Eski bir okurdan kısa bir mektup

Filiz Elmas’ın “İki Şiirin Arasında”dan yola çıkarak yazdığı yazıyı/mektubu daha yeni okudum. Kitaplarla ilgili çıkan yazıları bir süredir Fil Uçuşu’nda paylaşmıyorum ancak bu mektup için bir ayrıcalık yapmak istedim. 
Orijinalini buradan okuyabileceğiniz yazıyı olduğu gibi aldım.
Filiz Elmas’a teşekkürlerimle…
Yekta Kopan’la tanışmamız Radikal’de yer alan kültür sanat sayfasındaki köşe arkadaşlığımızdan öncesine dayanır. Yazar Yekta Kopan’la ilk karşılaşmam, Bir de Baktım Yoksun adlı kitabıyla aldığı ödüller sonrasında olmuştur. Kitabı merak edip almış, öykülerini beğendiğim için diğer kitaplarını da  okumuştum. Bu nedenle yeni öykü kitabı İki Şiirin Arasında için yazmak istediğim bu yazı, eski bir okurun kısa bir mektubu olarak algılanmalıdır.
Yekta Kopan 1968 yılında doğdu, Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümünü bitirdi.  Daha önce yayımlanan Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri kitabı ile 2002 Sait Faik Hikaye Armağanı, Karbon Kopya ile Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü, Bir de Baktım Yoksun ile 2010 Yunus Nadi Öykü Ödülü ve 2010 Haldun Taner Öykü Ödülü aldı.
Yekta Kopan öykülerinde biçem olarak beni etkileyen unsurlardan biri, bazı  öykülerde sonun kesin bir finalle bitmemesi, aslında sonların yazar tarafından özellikle açık uçlu bırakılmasıydı. Bu tercih, yazılı metne hem yeni bir katman kazandırmakta hem de okurun yeni tanıdığı ve farklı olan bir dünya ile ilgili düş gücünü kullanmasına olanak vermekteydi. Böylece okur, yaşamın her şeye rağmen devam ettiği, akıp gittiği duygusunu yaşamaktaydı. Fildişi Karası’nda yazar bu tercihini şu cümlelerle ifade eder: “Belki gerçekten de bazı şeyler hızla sonuna ilerlemeden, yarım kaldığında güzeldir.”

Bir de Baktım Yoksun kitabında her bir öykünün isimleri altında yer alan kısa tümceler, Kopan öykülerinde biçem açısından dikkat çekici diğer bir özelliktir. Bu cümleler, yazarın öyküleri için düştüğü dipnotlar ya da edebi olarak yapılmış güzel tasvirler olarak adlandırılabilir. Sarmaşık ve bu öykü için düşülen “aynı ormanın ağacıymışım, yokluğunla budanan” notu ölmüş bir baba ile oğlun karşılaşması ve hesaplaşmasını hatırlatmaktadır.
Biçem açısından diğer bir zenginlik ise Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri kitabında olduğu gibi öykü kahramanın ilk cümlesi ile başlayan olaylar dizisinin yine aynı cümle ile sonuçlanmasıdır. Böylece yazar öykü hakkında okura bir önseme sağlamış ve finalde katlanan bir yineleme ile metni daha da zenginleştirmiştir. Maskeli Süvari öyküsünü okumanızı isterim, böylece öykünün başında yer alan “kırmızı düğmeye basarsan her şey silinir” ifadesinin olaylar dizisi açısından önemini ve sürprizini siz de anlayabilirsiniz.
Yekta Kopan kitaplarında, her okur için olduğu gibi benim için de bazı öznel paylaşımlar olmuştur. Yazarın öykülerinde yer alan kediler onun kedi dünyasına ilişkin ayrıntılı gözlemlerini yansıtır. Bu her hayvansever ya da kedisever için güzel bir paylaşımdır. Benim kedi beslemedim ama Fildişi Karası kitabında Taammüden Cinayet öyküsünde üniversite yıllarımda sokak kedileri ile kurduğum iletişim karşıma çıktığında oldukça şaşırmıştım: “Üniversite yıllarımda,  okulla ev arasındaki uzun mesafeyi kısaltmak için bulduğum en keyifli oyundu kedi davranışlarını incelemek. Hangi yazarların kedi düşkünü olduğunu iyi bilirdim, ne garip şu anda birini bile hatırlamıyorum.”
Her gözlüklü insan için gözlükle yaşamanın bazı zorlukları ve farklılıkları vardır. Bu nedenle öykülerde yer alan gözlüklü kahramanlar aracılığıyla, uyurken gözlük için bir yer aramak, yağmurda yürürken ıslanan gözlük camları ne demek anlaşılabilir. Aile Çay Bahçesi romanında Müzeyyen aynada gözlüksüz yüzünü şöyle tanımlar: “Gözüm karanlığa iyice alışmıştı. Bir umutla aynaya baktım. Bulanık , dağınık, ıslak bir kadın. Gözlüksüz ancak bu kadar görebildim. “

