Genel

31 Oca: “… i\u00e7in!”

Önce adını yazmak geldi içimden. Seslerin, sözlerin dünyasında yolumu kaybettiğim gecelerden birinde, seninle üstüne uzun uzun konuştuğumuz bir yazının başına oturmuştum. Giriş cümlesi, karakterlerin yapıları, kurgu, altmetinler kafamdaydı. Önce kendime güzel bir yemek hazırladım. Gülme lütfen, patates kızartması da pekâlâ güzel bir yemek olabilir. Ev kızartma kokmasın diye pencereyi açtım, soğuk rüzgarların canımı yakmasına izin verdim. Patatesleri bir torbaya koyup, çöpe attım. Sonra, kahve yaptım. Bütün bunları yaparken elimden geldiğince ağır davranıyordum. Yazacaklarımı içselleştirmek sonra da kendimden çıkıp bütün o…

calisto

30 Oca: Odell Deefus’u tanıdık ama Torsten Krol da kim oluyor?

Callisto’nun yazarı Torsten Krol’un kısa biyografisi şöyle: “Yazar hakkında hiçbir şey bilinmemektedir.” Vikipedi ise farklı düşünüyor ve Krol’un Queensland’de yaşayan Avustralyalı bir yazar olduğunu söylüyor. Krol, aslında 2007 tarihli Callisto öncesinde yayınlanan The Dolphin People romanıyla tanınmış ama bugüne kadar yüzünü gören, hatta sesini duyan yok. Kendisiyle iletişim sadece e-posta yoluyla yapılıyor. Ortada bir sahte-isim ya da yayınevi-numarası olduğu kesin. Hatta biraz merak kabartayım ama yazının sonunda, Torsten Krol’un “aslında” hangi ünlü yazar olduğunu fısıldayan bir dedikoduyu da aktaracağım. Gerçi…

salinger_pic

28 Oca: Salinger’e veda: “Kitap dediğin öyle olmalı ki…”

Benim için Adnan Benk’in müthiş çevirisiyle Gönülçelen’dir o harika kitabın adı. Hani Holden Caulfield’in bir yerinde şöyle dediği kitap: “Kitap dediğin öyle olmalı ki, okuyup kapadıktan sonra keşke şunu yazan arkadaşım olsaydı da canım çektikçe telefona sarılıp çene çalabilseydim onunla, dedirtmeli.” Hani sahte dünyaya nanik yapıp, yetişkinlerin ikiyüzlülüğüyle maytap geçen Holden’ın izinde defalarca yürüdüğümüz, sayfaları parçalanmaya yüz tutsa da bir daha, bir daha okuduğum/uz roman. İşte o romanın, “yokluğuyla da çok şey öğreten” yazarı Jerome David Salinger uçtu gitti. 91…

27 Oca: Hikayesini arayan sinema

Türkiye’de sinema son birkaç yıldır rakamlar üstünden konuşuyor. En çok izlenen filmler, ilk hafta sonunu iyi kapatan filmler, en büyük hasılatı yapan filmler, satılan bilet üstündeki yüzde hakimiyetleri, filmlerin bütçeleri (hatta filmdeki bir sahnenin bütçesi)… Merakla beklediğimiz bazı filmler, ticari baskıdan kaçmak zorunda kaldıkları için gösterime girecek 1-2 salon bile bulamazken, 500-600 kopyayla büyük çıkartmalar yapan filmler var; hem de bu sayıda bile birbirleriyle yarışarak… En büyüğü, en hızlıyı merak eden çocuklar gibi rekorlardan konuşuyor sinemacılar; medya da birbirlerinin rekorlarını…

dot_15x15_300dpi

26 Oca: DOT ne yapmayacak?

DOT izleyicisiyle arasına mesafe koymayacak: Bilenler bilir, herhangi bir DOT mekanına ve oyununa gittiğinizde oyunculardan-ekipten-hatta kemikleşmiş izleyicilerden biri mutlaka “oralarda bir yerdedir.” Oyunun başlamasını beklerken tiyatrodan, sinemadan, edebiyattan, hayattan, aklınıza ne gelirse ondan konuşabilirsiniz. İzleyiciyi ekibin, ekibi hayatın bir parçası yapan bu etkileşim hiç kaybolmayacaktır. DOT “dilini” değiştirmeyecek: DOT, kurulduğu günden bu yana mekanlarıyla, ekibiyle, oyunlarıyla, söyleşileriyle bir dil oluşturmuştur. İzleyicisiyle paylaşmaktan-çoğaltmaktan keyif aldığı bu dilde kekelemeden-yuvarlamadan konuşmaya devam edecektir. DOT estetik anlayışından ödün vermeyecek: Aynı kalmayacaktır elbette, gelişecektir. Ama…

