil denetçi, rolümün başını yiyor.
Murat Toklucu‘nun İletişim Yayınları’ndan çıkan benzersiz çalışması
“Nurcihan’ın Çamaşırları ve Diğer
Meseleler”
kitabını okurken hatırladım bu olayı. Toklucu, hem o
yılların hem de sonrasında Tunca Toskay’ın müdürlüğünde yaşanan “yasaklı
kelimeler” döneminin harika bir fotoğrafını çekmiş kitabında. Toklucu’nun
arşiv bilgisi ile hayat bilgisini beraber servis eden kitabında o TRT
yılarından çok daha fazlası var.
Murat Toklucu,
2014’te yine İletişim Yayınları’nın özenli baskısıyla çıkan “Türk Erkeği ve Diğer Mucizeler”
kitabında da biz okurları, gazete kupürleri ve haber takibi yeteneğiyle
‘Zihinler Altında 20.000 Fersah’ bir yolculuğa çıkarmıştı. Bu kitapta da benzer
bir yolculuk yaşatıyor.
Asparagas
deyişinin kökeninden Profumo skandalının Türkiye’deki yansımalarına, Osman
Bölükbaşı tarzı siyasetten bekarlık vergisine, komünist avına çıkan okul
müdürlerinden Lüks Nermin’in uluslararası seks hizmetlerine, çıplaklar
kampından ayı oynatıcılarına, Berber Nuh’tan Nurcihan’ın çamaşırlarıyla
komünizm propagandası yapan Homongolos’a… Hem kültürel tarihimizi hem medya
tarihimizi döküyor ortaya Murat Toklucu. Anlattığı olayın önüne geçmeyen, bıyık
altından gülmeyi ihmal etmeyen, yorumunu sakince cümle aralarına gizleyen mahir
bir anlatımla sayfaların arasında koşturuyor okurunu.
Kitabın nefis
bölümlerinden biri de, benim yaş kuşağımda olanların gün be gün takip ettikleri
bir olay: Sakallı Bebek. Öğrenciydim o yıllarda. Sakallı Bebek, günlük dilimize
hızlıca girmişti. Bizi ilgilendiren Tan gazetesinin uydurma kıyamet habercisi
bebek değildi, o akıl almaz animasyondu. O ‘garabet’i çizenin gazetenin ressamı
Remzi Taşkıran olduğunu öğreten da, Murat Toklucu’nun kitabı oldu.
Artık
‘kıyamet’ kurgusu yapmak için Taşkıran’ın akıl almaz çizimlerine ihtiyacımız
yok. Gazetelerde gördüğümüz fotoğraflarda, okuduğumuz haberlerde her gün bir
kez daha yaşıyoruz kıyamet duygusunu. Kesilen kafalar, defalarca bıçaklanan
kadınlar, sahile vurmuş mülteci bebekleri, tutuklanan gazeteciler… Hangi
duyguyla okuyorsunuz gazetenizi?
Artık
‘kıyamet’ içimizde yaşıyor. Hepimiz birer ‘Sakallı Bebek’ olduk.
Lafı
dolandırmadan söyleyeyim. Hemen bir kitapçıya gidip Murat Toklucu‘nun “Nurcihan’ın
Çamaşırları ve Diğer Meseleler”
kitabını alın. Pişman olmayacaksınız.
Kendi kıyametinizi yaşarken, dünyanın çıkmış çivisine bakmaya cesaretiniz varsa
tabii.

bir yorum bırakın