Asghar Farhadi : Semboller ve İşaretler Dünyasında Bir Büyük Sinemacı

Asghar Farhadi Antalya Film Forumu kapsamında Antalya’daydı.
Alin Taşçıyan’ın moderatörlüğünde gerçekleşen Ustalık Sınıfı
oturumunda Ali Faurkhonde ardıl çeviri yaptı. 
Sözü hemen Farhadi’ye bırakıyorum…
Asghar Farhadi, Antalya Film Forum Direktörü Zeynep Atakan ile birlikte…
Antalya 2016
Fotoğraf: AFF 2106 Arşivi
Burada olan herkese selamlarımı iletiyorum. Bu şehirde
olduğum için çok mutluyum.
Burada kişisel deneyimlerimi paylaşacağım. Bana göre her
sinemacının kendi kendisini bulması gerekir. Her sinemacının kendi yolu vardır.
Sinema türüm hakkında konuşmak istiyorum. Benim bazı
filmlerimde sizi cezbeden bazı şeyler vardı ki, sizi burada ağırlıyoruz.
Filmlerimdeki gerçeklik sizi cezbediyor olabilir.  Bazılarınıza drama ve hikaye ilgi çekici
gelmiş olabilir. Örneğin Hitchcock filmleri sağlam bir drama üzerine kurulur.
Ya da çok gerçekçi olup, belgesel yaklaşan filmler ilginizi çekiyordur;
Kiarostami filmleri gibi.
Benim için en çekici taraf şu: Ben drama üzerine anlatılan
filmleri izlediğim zamanlar, o karakterlerin gündelik hayatlarını merak etmeye
başlarım. Tam tersine çok gerçekçi, belgesele yaklaşan filmleri izlediğimde de
onların bir dramı olsun isterim. Yani ikisini birlikte görmek isterim. Aslında
ben filmlerimde bu ikisini birleştirmeye çalıştım.
Gerçeklik nedir? Acaba bizim gündelik hayatımız mı? Gündelik
hayat çekici mi? Bir sürü tekrardan oluşuyor bence hayat. Peki öyleyse biz
neden gerçekliğe bu kadar önem veriyoruz. Size bir örnek vereyim, gerçekliğin
ne kadar katmanlı olduğuna dair. Bir arkadaşınızla çay içmeye gidiyorsunuz. O
daha erken gitmiş, siz gecikmişsiniz. Geldiğinizde, size yola çıkmaktan, başka
yerlere gitmekten bahsediyor. Gündelik konuşmalar geçiyor aranızda. Bunlar
bizim gündelik hayatlarımızın gerçekleri, sinemaya dönüşecek bir sahne değil
gibi. Ama bir sonraki gün o arkadaşınızın öldüğünü düşünün. İşte o zaman, siz
arkadaşınızın bir gün önce hep yolculuktan bahsettiğini söylersiniz. Bütün algı
değişir. İşte bu gerçekliktir. Gerçeklikte bir sürü böyle işaret var ve biz
onların önemi olmadığını düşünüyoruz. Ben bunları önemsiyorum.
Karakterlerimi öyle bir duruma getiriyorum ki, şimdiye ve
düne bakmak istiyorum. Bütün değersiz gelen işaretlerin arasında bir anlam
arıyor karakterlerim.
Şimdi iki kelimenin manası üstüne konuşalım:
Sembol: Arkasında bir anlam vardır. Örneğin beyaz güvercin
farklı kültürlerde “özgürlük” anlamını taşır. Semboller hep sözleşme temelinde
kurulmuştur. Farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıyabilir. Sarı rengi benim
kültürümde “şüphe” anlamına gelir. Taziye adındaki oyunumuzda şüphe içindeki
karakterler hep sarı rengi giyer. Benim filmlerimde de inşaların evlerinin
içinde sarı çok vardır. Ama bu rengin Çin’de bambaşka bir anlamı vardır.
Sembollerle anlatmak sansürden doğmuştur. Ama bugün başka bir konu var: İşaret.
İşaret: Filmin içinde bir işaret gördüğümüzde gerçeklikten
kopuk değildir aslında. Ama filmin bütününde yan yana koyduğumuzda bir
bütün-anlam teşkil eder. Önrğin şehirdeki işaretlerden biri bizi bir yere
götürmüyor. Şehir işaretlerinin bütününe bakarak yolumuzu buluyoruz.
Yani gerçekliği e, birden çok işaret bir araya gelerek
buluşturuyor. Buluştuğunuz arkadaşınızın sözleri bir işaret hissi vermeyebilir.
Ama bir gün sonra öldüğünü öğrendiğinizde, bir gün önce yaşanan bütün
konuşmaları ölüme işaret olarak okuyacaksınızdır. Ben de filmlerimde böyle bir
bütüne bakıyorum. Senaryolarımı yazarken de, bütün bu işaretlerin uyumuna önem
verdim.
Örneğin son filmim “Satıcı”nın başında bir binanın
yıkıldığını görürsünüz. Bu tek başına bir şey işaret etmiyor. Ama filmin tümüne
baktığımızda, o binanın parçalanmış olması, filmdeki bütün ilişkilerin
parçalanmasını çok iyi ifade ediyor.
Bazıları benim, bu işaretleri filmlerime sonradan soktuğumu
söylüyor. Senaryoyu ilk yazdığımda işaretleri yerleştirmiyorum. Yazdığım
senaryoya önce sadece gerçeklik içinde bakıyorum. Ama sonra, senaryonun içinde
bu gerçeklikleri birbirine bağlayacak işaretleri yerleştiriyorum sonra.