24 Oca: 24 Ocak: Bir Pazar Günü

Kar. Beyaz. Fırtına. Soğuk. Pazar gazeteleri, her zamanki gibi yaşamı hafifletmek istiyor. Başaramıyorlar. Kar darbe senaryolarının üstünü örtmüyor. Fırtına istese de solu uyandıramıyor, gerçek sola savuramıyor. Soğuk can alıyor. Üstelik gün Şakir Eczacıbaşı’nın ölüm haberiyle başlıyor. Gerçek bir kültür insanı, bir kuşağın erdemli duruşunu da yanında götürüyor sanki. 24 Ocak 1993’ün, Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün üstünden 17 yıl geçmiş. O büyük yürüyüşü hatırlıyorum, on binlerin öfkesini, acısını. “Yiğidim aslanım, burada yatıyor,” derken nasıl da ağladığımızı. Daha beş gün önce aynı şarkıda,…

boule1

23 Oca: Bir çizgi-romanda Maupassant okumak: Yağ Tulumu

1870. Fransa’da III.Napoleon dönemi. Diğer yanda Bismark güçlü bir Alman federasyonu oluşturmaya çalışıyor. Karşılıklı diplomatik oyunlar sonucu Fransa kendi felaketine imza atıyor ve Prusya’ya savaş açıyor. III. Napoelon’un teslim olması ve Prusya’nın istilası ile sonuçlanacak bir savaş. Bu istila sürecinde bir atlı araba, kentin on sakinini Rouen’den, Havre’a kaçırmak için yola çıkıyor. Arabadaki dokuz kişi burjuvaziyi, orta sınıf ahlakını, kaypak bir vatanseverliği, ikiyüzlü bir demokratlığı temsil eden insanlar; tüccar Loiseau ailesi, iplik fabrikası sahibi Carré-Lamadon’lar, Bréville Kontu ve eşi, iki…

20 Oca: Üç Nokta

. . . 1.NOKTA Üç nokta (…) İmlâ Kılavuzu – Türk Dil Kurumu Yayınları:525, Ankara, 1996 1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur. 2. Kaba sayıldığı için veya başka bir sebepten ötürü açıklanmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur. 3. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur. 4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümünün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur. 5. Ünlem ve seslenmelerde anlamı pekiştirmek için konur. 6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan,…

Hrant-bukose

19 Oca: Hrant için: “Bu Köşedeki Adam”

Üç yıl oldu. Avrupa’nın Kültür Başkenti olmanın patlangaçlı mutluluğunu yaşayan bu şehirde, üç yıl önce, göz göre göre bir cinayet işlendi. Planlayanı, tetiği çekeni, destekçileri, alkışlayanları belli bir cinayet. 19 Ocak 2007’de bu şehir, bu ülke bir evladını yere düşürdü. Linç kültürünün karanlık özneleri sorulan soruları duymadı, cevaplamadı. Cevaplamıyor. Yok edilişiyle, yokluğuyla, bize cesareti tekrar hatırlatan kardeşimiz, korunaklı evlerimizdeki ürkek yaşamlarımızdan çıkaracak bizi bugün ve onu hatırlamak, sormaya-sorgulamaya devam etmek için yine Agos Gazetesinin önünde olacağız. Hrant Dink’le hiç tanışmadım,…

18 Oca: Roman, hayatın neresinde?

Bir üçüncü sayfa haberi. İki kafadarın akıllara durgunluk verecek dolandırıcılığını anlatan bir haber. İki arkadaş, birinin ağabeyinin askerlik fotoğraflarına bakıp, en saf görünümlü kişiyi kurban olarak seçiyor. Bir çiftçi bu. Daha sonra alçıdan bereket tanrısı heykeline benzer bir heykel yapıp, hatta bir de sarı-yaldızlı boya ile boyayıp, bu çiftçinin bahçesine gömüyorlar. Ertesi gün çiftçinin kapısını çalıp kendilerini bir sanat uzmanı ve Amerikalı bir arkeolog olarak tanıtıyorlar. Kurbana, bahçesinde çok değerli bir heykel olduğunu söyleyip, kazıya ikna ediyorlar. Kazı sonucunda bahçeden…