Yazarın tanımıyla Yekta Kopan için öykü kahramanları, yaşamda “figüranlık” yapmış insanlar ve öykülerde “figüranların replikleri” gibidir. Aile Çay Bahçesi’nde bu düşünce şu cümlelerle ifade edilir: “Figüranın repliği söylemesi zordur. Saatlerce durur sahnede, ustalarının tiratlarını dinlerken kendi sesini bile unutmuştur. Başrolün hayranlık uyandıran oyununa devam etmesini sağlayacak küçük bir cümle… Figüranın tek bir şansı vardır, beş-altı saniye sürecek bir replik. O yüzden bil ki ben her oyunun sonunda sadece figüranları alkışlarım. Asıl zoru onlar başarmıştır çünkü.” Öykülerde yaşama figüran olan kahramanlar, genellikle terk edilmiş bireylerdir. Bu insanlar bazen bir havaalanının bekleme salonunda, bazen işyerinde, bazen bir hastane odasında ya da bir tren kompartımanında öykülerini anlatırlar. Her birinin öyküsü farklıdır. Kimi yanı başındaki sevgilisi ile konuşamaz, kimi yaşama veda etmeden sevdiğini son kez görmek için ölmeyi bekler, kimi uzak ülkelere gönderdiği aşkına havaalanından kartlar yazmaya çalışır.
Öyküler yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide yaşanır, o anda ben olsam, yaşam ve ölüm arasında beklesem ne yapardım sorusuna yanıt aranır. Bu an bir kaza sonrasında hastane odasında, herkesin başında beklediği ancak senin hiç kimse ile konuşamadığın bir kaç saniye olabilir. Deprem sonrası yıkılmış duvarların arasında ışığa doğru ilerlediğin harabeye dönmüş evin ya da uyku ile ölüm arasındaki bilinmez bir süreç olabilir: “Tatlı bir uyku çağırdı kucağına Bol Kepçe Cemal Usta’yı. Rüyasında ne gördüğünü kimse bilemeyecekti.” (Fildişi Karası, Cemal Usta’nın Meşhur Tarhanası.)
İki Şiirin Arasında kitabında öyküler Biraz Konuşabilir Miyiz? ve Daha Önce Tanışmış Mıydık? adlı iki bölümden oluşmaktadır. Kopan kitabın sonunda yer alan teşekkür yazısında, birkaç öykünün daha önce yayımlandığını, ancak bu kitap için öyküleri yeniden gözden geçirdiğini ifade ediyor. Sobalı evlerde, şehirlerarası otobüs terminallerinde çocukluk arkadaşlarımızla, öğrencileri için yaşayan öğretmenlerimizle işkence yapılan yıllarda geçmiş yaşamlar, pek çoğumuz için tanıdık mekânların, tanıdık insanların ve tanıdık zamanların anlatısıdır.
Öykülerde 1980’lerde büyümüş farklı insanların yaşam kesitleri aktarılmaktadır ve genellikle de terk edilmiş ya da sevdiklerini kaybetmiş erkeklerin dünyasına bir kapı aralanmaktadır. Babalarının ya da eşlerinin ölüm acılarını yaşayan, sevdikleri tarafından terk edilen ve yalnızlık duygusu ile başa çıkmaya çalışan erkeklerin, erkek dünyasında mahkûm oldukları susuşları, “erkek adamın hüznünü yutması gerektiğine inanan arkadaşların gizli dili” arkasına sakladıkları acıları ile yüzleşmeleri insani bir payda da irdelenir. Kitabın ismi bu açıdan da oldukça anlamlıdır, kitapta “iki şiirin arasında kalan” yaşamlar anlatılmaktadır.  “Konuşurken kendi içindeki engelleri aşamayan”, “bildiği her dilde mutsuz” olan kahramanlar, öykülerde belli bir eşikten geçmekte, aslında bir kırılma noktası yaşayarak acıları, terk edilmişlikleri ile yüzleşmektedirler.
İki Şiirin Arasında kitabında da rastlandığı gibi Kopan’ın  öykü kahramanları,  sanırım yazarın kendisi gibi, çok okuyan, edebiyat düşkünü ve not defteri tutma alışkanlığı olan bireylerdir. Öykülerin umutlu yanı ise kitapların sunduğu yeni dünyalarda, yeniden yaşayan  insanların olmasıdır: ” Okuyunca aklım başımdan gitti…. Demek ki ben de bir kitabın içinde yaşıyordum. O günden sonra kitapların içinden asla çıkmamaya karar verdim. Orada dövüştüm, orada seviştim, orda evlendim, orda baba oldum, orada yaşlanacağım”.
Mektubuma burada son verirken, Yekta Kopan’a sevgi ve teşekkürlerimi iletiyor,  sizlere de Yekta Kopan’la tanışmanızı, öykülerini okumanızı tavsiye ediyorum.  Satırlarımı İki Şiirin Arasında ile bitirmek istiyorum: “İşte yine tahterevallideyim. Ne yukarıda olmak istiyorum, ne de aşağıda. En zorunun bu olduğunu biliyorum ama dengede olmayı seviyorum. Dengede durabilmek için cesaretle korkularımın aynı olması gerektiğini öğrendim.”
* İki Şiirin Arasında’dan alıntılanmıştır.

bir yorum bırakın