Bu işaretleri koyarken, bu filmlerimin kimler tarafından
izleneceğini hiç düşünmüyorum. O işaretlerle kendim için bir dünya kuruyorum.
Bir eve geliyorsunuz. Kapı kilitli. Dönmüyor.
Bilinçaltınızda bir şeylerin iyi gitmediğine dair. İşaretler oluşuyor. Evin
bahçe duvarı kırık. Giderek tedirgin oluyoruz. Ondan sonraki işarette iki çocuk
aileden uzaklaşıp deniz kenarına gidiyor. İyice tedirgin oluyoruz. Çocuklar
evin içine girdiğinde her şeyin kırılmış olduğunu görüyoruz. Tedirginliğimiz
artınca, kısa sürede kötü bir şey olacağını biliriz.
Örneğin biri rüyasında dişlerinin düştüğünü görüyor. Bizim
kültürümüzde bu ölüm anlamına gelir. Filmde o ölüm kısa süre içinde
gerçekleşecektir.
Bu örnekleri hep işaretlerin benim için önemini anlatmak
amacıyla veriyorum.
Son filmimde bir sahne var: Dolmuştaki kadın yanındaki
kişiden biraz toparlanmasını istiyor. O kişi utanıyor. Ama burada anladığımızdan-gördüğümüzden
değil hissimizden bahsediyorum. Hemen ardından gelen tiyatro sahnesinde
aşağılanan bir kadın oyuncu kendini kötü hissediyor. Bu işaretler öyle bir yere
gidiyor ki, bir gece ansınız biri bunların evine giriyor. Bütün bu hisler,
filmin baş karakterine kadar uzanıyor. Bu duygu sürekliliği film boyunca devam
ediyor.
Bir filmi yaparken, seyircinin yönetmenle aynı işaret
yorumlamasına ulaşmasını beklemememiz gerekiyor. Her seyirci farklı bir yoruma
ulaşabilmeli.
Günümüzün sinema seyircisi, yönetmenle “göz seviyesinde” bir
ilişki kuruyor. Zaten günümüzün yönetmeni, sinemanın başlangıç yıllarının
tersine “ders vermek” amacıyla film yapmıyor.
Farklı izleyiciler farklı yerlerden izlemek isteyebilir.
Kimi sosyolojik, kimi siyasal, kimi ahlakçı. Bu seyirciye kalmış bir şey. Bu
dediklerim korkutucu olabilir. Biz bir yönetmen olarak bütün bu perspektifleri
mi bilmeliyiz yani? Hayır. Biz sadece hayatı bilmeliyiz. Çünkü bütün bunların
doğuş yeri hayat.
Bazen bir seyirci benim filmimle ilgili, benim hiç
düşünmediğim bir konuda yorum yapabilir. Benim düşünmediğim bir sonuca ulaşmış
olabilir.
Bir film bize ne yapar? Bizi üzer ya da sevindirir. Ya da
ikisini birlikte yapar. Eğer film bununla kalırsa, filmi unutacağız demektir.
Eğer sevinç ya da üzüntü düşünceye dönüşürse o film kalıcı olabilir.
Filmin sonunda sizi düşünmeye iten bir soru işareti
olmalıdır.
Günümüzde filmler farklı ortamlarda seyrediliyor. Benim
isteğim sinema perdesinde ve toplu bir şekilde izlenmesidir. Sinemada izleyip
bir arkadaşıma önerdiğim filmi, arkadaşım DVD ile izlediyse aynı enerjiyi
almamış olur. İzleme dinamiklerimiz farklıdır. Sinemada izlemek bir toplu ayin
gibidir. MA teknolojik değişimin önüne geçemeyiz. Bu değişim perdelerin ve
sinemaların daha da küçülmesine neden olur.
Umarım biz yaşadıkça sinemalar kalır. Biz öldükten sonrasını
bilemeyiz.
Tiyatroyla tanıştıktan sonra edebiyata ve şiirle olan ilgim
arttı. Bu konuda çok güçlü bir kültürün içinde geliyorum.
Bir yönetmen kendi ülkesinde yaptığı filmleri bütün kalbiyle
yapar. Ama başka bir ülkede film yapmaya başladığında zeka da giriyor devreye.
Başka kültürlerde film yapmanın farkıdır bu. Bazı izleyiciler daha çok duygu
ister ama bazılar da mantığı arar daha çok. Ben her iki seyirci kitlesini de
gördüm ve yaşadım. Peki ben neden başka ülkelerde film yapıyorum. Daha global
olmak için değil. Aslında global olmak için daha yerel olmak lazım. Ben sadece
yeni tecrübeler olsun diye yapıyorum. Risk almak istiyorum.
“Bir Ayrılık” başarılı oldu ve konuşuluyordu. Sürekli
seyahat halindeydim. Ve otel odalarında “Geçmiş” filminin senaryosunu
yazıyordum. Bu filmle risk almak istiyordum. Ama hiçbir zaman hayatımda
Fransa’da film yapacağımı düşünmüyordum. Bir akşam Tahran’da bir arkadaşımın
evinde gittim. Bana Kanada’ya gittiğini söyledi. On beş sene önce ayrıldığım
kadından resmen boşanmak için gidiyorum dedi. Ve Kanada dönüşü o kadınla iki
hafta aynı evde yaşadığını söyledi. Ben de bu konudan kopamadım. Bu süre
boyunca hep geçmişle ilgili konuşacaklarını düşündüm.
Bir filmimin sonunu nasıl bulurum? Bazıları filmlerimin açık
