Celâl Abim… ve “Bir Delinin Hatıra Defteri”

1950’lerde, henüz yedi yaşındayken hayatını kaybeden bir dayım varmış. Metin Dayım. Annem yaşça kendisinden oldukça küçük kardeşine, Metin’e çok düşkünmüş. Onun bu erken vedası bütün aileyi ve annemi çok sarsmış. Yıllar sonra bile, bu hiç tanımadığımız dayımızın kısa ömrüne sığdırdığı anıları anlatırdı annem. Onu bizim de çok sevmemizi isterdi sanki. Severdik bizde, küçük dayımızdan gururla söz ederdik. Bir ölüyü yaşatmanın yolu olarak bunu bulmuştu belki de annem.

Ama küçük dayıma veremediği sevgiyi verdiği bir başka “kardeşi” vardı annemin. Dayısı Cemal Cumurcul’un büyük oğlu Celâl. Celâl Dayımızı biz de çok severdik. Bursa’ya gittiğimizde önceleri Cemal dayı, sonra da ondan işleri devralan oğlu Celâl dayı şımartırdı ablamla beni. Özellikle de Katık Lokantası’na gittiğimizde. Katık, tencere yemekleri pek lezzetli, örtüleri her daim beyaz bir esnaf lokantasıydı. Yıllar sonra büyük dayı Cemal Cumurcul’u bir öyküme kahraman yapmıştım. İlk kitabım Fildişi Karası’ndaki “Cemal Usta’nın Meşhur Tarhanası” öyküsünün temelinde lokantacı Cumurcul ailesi vardır.

Annemin kardeş gibi sevdiği Celâl Cumurcul‘a, o yıllarda daha çok “Celal abi” derdik. (Yaşlandıkça “dayı” dememizden daha çok mutlu olmaya başladı) Celâl Abi, gençti, hareketliydi, neşe doluydu. Kardeşi Kemal ile birlikte baba mesleğini devam ettiriyordu, hem de başarıyla yapıyordu. Ama gönlünde yatan aslan hep sanattı. Özellikle de şiir, musiki ve tiyatro. Bu yönüyle eniştesine öykündüğün hep söylerdi. Eniştesi, yani dedem. Tevfik Biricik. Yani Yekta adını aldığım kişi. Yani okur-yazarlığıyla beni de çok etkilemiş olan o münevver insan.

Sesi çok güzeldi. Türk Sanat Müziği tutkusu ve bu konuda Bursa’da yaptığı çalışmalarla ilgili ayrı bir yazı yazmak gerekiyor. Şiirlerini de bu çerçevede ele almalı.

Bir de hayatının sonraki yıllarında sürdürmediği tiyatro çalışmaları vardı. Özellikle 60’lı yıllarda Bursalı gençlerin tiyatroyla hemhal olmasını sağlayan Oda Tiyatrosu dönemi. İnternet araması sırasında İsmail Kemankaş‘ın bu konudaki bir yazısına rastladım. Şöyle diyor Kemankaş:

1962 başlarında bir avuç Bursalı tiyatro meraklısı, oturur konuşur ve bir oyun sahneye koymaya karar verir. Oyunlarını seçerler: John Steinbeck’in eseri “Fareler ve İnsanlar”… Önce evlerinde çalışırlar. Fakat bir süre sonra sahne provasına geçmek gerekir. Bir süre Temenyeri’nde açık havada prova yapılır. Sonra da Türk Ocağı’yla ilişki kurularak Devlet Tiyatrosu’ndaki bir salona geçilir.1932 yılında Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu 1951’de Demokrat Parti İktidarı tarafından kapatılan halkevleri, Türk Ocağı’na dönüşmüştür. Bursalı gençlerin tiyatro sevdasını yaşama geçirmelerinden bir yıl sonra halkevleri yeniden açılır. Tiyatro tutkunu gençler artık halkevlerinin tiyatro kolu olarak aynı salonda çalışmalarını sürdürür. Farklı meslek gruplarından olmalarına karşın birlikte tiyatro yapan, Gürbüz Akkök, Gündüz Akkök, Faik Elitutar, Fuat Söylemez, Rahmi Hakçıl, Ataol Behramoğlu, Cihan Sönmez, Metin Kızanlıklı, Mustafa Özcan ve grubun lideri Yalçın Kaya için sahne artık bir yaşam biçimidir. Onlara kısa sürede, Halil Ergün, Nevzat Şenol, Aykut Sözeri, Emin Gümüşkaya, Ertan Binzet, Hatice Başara, Binay Çelenk, Engin Özpınar, Celal Cumurcul, Selim Deveci, Ümran Küçüksiler, Nadide Diker, Ender Uzer  gibi yeni gençler de katılır.

Önemli bir konu Bursa Oda Tiyatrosu konusu. Yukarıda geçen isimleri bir kez daha gözden geçirmenizi öneririm. Her meslek ve eğitim seviyesinden gencin, bir avuç tiyatro aşığının gözetiminde ilk derslerini aldığı, sonra da sahneye çıktığı bir yapı. Amatörce hazırlanmış dekorlar, teknik olanaksızlıklar. Bugünden bakınca pek de çekici olmayan bir tablo. Ancak o yılların Bursa’sında, bir devrim bence. Tüm zorluklara karşın, Duvarların Ötesi, Bir Delinin Hatıra Defteri, Karaların Memetleri, Buzlar Çözülmeden gibi oyunları güçlüklere karşın sahneleyen bir ekip.

