Ben bir sokak çocuğuyum, top oynadığı dilde büyümek isteyen. (Bugün değerli yazar Mario Levi hayata gözlerini yumdu. Günaydın bu haberle başlamak sarsıcıydı. Son olarak 2022 yazında İzmir’de, Yalova’da, Seferihisar’da etkinliklerde birlikteydik Mario ile. Etkinliklerden sonra uzun sohbetlerimiz, lezzetli sofralarımız oldu. Haberin gelmesinden sonra Oksijen gazetesi, duygularımı sordu. Şunları söyledim: İnsana, doğaya ve İstanbul’a dair izlerin peşinde geçen bir hayat. Çalışkan, paylaşımcı ve cömert bir edebiyatçı. Bir düşünce insanı, bir hayat bilgisi uzmanı. Yorulmak bilmeyen bir öğretmen. Edebiyat değerli bir kalemini,…
Genel
Pat Pat Patara‘nın ilk gösterimi 27 Ocak’ta İş Sanat‘ta gerçekleşti. Yukarıdaki cümleyi kurmak uzun bir zaman aldı. Bu cümlenin tarihi, 2018 yılının Eylül ayında İş Sanat ekibiyle birlikte gerçekleştirilen bir Patara gezisine kadar uzanıyor. Hemen bir yıl sonrasında yazdığım çocuk kitabı Fil Biblosunun Başına Neler Geldi? ikiz kardeşler Efe ile Defne’nin maceralarını anlatıyordu. Bu kitaptaki ikizlerin annesi ise Patara Antik Kenti’nde kazı yapan bir arkeolog idi. 2022’nin sonlarında, yani Robot Pinokyo‘nun ardından yeni bir çocuk oyunu düşünmeye başladığımda böyle bir…
Yalnızlık. Yarınsızlık. Umutsuzluk. Göçmenlik. İşsizlik. Alkolizm. Savaş. Hayal kırıkılıkları. Yağmurlu bir Helsinki. İki kayıp ruh. Fin yönetmen Aki Kaurismäki‘nin filmi Fallen Leaves (Düşen Yapraklar) biz izleyenleri, bu sert havaya davet ediyor. Ancak saydığım bütün yıkıcı duygu ve durumlara karşın, tuhaf bir şekilde “iyi” hissettiriyor. Belki de bu “iyi hissetme” halini sorgulamamızı istiyor. Dünya, savaşın yıkıcılığı içinde olsa da iyi hissedebilir miyiz? Göçmenler insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışsa da iyi hissedebilir miyiz? Emekçi sınıf işsizlik ve yarınsızlık sarmalında yok olurken, yine…
Karşıdaki Adam: Tehlikeyi seviyorsun, anlıyorum. Ama bu tutkun beni rahatsız ediyor. Emma Peel: Katılmak ya da izlemek zorunda değilsin. Bu kendi kendime oynadığım bir oyun. Öyle kalmasını da tercih ederim. Karşıdaki Adam: O zaman ben yokken oyna oyunlarını. Benim görüş alanımdayken, ben izlerken yaptığın her şeyin ortağı oluyorum ister istemez. Emma Peel: Haklısın. Seni bu tehlikenin bir parçası haline getirmek istemem. Dilersen beni burada kendimle, oyunumla baş başa bırakıp uzaklaşabilirsin. Karşıdaki Adam: Ama artık uzaklaşsam da bu durumu aklımdan silemem….