bir sonu olduğunu düşünür. Önceleri bu yorumu sevmiyordum. Benim filmlerimin
iki başlangıcı ve bir sonu vardır. Son denilen şey, insanların kaderlerinin
değişmesidir. İki başlangıç nedir? Biri filmin ilk dakikalarında gördüğümüz
başlangıç. Diğeri de filmin sonunda gördüğümüz başlangıç. Bu açık bir son
değildir. Filmin yeniden zihninizde başladığı andır.
Hikaye ipten bir askıdır. Bu ipin bir ucu bir duvara, diğer
ucu öbür duvara asılır. Ve üstüne elbiseler asarız. Bir son bağlamazsak
elbiseler asılamaz, düşer. Hikayenizi yazarken her zaman bir son bulundurun
aklınızda. Belki bu gerçekten kullanacağınız son değildir. Belki
değiştireceksiniz ama kalemi her elinize aldığınızda bu sonu düşünün. Son
olmadan bir senaryo yazamayız.
Yazmak isteyenlere bir önerim var. Anlatmak istediğiniz
hikayeyi çevrenizdekilere üç satıda anlatabilin. Ve bu üç satırda
başlangıç-orta ve son olsun. Başlayıp da sonu ne olacak bilmiyorum,
diyemezsiniz.
Filmlerimde
olaylara/ durumlara ve karakterlere anlatıcı mesafesiyle yaklaşırım. Mezar
taşıma bir şey yazılacaksa karakterlerime mesafe konusunda yazılmalı. Bu
mesafeyi hiç kaybetmedim. Peki nasıl? Herke iyi değildir. Ben bütün
karakterlerime zaman veriyorum ve onların kendilerini müdafaa etmelerine alan
tanıyorum. Bütün film boyunca yanlış davranmış bir karakterim olabilir. Ama
yönetmen olarak ona zaman vermeniz gerekir. Bütün karakterlere eşit fırsat
vermelisiniz. Benim eşit mesafe dediğim şey o fırsattır. Karakterlerimiz,
onlarla empati kuracak kadar zaman tanımalıyız.
Benim yapmış olduğum bütün filmlerde bütün karakterlerimle
empati kurulur. Bu benim yasam.
Eğer siz karakterleri iyi ve kötü diye ayırırsanız
seyircinin zihnine güvenmemiş olur ve onlara güvenmemiş olursunuz. Yönetmen
olarak seyirciyi sınırlamazsanız, iyiyle kötü arasındaki savaştan ziyade bir
nokta yaratırsınız. İyiyle iyi arasındaki savaşı kim kazanacak der seyirci.
Örneğin “Bir Ayrılık”ın başlangıcında kamera yargıcın
yerinde oturur. Seyricinin oturduğu yerdir orası.
Kadın ve erkek hakkında neler düşünüyorum? Niçin dünyayı
kadın ya da erkek açısından görelim. Bizim kültürümüzde böyle olması
gerekirken, bana Batı’da daha çok gelir bu sorular. Ben yazarken kadın ya da
erkek diye düşünmem; yazdığımı insan olarak görürüm. İnsanları kadın ya da
erkek olarak ayırmanın bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Ben karakterlerimi
birbirlerinden cinsiyet temelli ayırmam. Evet, kadın ve erkeğe ait farklılıklar
vardır. Benim filmlerimdeki kadınlar daha ileri bakar. Erkekler ise daha çok
geçmişte olan bitenle ilgilenir. Bunun nedenini şöyle buldum. Kadınlar doğurgan
oldukları için daha çok geleceğe bakıyor. Erkekler ise daha çok çalıştıkları
toprağa, yere ve geçmişe bakıyor.
Bence Ingmar Bergman nedir? Beni çok etkilemiş bir yönetmen.
Beni hayrete düşürebiliyor her seferinde, bu kadar katmanlı karakter
inceleyebilmesi benzersiz. Bergman’ın “Utanç” filmini izlediğimde,
yazdıklarımın ona ne kadar yakın olduğunu hissetmişimdir. Ben de bu filme
saygımdan bir filmimde karakterlerimden birinin odasına bu filmin posterini
astım. Bergman’ın yerinin doldurulamayacağını düşünüyorum.
“Bir Ayrılık” filmindeki küçük kız benim kızım. Şimdi büyüdü
ve benim en büyük eleştirmenim. Kızım en sevdiği filmimin “Geçmiş” olduğunu
söylüyor. Bu övgü, bu filmi çektiğim için mutlu olmama yeter.
Hareketli kameranın hayatımızdaki karşılığı önemli. Savaşları izlemeye başlamamızla, hareketli kameranın gerçekliğine inanmaya başladık. Savaşlar ve savaşları anlatan belgeseller. Kamera ne zaman titrese, onun gerçek olduğuna inanıyoruz. Oysa gerçeklikte gözümüz daha çok “dolly” hareketi gibi bir görüntü sunuyor bize.
Batı sanatında sanatçı kendini göstermeye çalışır. Doğu sanatında ise sanatçı kaybolmaya çalışır. Batı sanatındaki bir eseri değerlendirirken, imzadan ayrı düşünemezsiniz. Doğu’da böyle değildir. Sanatçı aradan çıkar.
Tiyatro geçmişimden dolayı provayla çalışmaya çok alışkanım. Ama her oyuncunun farklı bir prova anlayışı vardır. Bazıları çok duygusal, bazıları çok mantık çerçevesinde davranır. Ben oyuncularla işimi çekimden önce bitiririm. 