İşte tam burada “Bir Delinin Hatıra Defteri” parantezi açmak gerekiyor. Çünkü bu oyun, o amatör dönemde Celâl abimin oynadığı oyun. Eve bildiniz, o tek kişilik harika oyun. Aile içinde yıllarca anlatılan hikaye idi. Celal abim, Genco Erkal’ı defalarca izliyor. Günübirlik yolculuklar yapıyor, İstanbul’a gidiyor, Ankara’ya bizim eve geliyor. İzliyor, izliyor… Sonunda da çıkıp “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni oynuyor. Denilen o ki “Bursa ayakta alkışlıyor”. Açıkçası oyuna kendisinden bir şeyler kattı mı, yoksa tümüyle Genco Erkal’ı mı taklit etti, hep merak etmişimdir. Ve taklitin içinde de yaratıcılık var mıdır? Sanatsal üretimi sorgulamak için bu sürecin öyküsünü yazmayı çok istemiştim. Belki bir gün başarırım.

Ve yine tam burada İsmail Kemankaş’ın yazısında karşıma çıkan bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum. Fotoğrafta, en sağda ayakta duran ve kameraya doğrudan bakan aydınlık yüzlü kişinin Celâl Abim olduğunu sanıyorum. Belki de şu anda onun böyle bir fotoğrafına ulaşmış olmak istiyorum ve o kişiyi Celâl Abim olarak görmek hoşuma gidiyor. Her ne olursa olsun, en azından o yılların Bursa Oda Tiyatrosu’ndan bir fotoğraf paylaşmış olayım.

Celâl Abiyle annemin aralarındaki sevgi bağı hiç kopmadı. Birbirlerine darıldıklarını hatırlamam. Babamın ölümünden sonra, annemi yalnız bırakmamak için elinden geleni yapmıştı Celâl Abimle harika eşi Rabia Yenge. Birlikte geçirdikleri bir Kumla tatilini anlata anlata bitirememişti annem. Sonra annem de terk etti bizi. Haberi aldığında çok sarsılmıştı Celâl Abi. Annemi Bursa’da son yolculuğuna uğurladığımız o gün, birbirimize sarılıp ağlamıştık.

Bugün de Celâl Abiye veda ettiğimiz gün oldu.

Uzun süredir sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu. En son iki yıl önce Bodrum’da bir öğlen rakısı içmiştik. Rabi Yenge ile Kemal Abi de vardı. Çok gülmüştük. Fıkralar anlatmıştı. Yakası açılmamış cinsten. Gün bitmesin istemişti; saatlerce konuşalım, gülelim. Gülmeyi de güldürmeyi de çok severdi. Çok güldüğü kadar, çok da ağlardı. Hiç saklamazdı duygularını. O anda içinden ne geliyorsa onu yapardı. Dans etmek, gülmek, ağlamak, muziplik yapmak, hayatı konuşmak… İçinden ne gelirse…

Bursa’nın tutucu denebilecek çevresinde yaşayan bir deliydi belki de Celâl Abim.

“Bir Delinin Hatıra Defteri” kapandı.

Comments (7)

Müthiş bir yazı herzaman ki gibi.
Işıklar içinde uyusun dayiniz 🙏

ne güzel sımsıcak bir çocukluk bir yetişkinlik dönemi geçirmişsiniz ,zaten her halinizden o kadar belli ki ..insanın hayatından geçen bu güzel değerler bizi biz yapanlar ya hani ve işte siz resmen kazana düşmüşsünüz 🙂
sizi yaptığınız her işte çok severim paylaşımlarınız arttıkça daha da çok seviyorum
iyi ki varsınız ve siz de bu güzel anları anıları bize yaşatıyorsunuz
sevgiyle kalın

Rahmiye Tanrısever

Yazınızı hüzünle okudum.Celal Cumurculu sahnede izlemiştim.Adı geçen oyuncuları veya oynamayıp değişik katkı koyanların çoğunu sonradan tanıdım, ne yazık ki çoğu aramızda yok. Acınızı paylaşıyor , sabır diliyorum.
O günlerde ki Bursa hakkında bir not paylaşmak isterim. Ben o yıllarda ortaokul öğrencisiydim ve yatılı okuyordum.Oda tiyatrosuna bizi Türkçe öğretmenlerimiz götürürdü.Zaten yüz kişilik bir salondu, sadece bize özel nir gösteri olurdu.Nereden nereye değil mi?
Sevgiyle kalın.

Burayı yeni keşfettim, zaman buldukça okuyayım bunları. Hepsi kitap niteliğinde eşsiz yazılar. Yekta Kopan farkı işte bu olsa gerek.

Oda Tiyatrosu oyunları unutulmaz, sanatçıları ile.
Çocukluğum ile ilk gençliğim arasındaki zaman diliminde
yazınızda andığınız oyunların tümünü izlemiştim.
Celal Ağabey’ e rahmetler.

Ne güzel bir paylaşım, sağolun

1980 yılında 10 yaşındayken,Bursa ya ilk kez halam ve arkadaşları ile gittiğimizde Cumurcu Restaurant a gittiğimizi hatırlıyorum. Bir resmin var halam ve arkadaşları bol vatkalı drapeli müslin kumaştan döpiyesleri ile poz vermişler bende iki sandalye birleştirilmiş misler gibi uyuyorum…

Leave a comment