Biten bir yılın son aylarında her konuda “en iyiler” listeleri yapılır. Yılın en iyi albümleri, yılın en iyi filmleri, yılın en iyi kitapları… Bu listelerin kimi “bence” diyebilen listelerdir. Kimileri çok üstten bir yerden konuşur, “Biz en iyi diyorsak, en iyisi budur,” havasındadır. En iyiler? Kime göre, neye göre? Teraziyi kim tutuyor? Bir yönüyle de iyidir bu listeler. Hafıza kaydı gibidir. Farklı listeler, yıl içinde yayımlanan farklı kitaplara işaret eder. Okurlar da bu izleri takip ederek kendi listelerine ulaşabilir. Benim için…
Fil Uçuşu’na o kadar çok “baştan başladım” ki artık benim için bile inandırıcılığını yitirdi. Yeni bir yılda, yeniden başlıyorum. Mesele çoğunlukla “teknik” oldu. Son iki aydır yine kapalıydı site. Hal böyle olunca da, bir türlü süreklilik olmuyor tabii. Düzenli olarak yazdığım yerlerin dışında, biraz daha “kendime” yazdığım bir alanı ihmal etmiş oluyorum sonuçta. Bakalım bu yıl nasıl bir gelgit yaşayacağım Fil Uçuşu yazılarında? 2023 zor bir yıl oldu. Depremin acısıyla başladık. Mehmet ve Hüsne’nin Antakya’da yaşadıkları bütün sevdiklerine ve bana…
Temel sorulardan biri belki de bu: Yazdıklarımı kim okuyor? Bu sorunun açılımları da var elbette. Kimin göre kaç kişi okuyor? Kimine göre kaç kişi okumasa da alıyor? Bazıları okuyanların kimliklerini merak edebilir, bazıları da beğeni oranlarını… Yazana ve yazılana göre değişebilir bu sorular. Ama yazan her kişi, zaman zaman bu soruya kapılıyor kanımca. Yazdıklarımı kim okuyor? Hatta bütün bu yazdıklarım okunuyor mu? Fil Uçuşu, benim bu soruyu sormadığım bir yer. Belki ilk zamanlar öyle değildi. On üç yıl kadar önce…
“Ne yapıyorsunuz sevgili dostlarım? Demin kadınları tam da bu yüzden, böylesi duygusallıklardan kaçınmak için göndermiştim. Bildiğim kadarıyla bir insan iyi dileklerle uğurlanmalıdır. Sakinleşin ve metin olun!” Sokrates’in son sözleri bunlar. (Aslında son sözü Asklepios’a borçlu oldukları tavuğu hatırlatmak.) Odadaki öğrencileri derin bir acı hissediyorlar bu sırada. Öğrencileri, gözyaşları içinde ustalarının baldıran zehri dolu kâseye uzanmasını izliyorlar bu sözlerden sonra. Atina demokrasisi yeninde yapılandırılırken, yöneticilerin “kafası karışmamış” gençlere ihtiyacı varken Sokrates’in felsefi sorularının suyu bulandırdığı düşünülür. Sonunda gençlerin ahlakını bozmak, kafasını…
Yıl 1979. Ortaokula başlıyorum. İlkokul yılları boyunca aynı sırayı paylaştığım kadim dostum Levent Gönenç ile Pink Floyd tutkum da o yıllarda başlıyor. 1980’in ilk ayları. Eylül’de ülkenin üzerine çökecek karanlıktan haberimiz yok. Levent’le ilkokul sıralarını geride bırakmış, Ankara Namık Kemal Ortaokulu’nun bahçesine koşmuşuz. Aynı sınıftayız yine, aynı sırada. 1979’un son aylarında yayınlanmış olan The Wall albümünün, o meşhur şarkısı dilimizde: Another Brick In The Wall (Part 2). “Eğitim sistemine ihtiyacımız yok, düşüncelerimizi kontrol etmenize ihtiyacımız yok” diye bağırmayı pek seviyoruz….
Karşıdaki Adam: Ne oldu, neye şaşırdın öyle? Emma Peel: Nasıl anlatsam bilemiyorum. Galiba hala şaşırabilmeme şaşırıyorum. Karşıdaki Adam: Böyle şekerli konuşmaları sevmezdin sen. Canını sıkan bir şey var belli ki… Emma Peel: İnsanların bu kadar rahatlıkla, bir an sonrasını düşünmeden kötülük yapabilmelerine şaşırıyorum. Düşünsene, seni hiç tanımayan biri bile hakkında atıp tutabiliyor. Kırılacağını düşünmüyor. Ya da kırılman, incinmen umurunda olmuyor. Bu kötülük değil midir sence? Karşıdaki Adam: Birileri senin hakkında tatsız bir şeyler mi söyledi? Emma Peel: Bilmiyorum, belki söylemiştir….