Not: Bu yazı, söyleşi sırasında aldığım notlardan oluşuyor. Sunumun büyük bir kısmı yazıya döküldü. Sadece soru-cevap bölümünü daha kısa okuyacaksınız. Yazım hataları varsa, kusura bakmayın. Yazım hatalarından kaynaklanan anlam hataları da benim suçumdur. Çünkü Farhadi anlam boşluğu bırakmayacak bir konuşma yaptı. Ustalık Sınıfı sunumu iki saatten uzun sürdü. Salon ve balkon tümüyle doluydu. Soru-cevap bölümünde uluslararası konuklar (doğudan ve batıdan) uzmanlık soruları sordular. Kadraj tercihlerinden, kamera kullanımına kadar…
Gazeteci arkadaşlara özel bir not… Deşifre ile uğraşmadan, bu yazıyı istediğiniz gibi alıp kullanabilirsiniz. Kaynak gösterip göstermemek size, vicdanınıza kalmış. Ama bu Ustalık Sınıfı’nın AFF kapsamında yapıldığını belirtirseniz hoş olur. 

Yorumlar (5)

Le Passê filminde senaryoyu hep merak etmişimdir. Soruma cevap buldum 🙂

“Geçmiş” filminin senaryosunu yazıyordum. Bu filmle risk almak istiyordum. Ama hiçbir zaman hayatımda Fransa’da film yapacağımı düşünmüyordum. Bir akşam Tahran’da bir arkadaşımın evinde gittim. Bana Kanada’ya gittiğini söyledi. On beş sene önce ayrıldığım kadından resmen boşanmak için gidiyorum dedi. Ve Kanada dönüşü o kadınla iki hafta aynı evde yaşadığını söyledi. Ben de bu konudan kopamadım. Bu süre boyunca hep geçmişle ilgili konuşacaklarını düşündüm.

sevgili yekta, çok çok teşekkürler. bu notlar sinemaseverler için çok değerli. farhadi'nin sinemasına dair ipuçlarıyla dolu. festival bünyesinde bir çok değerli sinemacı ülkemize geliyor. isterdim ki sinema yazarlarımız hepsiyle dolu dolu röportajlar yapasın, biz de okuyalım. umarım yapılmıştır. şimdilik bu notlar bile ziyadesiyle doyurucu oldu. tekrar teşekkür ederim.

bir yorum bırakın