“Bendeniz Karga Zarif!”

Murat Yalçın, çoğaltmalara değil azaltmalara değer veren bir yazar. Kalabalığın gürültüsünü fona çekip, bireyin sesini metninin merkezine oturtuyor. Bunu yaparken, klişe tabiriyle mercek altına yatırmıyor o sesi; ya da bir mikroskop incelemesi için lam ile lamelin arasına sıkıştırmıyor. Olabildiğince serbest bırakıyor. Anlatısını sesi özgürleştirerek salıyor gökyüzüne. Dilin içinde ilerletiyor düşüncesini; dilsel özeninin çizdiği rotayla buluyor zihin labirentinden çıkış yolunu. Hoş, o labirentten çıkmak –ve kendisiyle birlikte okurun çıkmasını sağlamak- gibi bir derdi de yok. Yeni öykü kitabı Karga Zarif de işte böylesi bir labirent yolculuğuna davet ediyor okuru.

Bu kez insanın muğlak alanlarına daldırmış kaleminin ucunu Yalçın. Kahkahanın ve gözyaşının birbirine karıştığı bir nehirde yüzdürüyor okurunu. Has edebiyatın gürüldeyen nehrinde kulaç atmaya üşenen okur, suyun debisine kapılıp kendisini bir şelalenin dibinde bulabilir. Ama üşenmeyip, zihnini Murat Yalçın’ın dilden oluşturduğu doğanın varlığına bırakan okur, o nehrin bedenini ve ruhunu nasıl da yıkadığının tanığı olacak. Örneğin “Kanunun Solist Olduğu Gece” öyküsünde, Harputlu dolmuşçunun salyalı ağzının, ömrünün hem şarkısı hem törpüsü olan karısı Şadiye tarafından kıç temizlercesine temizlendiği bir sakata dönüşmesinin cümlelerinde, duracak dünya. Zaten ne diyor Harputlu Rampacı: “Dünya dediğim, artık dönmesi durmuş bir oyuncak. Geçmişin hatrına duruyor, dönmese de.” Daha bu ilk öyküden, bu kitabında farklı bir alanın içine davet ediyor bizi yazar. Hafif Metro Günleri, İma Kılavuzu ya da Şen Saat’in dünyalarıyla kol kola yürüyen Karga Zarif, yaşamın anlamından çok anlamsızlığını sorgulayan/sergileyen duruşuyla, etkisini ilk sayfalarda hissettiriyor. Kimi zaman çevreden merkeze (örneğin “Jorjet ile Jarse” öyküsünde), kimi zaman merkezden çevreye yürüyor (örneğin “Bana Hikâye Anlatma Ya Da Çıkmamış Cana Son El Ateş” öyküsünde). Bu yürüyüş sırasında bir kurmacanın içinde olduğumuzu, okurluğun da yazma eyleminin bir parçası olduğunu hiç unutturmuyor Yalçın. “Mirem” öyküsünde olduğu gibi, noktalama işaretlerini zihin denizinde kaydırıp yokluğa savuracak kadar özgür, italiklerle üst-anlatıyı ya da içsesi dillendirecek kadar paylaşımcı davranıyor. Kaleminin ucunu bir an olsun köreltmiyor: “Hani, nasıl demeli, vezir olmaya giden piyon kararlılığıyla koyuldun yazmaya.”

Zamanı sağından solundan çekiştirip, öykünün kalıbına göre esnetmeyi ya da daraltmayı iyi bilen bir öykücü Murat Yalçın. Karakterlerini dilin ve imlâ ile ima’nın bütün olanaklarını kullanarak yaratıyor. Öyküsünü yazarken sadece ve sadece algının bütün kapılarını açık bırakıyor; bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Oluşan cereyandan çarpan kapılara, üşüyüp titreyenlere aldırmıyor. Böylece hem metnini, hem de okurunu genelgeçer bir edebiyatın öznesi olmaktan uzak tutuyor. Çehov’un ünlü “duvarda asılı tüfeğini”, hem bugüne hem bu coğrafyaya hem de yazma eyleminin bir parçası haline getirirken, ustalıklı okuruyla birlikte şu cümleyi sarf edeceği zamanı/sayfayı bekliyor: “Güle güle geber cancağzım, güle güle…”

Gelelim okuru bir rüyaya davet eden “Habnâme-i Karga Zarif (Bir Düş Etkinliği)” öyküsüne. Yazarın, yazma eylemini ve bu eylemin kaynaklarından bir olan rüyaları sayfalara yaydığı metinleri özellikle severim. Hele de, yazar böylesi bir metinde “olay yeri incelemesi yapan uzman” edasında kalem sallıyorsa. Bir rüyanın hak ettiği kalabalık içinde Borges’den Pessoa’ya, Tomris Uyar’dan Edip Cansever’e, Orhan Pamuk’tan İlhan İrem’e kimler yok ki. Ama rüya karakterlerinin rol dağılımında aslan payı Doğan Hızlan’a düşmüş. Kitabı bitireyaza karşımıza çıkan bu öyküde, Doğan Hızlan’ın “uğurmumlu, uğurdündarlı, uğur böcekli pastanın” mumlarını üfleyip, “Muratçım, bundan böyle kitap ‘üstüne’ yazmak yerine ‘altına’ yazmak diyeceğim; ‘üstüne’ dediğimizde kitap altta kalıyor, sözlerimiz kitaptan önemliymiş de onları kitabın üzerine kolayca boca edebilirmişiz…” dediği bölümü yüksek selse gülerek okuduğumu itiraf etmeliyim.

Murat Yalçın edebiyatını takip edenler “Karga Zarif” ile buluşmakta geç kalmayacaktır. Yeni tanışacakların da bu has edebiyat yolculuğuna bir an önce çıkmasını tavsiye ederim. Son söz kitabın: “Biz istediğimiz kadar tedbirlerle dolduralım kâğıdımızı, arka yüzü takdirlerle dolar: Hayat arkalı önlü okuyor her birimizin kâğıdını. Bu böyle, kim ne derse desin.”

Fotoğraf: Muhsin Akgün

Comments (5)

Yekta Bey,kitabı yorumlayışınızdan okunası bir kitap olduğu anlaşılıyor.Boşa yazmazsınız siz.
Yazarı okumamışlardanım.Bir şekilde duyup ve daha sonra alırım diye not aldığım küçük bir not defterim var.Yazarın adını yazmak için açtığımda daha önce yazmış olduğumu gördüm.Ehhh artık alınıp okunma zamanı geldi demektir.
Alınacak ve okunacak…
Teşekkürler.

Etkileyici bir yazıydı benim için. Teşekkür ederim.

can yayınları çok güzel kitap çevirilerine imza atıyor gerçekten tabi sizin kitapları öne çıkarışınız daha da takdire şayan bir durum …
teşekkürler yekta bey …

her kitap okunmayı bekler ama güzel olması yetmez iklimler cannes film festivalinde ödül aldı 17 bin kişi izlemişti, sonuçta sizin gibi destek olan aydınlar olmalı ki kitap okunsun satılsın külütrlü bir toplum oluşsun, emeğinize sağlık …

yekta bey kitabı o kadar güzel bir sunum içinde önüme serdiniz ki gerçekten bu kitabı okumamak kayıp olur düşüncesine bile kapılamayıp bu kitabı kesin okumalıyım düşüncesine esir oldum 🙂 ayrıca ben biraz kitaptaki öyküleri anlatışınızdan peyami safa gibi alıp götüren geri getirmek yerine koluna takıp seni kendi dünyasında gezdiren bir kitap hissine kapıldım , çok teşekkürler paylaşımj için …

Leave a comment